Uluslararası film festivalleri sinema aracılığı ile farklı kültürlerin buluşma noktası olurken, ülke sinemalarından oluşan birer parlamento işlevi de görürler. Öte yandan sinemayı kanonlaştırırlar.

Film festivallerinin sinema sanatı, sinema endüstrisi ve kültür üzerine etkileri tartışılmaz. Festivaller, sinemanın mevcut sosyo-ekonomi-politiği içerisinde alternatif bir dağıtım ağı sunar. Ticari olarak sinema salonlarında gösterime giremeyecek filmlere yer vererek seyirci ile buluşmasını sağlar. İzleyicilere normal şartlarda göremeyecekleri öteki filmleri izleme fırsatı verir. Film festivalleri, görme imkanı bulamadığımız ülke sinemalarına ve sinema tarihinden filmlere yer vererek; sistemin onayladığı, sansürsüz olduğu varsayılan bir kültürel seçenek olarak karşımıza çıkar (Öcal, 2013).

Sinema profesyonellerini hem kendi alanındaki profesyonellerle hem de seyirciyle yüz yüze buluşturan platformlardır festivaller. Bazı festivaller sinema endüstrisinin bileşenleri arasında özel buluşmalar için forum alanı sağlar. Şirketler, reklamcılar, yapımcılar, yönetmenler, sinema yazarları, sinema eleştirmenleri arasında özel etkinlikler düzenler.

Bu etkinlikler arasında satış konuşmaları, proje geliştirme fonları, üretimi teşvik eden ödüller, ek finansman faaliyetleri sayılabilir. Festivaller aynı zamanda filmlerin takdir edilmesi ve uluslararası dolaşımı için bir atmosfer yaratır (Iordanova, 2015, s.8).

Uluslararası film festivalleri gerçekleştikleri şehir ve ülkeler için ayrıcalıklı kültürel, ekonomik, politik birer marka ve kazanım oluştururken öte yandan küresel bir ağın da taşıyıcı sütunlarından biridir. Dünyanın farklı kültürlerinden, farklı ülkelerinden filmler kültürel, sanatsal ve ekonomik varoluşlarını Batılı uluslararası film festivallerinde tescil eder.

Prestijli film festivallerinde yer alan filmler, diğer festivallerin de radarına girer. Böylece festival çevreleri tarafından tanınarak, diğer festivallerde de dolaşma şansına kavuşur. Küresel festival ağının ana merkezlerini büyük uluslararası film festivalleri oluşturur. Dünyaca kabul görmüş, en prestijli ve liderlik vasfı bulunan film festivalleri Avrupa’dadır. Üç büyükler olarak kabul gören Cannes, Berlin ve Venedik festivalleri küresel festival mozaiğinin en önemli parçalarıdır. Bu festivaller aynı zamanda dünya sinemalarında vizyona girmenin en önemli geçiş yollarından biridir. Böylelikle küresel eksende yeni bir kültür endüstrisinin hatları, film festivalleri tarafından zorunlu bir geçiş noktası olarak inşa edilir (De Valck, 2007, s.37-39).

Film festivalleri özellikle ulusal kanonlar inşa ederek ülke sinemalarının oluşumuna önemli katkı sunarlar. Ulusal kanonlar inşa edilirken bazı filmler içerde bazıları dışarıda kalır. Festival programları da aynı şekilde oluşur.

Bir film, daha yarışma şartnamesindeki maddeleri doldururken ulusal kategorisine girer. Bu, filmin bir ülke kimliği ile tanımlanması anlamını taşır ki; bu da ulusal bir kimliğe ayrılmanız anlamına gelir. Şartnamelerdeki “ülke”, “dil” maddeleri; bir festivalde yarışmacı ya da katılımcı olarak yer alan filmlerin doğal olarak aynı zamanda o ülkenin sembolleri olarak da yer aldıklarını kabul ettikleri anlamına gelir.

Festivaller programlarında yer verdikleri filmleri ülke filmleri olarak sembolleştirirken, programlarında yer vererek özel bir tür olarak “festival filmi” kategorisine de alırlar. Festivallerin filmlere kattığı artı değer, filmlerin özgün yapısından mı yoksa uluslararası “sanat sineması” piyasasındaki satış stratejilerinden mi kaynaklandığı sorusu akılları meşgul eder (Liz Czach ve Chia-chi Wu’dan aktaran Özen, 2008).

Sinema yazarı, küratör ve yapımcı Mark Peranson film festivallerini  “business-iş/işletme” ve “audience-izleyici” olmak üzere iki gruba ayırır ve şemalandırır.

 

İŞ / İŞLETME FESTİVALLERİ

 

İZLEYİCİ FESTİVALLERİ

 

Yüksek bütçe, bilet satışı

 

Düşük bütçe, katılıma dayalı

 

Prömiyer odaklı

 

Prömiyer ile ilgilenmiyor

 

Büyük kurumsal sponsorluk

 

Sınırlı kurumsal sponsorluk

 

Çoğu filmde konuklar sunum yapar

 

Sınırlı sayıda konuk

 

Pazar/ işletme varlığı

 

Küçük işletme varlığı

 

Geniş personel kadrosu

 

Dar personel kadrosu

 

Büyük rekabet

 

Küçük rekabet

 Film fonu/üçüncü dünya yatırımı  

Filmlere yatırım yok

 

Retrospektifler

 

Birkaç retrospektif

 

Filmlerin çoğu gönderilir

 

Filmlerin çoğu talep edilir. Başka festivallerde görülmüştür

 

Hollywood stüdyosu katılımı

 

Küçük çapta Hollywood stüdyosu katılımı

 

Daima büyüyen

 

Çoğunlukla aynı boyutta kalan

Tablo 1: Film festivallerini anlamak için 2 model

Kaynak: Peranson, M. (2009). First You Get the Power, Then You Get the Money: Two Models of Film Festivals

Tabloda da görüldüğü gibi işletme festivalleri bir iş insanı bakış açısıyla, bir şirket bir holding yönetme mantığı ile rekabetçi bir yapı ve yatırımla, daima bir büyüme ve kar hedeflenerek hazırlanır. İzleyici festivalleri ise daha çok bir şenlik havasında, çok da kar amacı güdmeyen filmler ile seyircinin, seyirci ile film ekiplerinin buluşmasını hedefleyen yapıdadır.

 

İLGİLİ GRUPLAR

 

İŞLETME FESTİVALİ

 

İZLEYİCİ FESTİVALİ

 

Alıcılar/Dağıtıcılar

 

Festivalde ilk gösterimlerini yapan yeni çıkan filmleri görmek

 

Alıcılar ve dağıtıcılar iyi bir seyirci kitlesi ve uzmanlık alanlarının oluşturulduğuna inanırlarsa katılabilirler. Belgeseller, ulusal sinemalar vb.

 

Satış Ajansları

 

Tanıtım yapmak ve film satmak

 

İşletme festivallerinde bir fon, gelir akışı bulmak için  kullanmak

 

Sponsorlar

 

Ünlülerin varlığı ile pekişmek

 

Sponsor filmleri ile daha ticari filmleri starlar ve seyirci dostlarıyla …

 

Devlet

 

Ulusal sinemalarının tanıtımını yapmak

 

Ulusal sinemalarının tanıtımını yapmak

 

Seyirci

 

Çok az endişe, festival tarafından markalanmış filmler göreceğine dair inanç

 

Büyük endişe fakat aynı zamanda bir festival programcısının zevkine göre seçilmiş filmlerin halka sunulduğu gerçeğini bilme.

 

Eleştirmenler

 

Ana akım basın için bedava gezi, özel basın için ise sanat filmleri görmek

 

Bilet satmak için kendilerini bir tanıtım aracı görme endişesi

 

Sinemacılar

 

İş ve büyük tanıtım

 

İşten çok tatil, izleyici ile etkileşim kurmak, diğer sinemacılarla tanışmak. Daha çok genç sinemacılardan rağbet.

Tablo 2: İlgi gruplar ve film festivallerindeki önemi

Kaynak: Peranson, M. (2009). First You Get the Power, Then You Get the Money: Two Models of Film Festivals

Sinemayla ilgili grupların işletme festivalleri ile izleyici festivallerine gösterdikleri ilgi de çıkar ve beklentilerine uygun olarak farklılıklar göstermektedir. İşletme festivallerinde daha çok her ilgili grup kendisi için prestij, ticari kar ve yeni filmleri için çıkar sağlamayı hedeflerken, izleyici festivallerinde bu daha çok bir sinema şölenine katılımın getirdiği çıkar ve beklentiler niteliğindedir.

100 yılı aşkın süredir var olan Türk Sineması, tarihi boyunca dünyanın çeşitli ülkelerinden çeşitli ödüller alır. Bu ödüller, hem Türk Sineması’na hem de bu ödülleri alan yönetmenlere yeni boyutlar kazandırır.

1934 yılında Muhsin Ertuğrul’un “Leblebici Horhor Ağa” adlı film ile Türkiye’den bir film ilk defa yurt dışında bir festivale, Venedik Film Festivali’ne katılır. Onur diploması alır. Bu diploma Türk Sineması’na yurt dışından gelen ilk ödüldür (Özgüç, 1988, s.13 ).

2000’li yıllara, yani 21. yüzyıla geldiğimizde Türk Sineması dünyanın çeşitli festivallerinde boy gösterir ve çeşitli ödüllerin sahibi olur.

2005 yılından 2011’e dek 30 Türk filmi farklı dünya festivallerinde (Cannes, Berlin, Venedik vb.) ödül kazanmıştır. Bu rakam nicel olduğu kadar nitelik açısından da Türk filmlerinin başarısını göstermektedir. Türlere bakıldığında %93 dram ve melodram, %7 komedi kara mizah ve dram ön plana çıkmaktadır. Temalara bakıldığında ise köyde banliyöde genç ve çocuk konusu %27, sıradan insanlar %20, aşk ve çeşitli ilişkiler %23, diğer %27 oranda iken ve siyasal, sosyal meseleler ise sadece %3 oranında işlenmektedir. Mekan olarak kent %13 ile en az tercih edilen mekandır. %27 tercih kıyı mahalle, köy, kır doğa ise %23, kasaba, küçük şehir %20 ve diğer mekanlar %17 oranında tercih edilmektedir. Oyuncu seçiminde %56 oranda tanınmamış oyuncular söz konusudur. Sinema starı oranı %17, TV starı %10 ve diğer oyuncu oranı %17’dir. Özgün nitelik açısından bakıldığında %30 belgesel nitelikli, fotoğraf estetiği ön planda olan %27, tür filmi %20 ve deneysel ve klasik anlatı %13 oranda işlenmektedir (Tanrıöver’den akt: Ormanlı, 2013, s.25).

İlk kez 1982 yılında Yılmaz Güney’in “Yol” filmiyle Türkiye’den bir film Cannes’da Altın Palmiye’yi alır. 20 yıl aradan sonra 2002’de Cannes’da “Uzak” filmi ile Nuri Bilge Ceylan’a Jüri Özel Ödülü verilir. Ardından 2008’de “Üç Maymun” ile En İyi Yönetmen Ödülü kendisinin olur. 2011‘de “Bir Zamanlar Anadolu’da” ile Jüri Özel Ödülü, 2014’te “Kış Uykusu” ile Altın Palmiye gelir Cannes’dan Türkiye’ye. Her iki film de yine Nuri Bilge Ceylan imzalıdır.

Berlin Film Festivali’nden ilk Altın Ayı ödülü 1964’te Metin Erksan’ın “Susuz Yaz” adlı filmiyle gelir. “Susuz Yaz” Türk Sineması’nın uluslararası büyük başarı kazanan ilk filmi olur (www.themagger.com erişim: 19.02.2021). Zeki Ökten’in “Sürü”  filmi 1979’da 27. Berlin Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü’ne layık görülür. Yeşim Ustaoğlu 1999’da 49. Berlin Film Festivali’nden “Güneşi Beklerken” filmiyle Jüri Özel Ödülü alarak döner. 2007 yılında “Takva” filmiyle Özer Kızıltan, 57. Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde yarışır ve FIPRESCI Ödülü’nü alır. 2010’da Semih Kaplanoğlu “Bal” filmi ile 60.Berlin Film Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı’yı kucaklar (www.onedio.com erişim: 19.02.2021).

Agah Özgüç’ün Kronolojik Türk Sinema Tarihi kitabında belirttiği gibi, 1934 yılında Muhsin Ertuğrul “Leblebici Horhor Ağa” filmi ile Venedik Film Festivali’nden Onur Diploması alır. (Özgüç,1988 s.8). 1988 Venedik Film Festivali’nde Ömer Kavur “Anayurt Oteli” ile FIPRESCI Ödülü kazanır (www.wikiwand.com erişim: 19.02.2020). 71. Venedik Film Festivali’nde 2014 yılında Kaan Müjdeci’ye Altın Aslan için yarıştığı ana yarışmada Jüri Özel Ödülü,  “Sivas” filmi ile verilir. Ardından 2015 yılında Emin Alper “Abluka” ile yine Altın Aslan için yarıştığı ana yarışmada 72. Venedik Film Festivali’nde, Jüri Özel Ödülü alır. Ertesi yıl  Reha Erdem “Koca Dünya” ile 73. Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde Jüri Özel Ödülü’ne layık görülür. Bir yıl aradan sonra 2018’de M. Fazıl Coşkun, “Anons” filmiyle 75. Venedik Film Festivali’nin Ufuklar bölümünde Jüri Özel Ödülü’nün sahibi olur (Pınar, 2018, www.bbc\turkce.com erişim: 26.02.2021).

Dünyanın bu en büyük, en prestijli festivallerinden takdir gören bu filmler, Türk Sinema sanatına ve sinema üreticilerine ilham ve motivasyon kaynağı olurken, Türkiye’nin tanıtımına da katkı sunar.

Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda üç büyükler olarak anılan dünyanın en eski ve en prestijli üç film festivali olan Venedik, Cannes ve Berlin Film Festivali’nde 2010-2020 yılları arasında ödül alan Türk filmlerinin, gerek yapımcı ve yönetmenlerinin kariyerine gerekse Türkiye’nin tanıtımına önemli katkılar sağladıklarını söylemek mümkündür. Bu filmlerin ortak özellikleri onları “festival filmi”, “yönetmen filmi”, “art house film” olarak belirlese de; bu filmlerin ortak özelliklerinin bulgulanarak Türk Sineması’nın bir ülke sineması olarak özgün kimliğinin inşasına olan katkıları bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturur.

Bu araştırmada Türk Sineması’nın 2010-2020 yılları arasında dünyanın en büyük ve prestijli festivalleri olarak kabul gören Venedik, Cannes, Berlin Festivallerinde ödül almış filmleri, ortak özellikleri belirlenerek, bir ülke sineması olarak Türk Sineması’nın karakteristiğinin oluşumuna katkı sağlayabilecek unsurları betimsel analiz yöntemi ile tespit edilmeye çalışılmıştır. Ancak öncesinde çalışmanın örneklemini oluşturan filmlerin ödül aldığı festivaller açıklanmış ve filmlerin konuları hakkında bilgi verilmiştir.

Dünyanın En Eski, En Büyük ve En Prestijli Üç Film Festivali

Film festivalleri bir Avrupa olgusudur. Dünyadaki ilk film festivali, 1898’de bir yeni yıl günü Monako’da düzenlenir. Ardından Torino, Milan ve Palermo (İtalya), Hamburg (Almanya) ve Prag’daki (Çekoslovakya)  festivaller göze çarpar. 1907’de Lumierre Kardeşler’in düzenlediği ve İtalyan filmlerin yarıştığı festival, ilk ödüllü festival olur. Düzenli olarak organize edilen ilk uluslararası film festivali ise bugün Venedik Film Festivali olarak bilinen, 6 Ağustos 1932’de Venedik’te Hotel Excelsior’da açılışı yapılan “La Mostra Esposizione Internazionale d’Arte Cinematographico” olur (De Valck, 2007, s.47).

Sinema endüstrisinin merkezi Hollywood iken sinema sanatının merkezi Avrupa kabul edilir. Venedik” , “Cannes” ve “Berlin” film festivalleri, dünyanın en eski, en büyük, en prestijli üç film festivali olarak Hollywood’a karşı Avrupa Sineması’nı ve Avrupa Kültürü’nü temsil eder. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi bu temel amaç çerçevesinde bu ve benzer festivalleri fonlarıyla destekler. Avrupa Konseyi, Hollywood Sineması’na karşı Avrupa kültürünü öne çıkaran, ülke sinemalarının kimliklerini koruyan ve bunu özgünce üreten yapımlara Eurimaj aracılığı ile destek sunar (Ulusay, 2008).

Derviş Zaim, derviszaim.com adlı sitesinde yazdığı “Odaklandığın Şey Gerçeğindir: Türkiye Sineması, Alüvyonik Türk Sineması Ve Uluslararası Kabul” adlı makalesinde; Avrupa’daki festivallerde boy gösterebilmenin ve başarı elde edebilmenin yolunun bir takım görülmeyen kriterleri ve dengeleri yerine getirmekten geçtiğinin altını çizer. Dağıtımcı şirketler, yapımcının festival ekibine etkileri, yönetmenin festival geçmişi, filmin festivale kazandıracağı saygınlık gibi ön koşullar olarak niteler bu kriter ve dengeleri.

Venedik, Cannes ve Berlin film festivalleri, yüksek profilli festivaller olarak ulusal ve uluslararası film kültüründe büyük rol oynar. Sinema endüstrisi, basın ve halkın film izleme seçimleri üzerinde etkili olurlar. Bu festivallerin ülke sinemaları seçimleri ve programlarında yer verdikleri filmler, seçtikleri ülkelerin ulusal sinemalarının yanı sıra filmlerin yurtdışındaki kabul ve itibarları için de önemli yer tutar. Bu anlamda kanonlaşmışlardır. Mesela Cannes’ın Altın Palmiye ödülü, gişede başarı vaat etmez ama bir filmin kanona girmesini sağlayacak “kritik sermaye”yi  verir (Stringer’den aktaran Batık, 2008, s.7-8).

blank

Venedik Film Festivali

Hollywood ve Avrupa Filmleri arasındaki düşük/yüksek kültür muhalefetine festivaller de katkı sağlamaya başlar. Çünkü Avrupa, başından beri “sanat olarak sinema” kavramını kullanmak ister. Venedik’teki ilk film festivali Sanat Bienali kapsamında kurulur. Böylece sinema Abbe Batteau’nun güzel sanatlar kategorisine “yedinci sanat” olarak açıkça eklenir,   kültürel bir uygulama ve ulusal meşrulaştırma sağlanır. Festivalin yüksek statüsü görkemli organizasyonu, Lido Adası’ndaki lüks otel seçimi ile vurgulanır (De Valck, 2007, s.128). Dünyanın bu en eski film festivali, 1932 yılında Esposizione Internazionale d’Arte Cinematografica (Uluslararası Sinematografik Sanatlar Sergisi)  adıyla başlar. İtalyan faşist hükümetinin himayesinde kurulan festival ilk yıl yarışmasız olur. Bienal Başkanı Kont Giuseppe Volpi di Misurata, heykeltıraş Antonio Maraini ve Luciano De Feo’nun tarafından düzenlenir.

1934’de rekabetçi bir boyuta taşınır. 19 ülkenin katıldığı festivalde en iyi yabancı film ve en iyi İtalyan filmi için Mussolini Kupası (Coppa Mussolini) adlı bir ödül verilir.1935’ten itibaren yıllık bir etkinlik haline gelir ve kurucusu Kont Giuseppe Volpi’nin adını taşıyan Volpi Kupası (Coppa Volpi) oyunculara verilen ödülün adı olur.  II. Dünya Savaşı’ndan sonra Coppa Mussolini yerine festivalin en yüksek onuru olarak St. Mark’ın Altın Aslan’ı (Leone d’Oro), en iyi film ödülü olarak verilir.

Yıllar geçtikçe festival dünya sinema tarihi üzerinde kayda değer bir etkiye sahip olmaya başlar. Japon yönetmen Akira Kurosawa’ya verilen Altın Aslan sayesinde Japon Sineması Batı’da da tanınır, merak edilir hale gelir.

1968’de öğrenciler Venedik Bienali’ni sanatın giderek metalaştığı düşüncesiyle protesto ederler; sonuç olarak, 1969-79’da hiçbir filme ödülü verilmez.

2012 yılında Venedik Film Market ve Bienal Sinema Koleji (Biennale College – Cinema) hayata geçer. Mikro bütçeli görsel-işitsel çalışmaların geliştirilmesi ve üretimi için bir yüksek eğitim-öğretim atölyesi olarak kurulan Kolej, pek çok genç sinemacının projesini hayata geçmesini sağlar.

Festivalde, 1934’ten günümüze ana yarışmada; en iyi filime “Altın Aslan”, 1935’ten günümüze en iyi oyunculara “Volpi Kupası”, 1969’dan günümüze “Yaşam Boyu Başarı Altın Aslan” ödülü verilir (www.labiennale.org erişim: 22.02.2021).

blank

Cannes Film Festivali

1938’deki Venedik Film Festivali’nde Fransa adına jüride yer alan diplomat Philippe Erlanger Venedik dönüşü, Fransa’da Venedik Film Festivali’ne rakip, bir kültürel etkinlik düzenlemek ister. 1939’da, Eğitim ve Güzel Sanatlar Bakanı Jean Zay hazırlıklara başlar. Organizasyon komitesi kurulur, davetler yapılır, afiş tasarlanır, yer olarak  Fransa’nın güneyindeki sahil kenti Cannes seçilir. Festivalin açılışının yapılacağı 1 Eylül günü, Almanya Polonya’yı işgal eder ve festival gerçekleşemez. Nihayet 1946’da savaşın sona ermesinden bir yıl sonra, Uluslararası Cannes Film Festivali’nin ilki başlar.

Avrupa sineması için çok önemli olan uluslararası ortak yapım olgusu, 1940’ların sonlarında Cannes Film Festivali’nde filizlenir. 1959’da sinema endüstrisinin üretici ve tüketicilerini bir araya getiren Film Market (Marché du Film) kurulur. Günümüzde Film Market sinema endüstrisinin en önemli ticari platformlarından biridir.

1958 ve 1959 Cannes festivallerinde, Fransız Yeni Dalgası’nın savunucuları ve muhalifler hararetli bir şekilde  manifesto alışverişinde bulundular. On yıl sonra, başta Louis Malle, Truffaut ve Godard olmak üzere birkaç önemli Fransız Yeni Dalga yönetmeni, Mayıs 1968 olayları sırasında hükümet politikalarını protesto etmek için festivali kesintiye uğratırlar. 18 Mayıs’ta festival sarayının büyük salonunu ele geçirirler. Fransa’daki öğrenci ve işçilere destek olma ve Fransız Sinematek Başkanı’nın tahliyesi adına durdururlar festivali. Sinemacılar Başkanı’nın hakları iade edilir ve aynı yıl Film Yönetmenleri Derneği kurulur. Dernek 1969’da, Pierre-Henri Deleau liderliğinde yarışma dışı bir bölüm olan ve kıtalararası  filmlerin gösterildiği “Yönetmenlerin 15 Günü” kategorisini  başlatır.

Filmlerin seçilme süreçlerinde 1972’de değişiklikler olur. Başkan Robert Favre Le Bret, o zamana kadar ülkelerin kendisi tarafından seçilerek festivale gönderilen filmlerin artık Fransız ve yabancı filmler olarak iki ayrı komite tarafından seçilmesini ön görür. 1995 yılında festivalin son resmi bölümü olan Cinefondation, Gilles Jacob tarafından hayata geçirilir. Böylece dünyadaki çeşitli film okullarından kısa veya orta metrajlı filmleri içeren bir seçki de dahil olur festivale. 2002 yılında ise festivalin resmi adı Festival de Cannes olarak değiştirilir. Festivalin en büyük ödülü Altın Palmiye’dir (Palme d’Or ). Festivalin ikinci büyük ödülü Büyük Ödül – Jüri Özel Ödülü ise (Grand Prix) jüri tarafından uluslararası yarışma bölümünde yer alan filmlerden birine ya da birkaçına verilir (www.festival-cannes.com erişim: 22.02.2021).

blank

Berlin Film Festivali

Soğuk Savaş döneminde, Berlin’de görev yapan ABD Ordusu’nun film subayı Oscar Martay’ın girişimiyle, 9 Ekim 1950’de toplanan bir komite ile Berlin’de uluslararası bir film festivalinin temelleri atılır. Martay ve İngiliz meslektaşı George Turner’ın yanı sıra, komitede Berlin senato yönetiminden iki temsilci, Alman film endüstrisinden dört temsilci ve bir gazeteci yer alır. ABD’nin destek verdiği ilk “Berlin Uluslararası Film Festivali’nin  tarihleri ​​6-17 Haziran 1951, ödül töreni ise 18 Haziran olarak kararlaştırılır. Ana amaç, 1920’li yıllarda dünyaca ünlü olan, ama savaş sırasında çöken Alman film endüstrisini yeniden canlandırmak Berlin’i kültür merkezi haline getirmektir.

2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden altı yıl sonra, Berlin’in büyük bir kısmı hala harabe halindedir. Festivalin siyasi bir amacı da vardır.  Soğuk Savaş’ın başladığı o yıllarda Batı’da nasıl bir hayat olduğunu Doğu’ya göstermektir. Festival bölünmüş bir şehirde “özgür dünyanın vitrini” olarak hizmet etmeyi hedefler.

Avrupa’da film festivalleri her şeyden önce Batı’da yeni demokratik düzenin gerçekleşmesine katkıda bulunmanın bir yolu olarak görülüyordu. Cannes, Venedik festivalinin faşist gündemine cevap olarak, Berlin ise Doğu’daki Batı üstünlüğünün kanıtlarını sunmak üzere kurulur (De Valck, 2007).

6 Haziran 1951’de Alfred Hitchcock’un yönettiği Rebecca filmi ile Titania-Palast sinemasında ilk Berlin Uluslararası Film Festivali’nin açılışı yapılır. Filmin yıldızı Joan Fontaine, aynı zamanda festivalinde ünlü yıldız konuğudur. “Berlinale” halk arasında büyük bir hit olur. Festival töreni, açık hava arenası “Waldbühne” de gerçekleşir. Soğuk Savaş döneminde Doğu Berlin sakinleri film festivalini ziyaret edebilme şansına sahiptir. Sektör, sınırları hala serbestçe geçilebilir durumdadır. Wedding bölgesindeki Corso sinemasında Doğu Berlinliler için daha ucuz gösterimler yapılır.

1970 yılındaki festivalde, Michael Verhoeven’in Vietnam Savaşı karşıtı filmi “O.K” büyük tartışma yaratır. Yarışma iptal edilir, ödüller verilmez. Ertesi yıl, festival reformu yapılır ve “Uluslararası Yeni Sinema Forumu” oluşturulur. Forumun hedefi, “dünyanın dört bir yanından gelen filmlerdeki ilerici ve avangart gelişmeleri tanıtmak ve desteklemek” olarak açıklanır (https://www.berlinale.de erişim: 22.02.2021).

1974’de ilk defa Sovyetler Birliği’nden bir filmi festivale davet alır. Bu sanatsal değil, siyasi bir karar olarak nitelenir.

1978 yılı ile birlikte festivalin organizasyonu Haziran ayından Şubat ayına alınır. 1978 festivali, aynı zamanda “Film Market”i de hayata geçirir.

2008 Berlin Film Festivali bir ilke imza atar. Martin Scorsese’nin bir Rolling Stones konseri “Shine a Light”ı çektiği belgesel film, festivalin açılış filmi olur.

Berlinale, halkın katılımını teşvik etme biçimiyle büyük film festivalleri arasında, dünyanın en büyüğü olarak kabul edilir. Bazı filmler için bilet almak genellikle zor olsa da, Berlin festivalinin gösterimlerinin çoğu halka açıktır (www.german-way.com erişim:22.02.2021).

“Berlinale” / “Berlin Film Festivali” 7 farklı bölümünden oluşur. Her bölüm uzmanlardan oluşan komite tarafından seçilir. Festivalin en büyük ödülü  ana yarışma ödülü olan “Altın Ayı” ödülüdür.

Venedik, Cannes ve Berlin  Film Festivali’nde Büyük Ödül ve Jüri Özel Ödülü Alan Türk Filmleri: 2010-2020

Film Yönetmen Festival Ödül Yıl
Bal Semih Kaplanoğlu 60. Berlin

Film Festivali

Altın Ayı 2010
Bir Zamanlar Anadolu’da Nuri Bilge Ceylan 64. Cannes Film Festivali Jüri Özel Ödülü 2011
Kış Uykusu Nuri Bilge Ceylan 67. Cannes

Film Festivali

Altın Palmiye 2014
Sivas Kaan Müjdeci 71. Venedik Film Festivali Jüri Özel Ödülü 2014
Abluka Emin Alper 72. Venedik Film Festivali Jüri Özel Ödülü 2015
Koca Dünya Reha Erdem 73. Venedik Film Festivali Jüri Özel Ödülü 2016
Anons M. Fazıl Coşkun 75. Venedik Film Festivali Jüri Özel Ödülü 2018

“Bal”, Semih Kaplanoğlu’nun çektiği “Yumurta”, “Süt” ve “Bal” dan oluşan “Yusuf Üçlemesi”nin son filmidir. 2010 yılında 60. Berlin Film Festivali’nde büyük ödül olan, “Altın Ayı Ödülü”nü alır. Bal filminde 7 yaşındaki Yusuf anne-babasıyla birlikte Karadeniz`in muhteşem doğasıyla iç içe bir köyde yaşamakta ve ilkokul birinci sınıfa gitmektedir. Sessiz ve içine kapanık bir çocuktur. Yusuf’un en iyi iletişim kurduğu kişi babasıdır. Rüyalarını ve sırlarını babasına anlatır. Babası Yakup, ormanda kara kovan balcılığı yapmaktadır. Yusuf ve babası sık ağaçlarla çevrili ormanda beraber kurdukları kovanları gezerler ve balların durumunu kontrol ederler. Filmin başında babasının oku demesinden sonra takvim yazısını okuyan Yusuf, okulda aynı rahatlığı sağlayamaz. Aslında bir an önce okuma-yazmayı öğrenerek, öğretmenin verdiği kırmızı kurdeleyi takmak ister. Yusuf okulda okuma alıştırmalarının yapıldığı ders esansında öğretmeninin seçtiği parçaları okumakta zorluk çeker. Kekelemeye başlar. Sınıf arkadaşlarının alayına maruz kalır. Bu durumdan olumsuz etkilenir. Yusuf’un okuma problemi sadece sınıftadır. Babası ile evde tek başına iken okuyabilmektedir. Babası Yakup, verimli bal yapan arıları bulmak için ormanın derinliklerinin yolunu tutar. Zaten sessiz bir çocuk olan ve sadece babasıyla iletişim ve arkadaşlık kurabilen Yusuf, iyice sessizleşir. Yakup’un gidişinin üzerinden günler geçtikçe, annesi ve Yusuf’un korkuları artar.

Nuri Bilge Ceylan imzalı “Bir Zamanlar Anadolu`da” filmi 2011 yılında, 64. Cannes Film Festivali’nde “Büyük Jüri Özel Ödülü” alır. Film üç araçtan oluşan bir konvoyun gece yarısı Anadolu’nun bozkırında bir cinayet sonucu ölen Yaşar’ın cesedini  araması ile başlar. Katil zanlısı Kenan, Yaşar’a bir zamanlar karısı ile ilişkisi olduğunu ve oğlu diye bildiği çocuğun aslında kendi çocuğu olduğunu söyler. Çıkan tartışma ve arbede sonucu Kenan Yaşar’ı öldürür ve kardeşi ile birlikte gömer. Yaşar’ın cesedinin yerini gösterecek olan Kenan ve kardeşi ile yol alan görevli ekip yorgun ve gergindir. Kenan, cesedi gömerken sarhoş olduğunu, sadece bir çeşme ve ağaç hatırladığını söyler. Bu yüzen bozkırın ortasındaki bu arayış bir türlü sonlanamaz.

Bu görevde yer alan kişilerden Savcı Nusret, Komiser Naci, otopsiyi yapacak Doktor Cemal ve Şoför Arap Ali’nin de hikayeleri dramatiktir. Saatlerce süren aramalar sonunda yorgun düşen ekip civardaki bir köyün muhtarının evinde mola verir. Moladan sonra cesedin aranmasına devam edilir ve nihayet ceset bulunur ve Kasaba’ ya dönülür.

Maktul Yaşar’ın karısı ve oğlu, kalabalık bir kitleyle birlikte ekibi beklemektedir. Adliye’nin önündeki kalabalık Kenan’ı linç etmek ister. Yaşar’ın karısı otopsi öncesi, Savcı eşliğinde cesedi teşhis eder. İç organlar, her şey normal görünür ancak nefes borusu ve akciğerlerde toprak bulunur. Bu, Yaşar’ın daha canlıyken gömüldüğüne işaret eder. Ancak, Doktor Cemal otopsi raporuna akciğer ve nefes borusu normal yazar.

“Kış Uykusu” filmi ile Nuri Bilge Ceylan, ilk defa Yılmaz Güney’in 1982’de “Yol” filmi ile Cannes’da aldığı “Altın Palmiye”yi, 32 yıl sonra, 2014 yılında Türkiye’ye getirir.

Emekli bir tiyatro oyuncusu olan, memleketinde babadan kalma oteli işletmek üzere Kapadokya’ya dönen Aydın, taşrada varlıklı bir entelektüel olarak hayatına devam etmektedir. Yerel bir gazeteye yazdığı köşe yazıları ve hep yazmayı istediği bir türlü başlayamadığı tiyatro tarihi kitabı projesiyle günlerini geçirir. Aydın’a uzak ve soğuk duran genç eşi Nihal ise çevredeki okullara ve ihtiyacı olan çocuklara yardım işlerine vermiştir kendisini. Alkolik kocasından boşandıktan sonra yanlarına taşınan kız kardeşi Necla ise bu taşra kasabasında amaçsızdır. Aslında abisiyle yaşamaktan hoşnut değildir. Birlikte ama yalnız, üç yabancı gibi yaşamaktadırlar.

Aydın, yılkı atı almak için bu atların yakalanıp, satıldığı çiftliğe gider. Dönüş yolunda bir ilkokul çocuğu olan İlyas, cipine taş atarak camını kırar. İlyas’ın, kiracıları İmam Hamdi Hoca’nın yeğeni olduğu anlaşılır. İmam Hamdi, abisi İsmail, yeğeni İlyas ve yengesi Sevda ile Aydın Bey’in evlerinden birinde kiracı olarak yaşamaktadır. Maden ocağında çalışan İsmail, karısı Sevda’ya askıntı olanlarla kavga ettiği için girdiği cezaevinden yeni çıkmıştır. Yeni hayatına adapte olmakta zorlanır, içkilidir çoklukla. İş bulamaz, kimse işe almak istemez. Kardeşi İmam Hamdi’nin yardımıyla ayakta durmaktadır. Zor koşullarda yaşayan aile, biriken kiralarını ödeyemez. İcra memurlarının evlerindeki bazı eşyaları alması küçük İlyas’ın psikolojisini olumsuz etkiler ve bu etki Aydın’ın cipine taş atmaya kadar gider.

İmam küçük yeğenini, Aydın’ın oteline kadar getirerek el öptürüp, özür diletir. Anadolu insanı üzerine yazılar yazmasına rağmen Aydın için İmam Hamdi’yi ve ailesini anlamak kolay değildir. Ara sıra kardeşi Necla’yla yazıları hakkında konuşurlar. Abisinin yerel gazetedeki yazılarını genellikle öven Necla’nın, Aydın’ın İmam Hamdi’yi anlattığı üstten bakan yazısına küçük eleştiriler getirmesiyle iki kardeş arasında tartışma çıkar. O güne kadar söylenmeyenler söylenir.

Kaan Müjdeci’nin “Sivas” filmi ise  71. Venedik Film Festivali’nde  “Jüri Özel Ödülü” alır. Yönetmenin de ilk filmi olan “Sivas”, Venedik Film Festivali’nin ana yarışmasından ödülle ayrılan ilk Türk filmidir. (www.iksv.org erişim: 01.02.2021)

Yozgat’ın bir köyünde yaşayan Aslan, 11 yaşında bir erkek çocuğudur. Annesi, babası ve özellikle köydeki erkeklerin alay ettiği abisi Şahin ile birlikte yaşamaktadır. Abisi ile sert şakalaşmalara, oldukça yoğun küfürleşmeye dayanan bir ilişkileri vardır.

Aslan ve Şahin gittikleri köpek dövüşünde, köpeklerin birbirini boğmasını keyif ve hırsla izleyen erkeklerin arasında bu seyre katılırlar. Aslan bu vahşetten hoşnut değildir.  Bir köpek dövüşünde feci yaralanmış ve ölüme terk edilmiş Sivas adlı köpeğe sahip çıkar.

Günleri okula gitmek ve abisine yardım etmekle geçen Aslan, okulda Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler piyesinde öğretmenin kendisine “cüce” rolü vermesine, muhtarın oğluna ise doğal olarak “prens” rolü verilmesine tepki gösterir. Aslan, “prenses” rolünü oynayan Ayşe’ye aşıktır. Prens rolünü almak ve muhtarın oğlundan ne eksiği olduğunu öğrenmek için öğretmeninin evine gider. Öğretmeni ise konuyu değiştirmek için Aslan’a zor matematik soruları sorar.

Aslan her ne kadar köpeği Sivas’a evcil bir hayvan muamelesi yapmak istese de, çevresi tarafından engellenir. Herkes köpeğini dövüşlere sokması için onu motive eder. Aslan Sivas’ı dövüşlerden uzak tutamaz.

“Sivas”tan bir yıl sonra Emin Alper, “Abluka” filmi ile 72. Venedik Film Festivali’nde, ödül töreni öncesinde açıklanan yan ödüllerden “Arca Cinema Giovani” ödülünü alan Emin Alper’in “Abluka” filmi, ana yarışmada da “Jüri Özel Ödülü” alır. (Pınar, 2015, www.bbc.com/turkce, erişim: 26.02.2021)

Kadir hapiste yattığı 20 yıldan sonra şartlı tahliye olur. Emniyet güçleri Kadir’i çöp toplayıcısı görünümünde kendileri için istihbarat yapması şartıyla salıverir. Gecekondu semtindeki çöplerde herhangi bir bomba malzemesi olup olmadığını araştırmak, yasa dışı faaliyette bulunanları ihbar etmekle görevlidir. Kadir emniyete verdiği raporlarda bir şekilde hoşlanmadığı ya da ters bulduğu kimselere karşı örgüt temsilcisi olabileceği yönünde  bildirimlerde bulunur.

Hapisten sonra küçük kardeşi Ahmet’i bulan Kadir, kardeşlik bağını kurmak için ne kadar çaba harcasa da, bu çabaları karşılıksız kalır. Ahmet Belediye’de sokak köpeklerini tüfekle itlaf eden ekipte çalışmaktadır. Karısının çocukları da alarak kendisini terk etmesini sindirememiş, içine kapanmıştır. Birden bire ortaya çıkan abisinin kendine yardım etmeye çalışmasından, çocuklarını bulmak istemesinden hoşlanmaz.

 Kadir kardeşi Ahmet’in arkadaşı Ali’nin üst katında bir ev kiralar. Ali ve karısı Meral kendisine misafirperver davranır. Ahmet ve Kadir’i evlerinde, sofralarında ağırlarlar. Filmdeki tek kadın karakter olan Meral’in Ahmet’le ilişkisi vardır. Aynı zamanda Kadir’in de kafasını çokça meşgul eder Meral.

Ahmet belediyedeki ekip arkadaşları ile köpek itlaf ettikleri bir gün, köpeklerden birini ıskalar. Köpek yaralı olarak kaçar. Yaraladığı köpeği evinin yakınında bulan Ahmet onu iyileştirir, sevgiyle bağlanır. Aynı zamanda belediye ekiplerinin köpek beslediğini öğrenmesinden de korkar.  Mahallede olaylar patlak vermiştir. Polis her yeri kuşatır. Kadir komşuları Meral ve Ali’nin de da örgüt üyesi olduğunu öğrenince şaşkına döner

Etrafında olup bitenleri bambaşka yorumlayan Kadir, Ali ve Meral’in, kardeşi Ahmet’in evinde saklandığını, Ahmet’i zorla alıkoyduklarını, kardeşinin masum olduğunu bildirir. Ahmet, evine yapılan baskında, köpeğini almaya geldiklerini düşünüp, korkup ateş açınca öldürülür. Perişan haldeki Kadir ise bu ihbarın bedelini infaz edilerek öder.

2016 yılında ise 73. Venedik Film Festivali’nde, Reha Erdem “Koca Dünya” filmiyle “Orizzonti”, “Ufuklar” bölümünün “Jüri Özel Ödülü”nü alır.

Filmde Ali ile Zuhal yetimhanede büyümüş iki genç kardeştir. Ali yetimhaneden ayrıldıktan sonra bir motor tamirhanesinde çalışıp, bekar evinde yaşamaktadır. Zuhal ise bir aileye evlatlık olarak verilmiştir. Zuhal’in verildiği aile kardeşi Ali ile görüşmesine izin vermez. Ailenin babasının, karısı ve kızına rağmen Zuhal’e nikah kıyacağını öğrenen Ali, motosikletine atlayıp Zuhal’in kaldığı evde soluğu alır. Aileyi bıçakla yaralar.

Ali, kız kardeşiyle  İstanbul’un dışına çıkar. İğneada’nın ormanlık alanda herkesten ve her şeyden uzakta yaşamaya başlayan iki kardeş için, vahşi yaşam pek çok zorluğu beraberinde getirir. Öte yandan hayatlarını devam ettirmek için para kazanmaları gerekmektedir. Ali ormana yakın bir tamirhanede çalışmaya başlar fakat ormanda yaşamaya alışamaz. Bu nedenle Zuhal ormanda uzun süre yalnız kalır. Gerçekle düşün birbirine karıştığı günler geçirir. Beslenme ve barınma koşullarının ormanlık alanda yetersiz oluşu nedeniyle hastalanır. Ali, acil olarak Zühal’i hastaneye yetiştirir ancak hastane polisini görünce korkar, kaçar.

Reha Erdem’in “Koca Dünya” filminin ödül almasından iki yıl sonra, 2018’de 73. Venedik Film Festivali  yine “Orizzonti”, “Ufuklar” bölümünde yarışan M.Fazıl Coşkun’un “Anons” filmi “Jüri Özel Ödülü” ile takdir edilir.

Filmde 1963  Mayıs’ında Ankara’da gerçekleştirilmesi tasarlanan bir askeri darbenin hazırlık çalışmalarının İstanbul teşkilatında; Teğmen Şinasi, Binbaşı Kemal, Binbaşı Rıfat ve Albay Reha  görevlidir.  Ordudan tasfiye edilmiş bu dört asker, Ankara Radyosu’ndan okunacak darbe bildirisinin bir benzerini İstanbul Radyosu’nda okumayı planlar. Yapılacak iyi bir anonsla halkın yanlarında yer alacağını, bunun çok etkili bir fikir olduğunu düşünürler. İstanbul Harbiye’deki Radyo Evi’ne el koymaya gelirler.

Radyo personeli askerlere karşı herhangi bir direniş göstermez. Radyodan anons yapmak için, yine aynı yerde oturan radyo müdürünün getirilmesini isterler. Radyo müdürü gelir ancak cihazın nasıl çalıştığını bilmez. Bu işi bir teknisyenin yapabildiğini ve onun da radyoda olmadığını belirtir. Bunun üzerine bütün gece teknik personel aranır. Yoğun uğraşıların ardından istedikleri anonsu yaparlar. Radyodan ayrılıp bir taksiye binen askerler, taksinin radyosundan gong sesli bir anons duyarlar. Kendi anonsları yerine, yapılan darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlandığının anonsudur bu.

Yöntem

Örneklem dahilindeki filmler nitel araştırma yöntemlerinden biri olan betimsel analiz çerçevesinde incelenmiştir. Betimsel analiz süreci, verilerin özgün biçimlerine sadık kalınarak, kişilerin söylediklerinden, yazdıklarından ve dokümanların içeriklerinden doğrudan alıntılar yaparak, nitel bir yaklaşımla verilerini sunar. Ayrıca betimsel analiz, nitel çözümlemelerde yer alan kelimelere, ifadelere, kullanılan dile, diyalogların yapısına ve özelliklerine, kullanılan sembolik anlatımlara ve benzetmelere dayanarak (Kümbetoğlu, 2012:154) araştırılan durum, olabildiğince tam ve eksiksiz bir biçimde tanımlar (Büyüköztürk Çakmak, Akgün, Karadeniz, ve Demirel, 2018, s. 24).

Bulgular ve Yorumlar

Cannes, Berlin ve Venedik film festivallerinde 2010-2020 arası Türkiye’den  ödül alan 7 filme ilişkin aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır.

Auteur Yönetmenler

2010-2020 yılları arasında Venedik, Cannes ve Berlin Film Festivali’nde ödül alan Türk filmlerinin ortak özelliklerine bakıldığında yönetmenlerinin  “auteur yönetmen”ler olduğu görülmektedir. Auteur anlayışına göre yönetmen bir edebiyatçının kalemini kullandığı özgürlükte kamerasını kullanır. Filmin tek sahibi belli ve oturmuş bir tarzı olan yönetmendir. Bu yaklaşımda yönetmen filmin üretim sürecinde tam bir auteur yani yazar figürdür.  Jean Luc Godard, ve Traffaut gibi isimlerinde aralarında yer aldığı yaratıcı yönetmenler adeta filmlerini özgün bir tarzda sahneye koyar ve hikayelerini senaryoya dönüştürürler. Astruc, “La Camera- Stylo” isimli makalesinde ‘yazma’ ediniminin altını çizerek sinemanın da kendi özgün dili ile bir yanıyla da yazma sanatının bir parçası olduğunu savunur. Auteur yönetmenler, aynı bir romancının bir kitap yazması veya bir bestecinin bir müzik parçası bestelemesi gibi görür. Auteur kuram, bir yazar için kalem, bir ressam için fırça ne ise, bir yönetmen için kameranın aynı anlama geldiğini, özgürce ve özgünce kendi kişisel imzasını atması için kullanılması gerektiğini söyler (Biryıldız, 2000, s.84).

Bu görüşe en dikkat çekici yorum Truffaut tarafından yapılır. Truffaut ticari sinema geleneğine karşı çıkarak sanat sineması kavramını savunur. “İyi veya kötü film yoktur iyi veya kötü yönetmenler vardır” diyerek kışkırtıcı bir ifade kullanır. Ona göre bir auteur yönetmen mutlaka kendi filminin senaryosunu da kendi yazmalıdır (MacKenzie, 2014, s.133-144).

Andrew Sarris’e göre auteur yönetmen olmanın üç ölçütü vardır. Bu ölçütler; teknik ustalıkla film dilini pratikte yansıtabilme, yönetmenin imzası olan kişisel bir tarz ve  bir iç anlatım yani  yönetmenin felsefesini yansıttığı, tutarlı, özgün, kişisel anlatısıdır (Sarris, 1979).

Auteur kuram perspektifiyle söz konusu filmler incelediğinde bu özelliklerin hepsi görülür. Bu 7 filmde de yönetmenler ya tek başına ya da başka bir isimle birlikte senaryo yazımında yer alır. “Bal” filminde Semih Kaplanoğlu ve Orçun Köksal senaryoyu birlikte yazar. “Bir Zamanlar Anadolu’da”nın senaryosu Ercan Kesal, Ebru Ceylan ve Nuri Bilge Ceylan tarafından yazılır. “Kış Uykusu”nda ise Nuri Bilge Ceylan ve Ebru Ceylan imzasını taşır senaryo. Kaan Müjdeci (Sivas), Emin Alper (Abluka), Reha Erdem ( Koca Dünya) ise filmlerinin senaryolarını kendileri yazar. “Anons” filminde M. Fazıl Coşkun, Ercan Kesal ile birlikte gerçekleştirmiştir senaryo yazımını. Dolayısı ile yazan ve yöneten durumu mevcuttur bütün bu filmlerde.

Bütün bu ödüllerin sahibi yönetmenler birbirinden bağımsız aynı zamanda birbirine koşut bir biçimde filmlerini gerçekleştirirken zaman zaman farklı zaman zaman benzer tarzlarda üretim, dağıtım, gösterim biçimleri sergilerler.

Filmlerin temaları

Erkek egemen toplum, kimlik bunalımları, anlam arayışı, yalnızlık, sıkışmışlık, toplumsal baskı, suç, suçluluk, korku, hesaplaşma, yabancılaşma, sevgisizlik, kaçış temaları işlenir. Bütün bu temaların geçtiği coğrafya Türkiye özellikle taşra olmakla beraber çağırdıkları duygu ve duyarlılıklar taşra insanının duygu dünyasından ve ana akım sinemadan farklıdır. Daha çok post modern dünya insanının salınımları şeklindedir.

Filmlerin mekanı: Taşra

Anons filmi hariç, bütün filmlerin hikayesi taşrada geçer. Abluka filmi belirsiz bir zaman ve mekan atmosferi yaratsa da, bir şehrin çeperinde, taşrasında geçmektedir. Bu filmlerde taşra, mekandan bağımsızlaşarak bir kavram ve karakter haline bürünür. Bir mekandan çok bir toplumsal veya bireysel ruh halini yansıtır. Dış dünya ile olan sınırlı bağı, sosyo-kültürel-ekonomik-coğrafi yapısı; taşrayı sinematografik açıdan bir mekan olmanın ötesinde, seyircinin anlam haritasını çizen, anlatısal ana unsurlardan biri olarak konumlandırır (Özçınar, 2020).

Mekan. Türkiye topraklarında bir taşra olmakla birlikte “Bal” ve “Sivas” filmi dışında kültürel ve geleneksel kodların ve taşra insanının karakteristiğinin, sorunlarının, yaşam biçiminin altı pek çizilmez. Taşra bir fon olarak, estetik sunumları ile kullanılır.

Filmlerdeki minimalist yaklaşım

Filmlerin tümünde bir minimalist sinema tarzı tespit edilir. Minimalist sinema, gerçekçi ve doğal mekanlar kullanır. Dekor ve objelerin sade ve işlevsel olması önemlidir. Kamera hareketlerinden, yapay efekt ve kurgudaki düzeltmelerden uzak durarak gerçekçi bir anlatı yapısı öngörür. Doğal olarak filmin içerisinde yer alan müzik dışında, müzik kullanımından kaçınır. Doğal ses, sessizlik ve efektler önemlidir, çekimler sesli yapılır. Sade, gerçekçi ve doğaçlama bir oyunculuğu benimser. Profesyonel oyuncuların yanı sıra, amatör ve gerçek kişilere de yer verir (Özdoğru, 2004). (Lopez, 1993, s.182).

Söz konusu filmlere baktığımızda hikaye ve sinematografik anlatıda sadelik, doğal oyunculuk, kamera ve sinema tekniğinin varlığını hissettirmeyen gerçekçi yapısı ve yalın bir dil mevcuttur.

Batılı festivaller ve fonlar tarafından desteklenen Türk filmlerinin büyük çoğunluğunu ”minimalist”, ”gerçekçi”, ”sade” tarzdaki projelerden oluştuğu gözlemlenir. Minimalizm genellikle ekonomik koşulların dayatması sonucunda ortaya çıkan bir tercih gibi algılanır. Bunun yanında estetik bakımdan egemen anlatılara karşı bir alternatif oluşturduğundan da bahsedilebilir. (Zaim, 2008, www.derviszaim.com erişim:14.03.2020 )

İnceleme konusu olan 7 filme baktığımızda minimalist bütçe koşullarına sahip olmadığı görülür. Reha Erdem’in “Koca Dünya”sı dışında hepsi çok uluslu ortak yapımlardır. Çeşitli fonlardan destek almışlardır. “Koca Dünya” ise çok şirketli bir ortak yapımdır. Dolayısıyla finansal zorunluluktan kaynaklanan bir minimalist tarz tercihi söz konusu değildir.

Türk Sineması söz konusu olduğunda Batılı sinema otoriteleri politik, kültürel beklentilerinin dışında tarza dair bazı beklentiler içerisinde midirler? Avrupa Sineması yapısı ve estetiği bu filmlerde görülür. Minimalist anlatı tarzı yerine, farklı yapısal özelliklere sahip bir Türk filminin önemli festivallerde boy gösterme şansı neredeyse yok gibidir.

Filmlerin yapım koşulları

Filmlerden 6’sı uluslararası ortak yapımlar şeklinde gerçekleşir. “Bal” Türkiye-Fransa- Almanya, “Bir Zamanlar Anadolu’da” Türkiye-Bosna Hersek, “Kış Uykusu” Türkiye-Fransa-Almanya, “Sivas” Türkiye-Almanya, “Abluka” Türkiye-Fransa-Katar, “Anons” Türkiye-Bulgaristan ortak yapımıdır. Reha Erdem’in “Koca Dünya” filmi ise yerli yapım şirketlerinin ortaklığında var edilir.

Kaan Müjdeci’nin “Sivas” ve Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sı hariç bütün filmler T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü sinema destekleme fonundan yararlanır.

Semih Kaplanoğlu “Bal”, Nuri Bilge Ceylan “Bir Zamanlar Anadolu’da” ve “Kış Uykusu”, Emin Alper “Abluka” için Avrupa Konseyi’nin Avrupa Ortak Yapım Sinema Destek Fonu Eurimages’dan destek alır.1989’da kurulan Eurimages’ın birincil amacı Avrupa kültürüne dayanan, Avrupa’nın kültürel çeşitliliğini yansıtan filmlere ortak yapım fonu sağlamaktır. İkinci amacı ise ekonomiktir. Ticari başarı sağlamış ve sinemanın bir sanat olduğunu göstermiş bir endüstriye yatırım yapmaktır. Eurimages desteği alan Türk filmleri festivaller ve dağıtımcılar katında daha bir dikkate alınır. Türkiye 1990 yılında fona on sekizinci ülke olarak katılır. O tarihten bu güne yüzlerce Türk filmi Avrupa ülkeleri ile ortaklıklar kurarak fondan parasal destek alır (Yılmaz, 2010).

Eurimages göreceli olarak Türk Sineması’na yeni kapılar açarken öte yandan filmlerde ele alınan konu ve temalar, anlatım yapıları, oyunculuk açısından Türk Sineması’nın geleneksel-kültürel-coğrafik karakteristiğinden bir kopuşu beraberinde getirir. Ağırlıklı olarak “festival filmi”, “sanat sineması” doğrultusunda bir yönelim doğar. Eurimages Avrupa Sineması karakteristiğinde belli tema ve konuların ağırlıklı olarak işlendiği, Avrupa festivallerinin konseptine ve jürisinin beğenisine uygun filmlerin üretimine ön ayak olur. Bu da bir ülke sineması olarak Türk Sineması karakteristiğinin oluşum ve gelişimini olumsuz yönde etkilerken, Avrupa Sineması konseptiyle tek tipleşme riskini beraberinde getirir.

Küresel endüstri içerisinde, filmlerin finansmanın, üretiminin, dağıtımının, gösteriminin ulus ötesi bir zorunluluğu getirdiği, bu filmlerde de görülür. Özellikle uluslararası ortak yapımlar olan filmlerin künyelerinde imzaları yer alan bazı sinema profesyonelleri, özellikle görüntü yönetmenleri farklı ülkelerden isimler olarak karşımıza çıkar. “Sivas”ta görüntü yönetmeni olarak Armin Dierolf, Martin Hogsnes Slovang, “Abluka”da Adam Jandrup, “Koca Dünya”da Florent Herry, “Anons”da Krum Rodriguez yer almaktadır.

Filmlerin gişe başarısı

Cannes, Berlin ve Venedik’te ödül almış bu filmlerin Türk seyircisi ile sinema salonlarında pek de buluşamadığı göze çarpar. Türkiye Box Office verilerine göre, en uzun süre vizyonda kalan, 31 hafta ile Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmidir. 161.181 kişi tarafından izlenmiştir. Sinema salonlarında en çok izlenen film ise 304.782 kişi ile Nuri Bilge Ceyla’nın “Kış Uykusu” filmidir ve vizyon süresi 16 haftadır.

Bu filmlerin yüzünü seyirciye dönük tutmadığı görülür. Bu anlamda yurt içinde endüstriyel bir nitelik taşımadıkları söylenebilir. Festival filmi olarak nitelendikleri ve ödüllerle taçlanarak değer buldukları için filmlerin gösterim ve satış başarıları da aldıkları ödüller çerçevesinde özellikle Batı’da şekillenmiştir. Yönetmen-Senarist Yavuz Turgul “Bana göre Türk Sineması ticari karakterini kaybettiği gün kendi ölüm fermanını imzaladı” diyerek seyircinin önemine vurgu yapar (Tankuter, 1994, s. 29).

 

 

Film

 

 

Vizyon Tarihi

 

 

Vizyon Süresi

 

 

Toplam İzleyici

 

 

Toplam Hasılat

Bal 9 Nisan 2010 10 hafta 31.910   293.243 TL
Bir Zamanlar Anadolu’da 23 Eylül 2011 31 hafta 161.181 1.599.541 TL
Kış Uykusu 13 Haziran 2014 16 hafta 304.782 3.577.811 TL
Sivas 31 Ekim 2014 24 hafta  21.298 213.829 TL
Abluka 6 Kasım 2015 27 hafta 24.736 239.825 TL
Koca Dünya 7 Nisan 2017 23 hafta 15.989 140.357 TL
Anons 28 Aralık 2017 21 hafta 15.796 155.780

Tablo 3: Filmlerin izleyici sayısı ve hasılatı

Kaynak: Box Office Türkiye

SONUÇ VE TARTIŞMA

2010-2020 arası  dünyanın en büyük ve en prestijli festivaller olarak kabul ettiği Cannes, Berlin ve Venedik’ten ödülle dönen 7 Türk  filminin, sadece 2’si büyük ödül alır. Semih Kaplanoğlu’nun “Bal”ı “Altın Ayı” ve  Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” “Altın Palmiye” ödülünü alır. “Bir Zamanlar Anadolu’da”, “Sivas”, “Abluka”, “Koca Dünya”, “Anons” ise jüri özel ödüllerine layık görülürler. Venedik’te “Altın Aslan” alan bir Türk filmi henüz yoktur.

Türk filmleri genellikle uluslararası festivallerin yan bölümlerinde yer alır. İstisnalar dışında büyük festivallerin ana yarışma bölümlerine, resmi programlarına kabul edilmezler. Türk Sineması İran, Çin, Japonya, İtalya, Almanya, Fransa, ABD sinemaları gibi festival seçici kurulları tarafından çok önceden festivalin ana yarışma bölümlerine  koltuk ayırtacak ülke sinemaları arasında değildir. Nedeni ise Türk Sineması’nın büyük festivallerin yararına olacak şekilde yıldız oyuncu, süreklilik arz eden farklı filmler ile dünya sinema kamuoyunun ilgisini çekecek etki yaratma kapasitesinin yetersiz kalmasıdır. Türk Sineması örnekleri daha çok yan bölümlerde yer alan bir sinema kategorisi arz eder (Zaim, 2008, www.derviszaim.com. erişim:14.03.2020).

Bu prestijli ödüllerle takdir gören Türk filmlerinin üretim, dağıtım ve gösterim açısından Avrupa Sineması düzleminde yer aldıkları görülür. Kendi dilini oluşturmuş “autuer” yönetmenlerin Avrupa Sineması bakış açısı ile yüksek teknik standartlarda, minimalist sinema örnekleri verdikleri aşikardır. Dolayısı ile filmleri, bu prestijli festivallerin beklenti ve kriterlerine cevap verir.

Söz konusu festivallerde başarı kazanmalarına rağmen, çeşitli nedenlerle Türk seyircisi ile pek buluşamazken ve/veya sırtını dönerken; kendi sinema dillerini oluşturarak, aldıkları ödüllerle seslerini yurt dışında duyururlar. Pek çok ülkenin sinema salonlarında vizyona girebilme ve bazı TV kanallarında gösterilme başarısını yakalarlar. Bununla birlikte, bir ülke sinemanın ihtiyaç duyduğu prestiji, kazandıkları uluslararası ödüller sayesinde ülkelerine katarlar. Bu da Türkiye’den filmlere bir ilgi, beğeni ve kutlama getirir. Ülkenin film endüstrisini beslemeye ilgi yaratır. Pek çok sinemacı için örnek ve ilham alınacak hatta taklit edilecek bir unsur olur. Ancak aynı şekilde bu festivallerden ödül alan bir Japon, bir Alman, bir Rus filmi için Japon Sineması, Alman Sineması, Rus Sineması örneği olduklarını söylemek ne kadar kolaysa; bu filmler için ayırt edici bir biçimde Türk Sineması örneği demek güçtür.

Yanı başımızdaki komşularımız İran’ın, Yunanistan’ın, biraz ötede Romanya’nın Macaristan’ın Polonya’nın sinemasından söz edilebilirken Türkiye’nin sinemasından söz etmek zordur. Yedinci sanat olan sinemayı üretildiği ülkenin dışında düşünülemez. Tematik yapı ve konu ne olursa olsun her sinema filmi içinden çıktığı ülkenin ulusal değerlerinin ve kültürünün bir uzantısıdır. Hali hazırda Türk Sineması kavramı, belli başlı özgün stili, dili ve ruhu olan bir ülke sineması olarak oturmamıştır. Daha çok bölgesel bir sinema içinde anılır. Bu ödüllü filmler izlenmeye başlandığında, birkaç dakika sonra Tük Sineması’ndan bir film izlendiği hissi ve fikri oluşmamaktadır. Daha çok “festival filmi”, “yönetmen filmi”, “art house film” olarak kanonlaşmışlardır. Kapsayıcı ve tarif edici bir Türk Sineması’ndan ziyade bazı Türk yönetmenlerin sinemasıdır söz konusu olan.

Senarist-Yönetmen Ercan Kesal konuyla ilgili olarak düşüncelerini Cinedergi’de Semra Güzel Korver’e verdiği röportajda şöyle açıklar:

Evrensellik, güçlü bir yerellikten başka bir şey değil. Sesinizin dünyaya duyulmasını istiyorsanız kendi sesinizden vazgeçmeyeceksiniz ve onu en güçlü bir biçimde söylemeye gayret edeceksiniz. Asgar Farhadi’yi Farhadi yapan kuşkusuz onun İran edebiyatına, İran kültürüne olan bağlılığı, ona olan dikkati ve derinliğidir. Ancak bu onu, filmini Fransızlarla birlikte yapmaktan, dünya sinemasında kendine yer açmaya çalışmaktan da alıkoymuyor. Oradaki varlığını güçlü bir yerellikle yerine getiriyor. Bizim de her halde o yoldan ya da benzer bir yoldan yürümemiz lazım.

Bu coğrafyanın bize ait olan hafızasına iman ediyorum. Onun çok güçlü bir bellek taşıdığını biliyorum. Ama o belleğin yeterince eşelenmediği, kıymet verilmediği de ortada. Bugünde, bundan sonra da dönüp bakacağımız yer kendi coğrafyamızın belleğinden başka bir şey değil. Biz onlarla müsemmayız. Onlarla beslenmişiz. Nitekim bu bizim yaptıklarımıza ettiklerimize sirayet edecektir. Bunun peşinde olursak zaten yeterince dünya edebiyatı ile zenginleştirilmiş zihnimizde yeni ilham kapıları açılacak ve çok daha güzel daha güçlü şeyler çıkartacağız (Güzel Korver, 2018  www.cinedergi.com erişim: 14.03.2020).

Türk Sineması’nın, insanı baz alan, yaşadığı coğrafyanın ve  toplumun gerçeklerinden doğan, içinde bulunduğu toplumun dönüşmesine, gelişmesine, yüzleşmesine tesir edebilecek bir  ülke sineması olma ve dünya seyircisine ulaşma çabaları devam etmektedir. Bu çaba sektörün bazı bileşenlerinin ve devletin kültür endüstrisine yönelik çok da yeterli olamayan teşvikleri ile sınırlıdır. Devletin kültür politikaları ve desteği sürekli, sistematik, çok boyutlu bir yapıya bürünememiştir henüz. Öte yandan yaşadığı coğrafyanın kültürü, özgün sanatı, edebiyatı, söylenceleri, gelenekleri, şarkıları-türküleri ile beslenen, bundan ilham alan, yansıtan senarist ve yönetmenlerin “yerellik” kavramını Batı kompleksine dönüştürmeden ve/veya “self oryantalist” çabalara kaçmadan temelde öz olarak insanı baz alan evrensel eserler vermesi de Türk Sineması’nın kimliğinin oluşumunda oldukça etkilidir. Sadece belli festivallerin beğenilerine ve ödül kanonlarına göre film üretmek, bir ülke sineması kimliğinin oluşumuna ne ölçüde katkı sağlayabilir.

Türk Sineması küresel markette ve festivallerde ses getiren, bilinen, ödüller alan bir sinema olarak tanımlanabilirken; sosyo-ekonomik, politik, kültürel, teknik bir çok parametreden dolayı dünyanın önde gelen sinemaları arasında tanımlanamamaktadır.

Türk Sineması’nın altın çağı olarak anılan1960’larda Ö. Lütfü Akad’ın, Metin Erksan’ın, Halit Refiği’nin öncülük ettiği Türk edebiyatı ve kültüründen oldukça beslenerek ürettikleri toplumcu-gerçekçi filmlerle oluşturmaya çalıştıkları Türk Sineması çabaları sosyo-politik-ekonomik nedenlerle kesintiye uğrar. Sonrasında meydana gelen yeni sinema oluşumları bir ülke sineması kimliği oluşturmaya yönelik çabalardan ziyade bireysel varoluşlar şeklinde olur.

Bütün bunlara rağmen Türk Sineması’nın; kendi özgün sinema dilini oluşturduğu, global yapım ve dağıtım koşullarını sağladığı ölçüde, yerelliğini yitirmeden, küresel değil evrensel bir anlatım diliyle kendini var etme ve önde gelen sinemalar arasında yer alabilme kaynağına, deneyimine, enerjisine ve enstrümanlarına sahip olduğu açıktır.

KAYNAKÇA

  • Atakan, Z. (Yapımcı). Ceylan N.B.(Yönetmen.) (2011). Bir Zamanlar Anadolu’da   [Sinema filmi]. Türkiye-Bosna Hersek, NBC Film.
  • Atakan, Z. (Yapımcı). Ceylan, N.B. (Yönetmen). (2014). Kış Uykusu  [Sinema filmi]. Türkiye-Fransa-Almanya, Zeyno Film.
  • Atay, Ö. (Yapımcı). Erdem, R. (Yönetmen). (2016). Koca Dünya  [Sinema filmi]. Türkiye, Atlantik Film.
  • Batık, E. (2008) International Film Festivals And Local Forms Of Colonialism, METU, Department of Sociology, Master Thesis
  • Biryıldız, Esra. (2010), Sinemada akımlar.  İstanbul: Beta Yayınları.
  • Büyüköztürk, Ş.; Çakmak, E.; Akgün, Ö.; Karadeniz, Ş.; Demirel, F. (2018). Eğitimde bilimsel araştırma yöntemleri. Ankara: Pegem Akademi.
  • De Valck, M. (2007). Film festivals: From European geopolitics to global cinephilia. Amsterdam: Amsterdam University Press.
  • Iordanova, D. (2015). The film festival as an industry node, Media Industries Journal 1.3 (p. 7-11).
  • Kaplanoğlu, S. (Yapımcı-Yönetmen). (2010). Bal  [Sinema filmi].  Türkiye- Fransa-Almanya, Kaplan Film.
  • Kardaş, H. Tufan, T. (Yapımcılar). Coşkun M.F. (Yönetmen). (2018). Anons  [Sinema filmi]. Türkiye-Bulgaristan , Filmotto
  • Kümbetoğlu, B. (2012). Sosyolojide ve antropolojide niteliksel yöntem ve araştırma. İstanbul:  Bağlam Yayıncılık.
  • Lopez, D. (1993). Films by genre, North Caroline: McFarland & Company, Inc., Publishers.
  • MacKenzie, S. (2014). Film manifestos and global cinema culture, Los Angeles: University of California Press,
  • Müjdeci, K. (Yapımcı-Yönetmen). (2014). Sivas  [Sinema filmi]. Türkiye-Almanya, M3 Film.
  • Ormanlı, O. (2013), Küreselleşme ve yerelleşme bağlamında günümüz Türk sineması, TOJDAC 3(2). s.21-28
  • Öcal, L. (2013). Film festivalleri ve anlatı, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul.
  • Öperli, N. Köstepen, E, Doruk. E (Yapımcılar). Alper, E.(Yönetmen). (2015). Abluka  [Sinema filmi]. Türkiye-Fransa-Katar, Liman Film.
  • Özen, E. (2008). Ulusal sinemalar ve yeni dalgalar: Yeni Tayvan sineması. Kültür ve İletişim. 11(2), 41-74
  • Özçınar, M. (2020). Yeni Türk sinemasında yersiz yurtsuzluk olarak taşra. Turkish Studies, 15(3), 1993- 2015.
  • Özdoğru, P. (2004). Minimalizm ve sinema. İstanbul: Es Yayınları.
  • Özgüç, A. (1988). Kronolojik Türk sinema tarihi 1914-88. İstanbul: Kültür Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Dairesi Müdürlüğü Sinema Dairesi Başkanlığı Yayınları.
  • Peranson, M. (2009). First you get the power, then you get the money: Two models of film festivals. In Dekalog 3: On Film Festivals, R. Porton(Ed.), (s.23–37). London: Wallflower,
  • Sarris, A. (1979). Notes on the Auteur Theory in 1962, Film Theory and Criticism: Introductory Readings, Gerald Mast & Marshall Cohen (Ed.), 2nd Edition, (s.561-564) New York: Oxford University Press.
  • Tankuter, K. (1994). Amerikan tekeli ve Türk sineması Milliyet Sanat, 344, 26-29.
  • Ulusay, N. (2008). Melez İmgeler Sinema ve ulusötesi oluşumlar, Ankara: Dost Kitapevi.
  • Yılmazok, L. (2010). Turkish films co-produced within europe:the story after twenty years’ experience in Eurimages. Sinecine 1(2), 87-108.
  • https://www.berlinale.de/en/archive erişim: 22.02.2021
  • www.boxofficeturkiye.com erişim: 01.03.2021
  • https://www.festival-cannes.com/en/72-editions/history erişim: 22.02.2021
  • https://www.german-way.com/history-and-culture/germany/cinema-in-germany/the-berlinale/ erişim: 22.02.2021
  • Güzel Korver, S.(2018)https://www.cinedergi.com/2018/05/24/ercan-kesal-kurmacayi-ucaga-belgesel-i-kusa-benzetiyor/ erişim:14.03.2021
  • https://www.iksv.org/tr/haber/71-venedik-film-festivali-nden-filmekimi-ne erişim:01.02.2021
  • https://www.labiennale.org/en/history-venice-film-festival erişim: 22.02.2021
  • https://onedio.com/haber/film-onerisi-yurt-disinda-odul-almis-23-turk-filmi-795628 erişim: 19.02.2021
  • Pınar, Ö. (2015) https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150913_eminalper_  erişim: 26.02.2021
  • Pınar. Ö. (2018) https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45464020 erişim: 26.02.2021
  • https://www.themagger.com/odullu-turk-filmleri/ erişim: 19.02.2021
  • https://www.wikiwand.com/tr/Anayurt_Oteli_(film) erişim: 19.02.2021
  • Zaim, D. (2008) Odaklandığın Şey Gerçeğindir: Türkiye Sineması, Alüvyonik Türk Sineması ve Uluslararası Kabul, https://www.derviszaim.com/makaleler/ erişim: 14.03.2021

blankYazar Hakkında: Semra Güzel Korver, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV-Sinema  mezunu. Aynı üniversite ve bölümde  Doktora’ya devam ediyor.

1991’den bu yana başta belgesel yapımlar olmak üzere pek çok haber, kültür, reklam ve tanıtım projesine Araştırmacı, Yönetmen, Prodüktör, Editör ve Danışman olarak imza atar. Fan-Atik, Şehir İnsanları, Alamnya Alamanya, Multikulti Haberler, Orada Doğdum Burada Büyüdüm belgesellerinden bazılarıdır. PRİX Europa, Al Jazeera, Antalya, Ankara Film Festivalleri, Oscar Türkiye Seçici Jürisi gibi bir birçok ulusal ve uluslararası festivalde jüri üyesi olur, ödüller aldı.

Bir sezon başkanlığını da yaptığı Belgesel Sinemacılar Birliğinin kurucu ve aktif üyelerindendir. Festivallerde ve üniversitelerde Belgesel Sinema Atölyeleri yapmaktadır. Gazeteciler Cemiyeti üyesidir.

Bazı gazete, dergi ve kitaplarda makaleleri, denemeleri ve röportajları yayınlanan Korver, neyyse adlı bloğunda ve Cinedergi’de belgeselci adlı köşesinde yazmaktadır.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Dizi Diye Çok Uzun Filmler İzliyoruz!

Binge Watch ya da binge-viewing Türkçeye tercümesi Seri-İzleme olarak yapılabilir.
blank

Radyo Memo: Video Nasties (Yasaklanmış Kült Video Filmleri)

Radyo Memo 4. bölümde Can Evrenol geri dönüyor ve 80’li