Malum, son günlerin en çok konuşulan dizilerinin başında Fi geliyor. Bir dijital platform olan ve Netflix ile BluTv’nin muadili olma yolunda ilerleyen Puhutv’nin ilk orijinal dizisi olarak izleyenlerinin karşısına çıkan Fi, bir yandan kitap uyarlaması olması, diğer yandan da başrolünde yer alan popüler isimler aracılığıyla bir hayli merak uyandırmaktadır. Özellikle sosyal medyada “cesur” sahneleri ile sağlam PR’ı yapılan dizi, an itibariyle 6.bölümünü de geride bırakmış durumda. Pekala, internet âleminin özgürlüğünü arkasına alan Fi, ne denli başarılı bir iş? Bir başka deyişle, abartıldığı kadar değerli, bulunmaz bir Hint kumaşı mı yoksa her an patlayabilme potansiyeline sahip bir balon mu? Gelin hep birlikte göz atalım.
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var. Netflix’in dünyaya sunduğu modelin, yavaş yavaş ülkemizde de hissedilebilir olması fazlasıyla sevindirici. Son birkaç aylık döneme baktığımız zaman BluTv’nin Masum’u ile başlayan ve Puhutv’nin Fi’siyle devam eden süreç, sektör adına oldukça olumlu hamleler. Özellikle bu iki dijital platform arasında doğması muhtemel olan rekabet, kaliteli işlerin artarak önümüze geleceğine işaret etmektedir. Bu da amiyane tabirle kokuşmuş dizi piyasası için devrim niteliğindeki adımları beraberinde getirecektir. Bir başka deyişle, tutkunu olabileceğimiz, nitelikli yerli diziler artık daha fazla karşımıza çıkabilecek.
Gelgelim Fi’ye. Nitekim başrolündeki her bir ismin ayrı ayrı yıldız kalibresinde olması, diziyi henüz en başta ilgi çekici kılmaya yetiyor. Üstüne üstlük, dizinin yakın geçmişin popüler kitaplarından Fi-Çi-Pi üçlemesinden uyarlanması da meraklısı için oldukça cezbedici. Ancak şunu en başta dile getirelim; Fi, 6.bölüm itibariyle beklentisinin altında ezilmekten kurtulamıyor.
Öncelikle diziyi iki şekilde ele almakta yarar var. Eğer ki Fi’yi standart bir Türk dizisi olarak değerlendireceksek, televizyonda yayınlanan işlerden fersah fersah ötede olduğu aşikâr. Gerek süresi, gerekse merkezine aldığı konuyu işleyiş biçimiyle, sektörün parlayan işlerinden biri. Ancak ne var ki, onun bir internet dizisi olduğunu hatırlamamız, şiddetli bir şekilde bariyerlere çarpmamıza neden olmaktadır. Bunun birincil sebebi ise, dizinin bir saatlik süresini efektif kullanamamasında gizli. Şimdi biraz beyin jimnastiği yapalım ve bizi yerli televizyon dizilerinden soğutan ana başlıkları düşünelim. Çorap söküğü gibi uzatılan konular, sırf süre uzasın diye araya konulan gereksiz sahneler, birbirlerine uzun uzun bakan karakterler ve bitmek tükenmez entrika hırsı! Evet, Fi bizlere merak uyandıran bir hikâye sunuyor ancak ne yazık ki televizyon dizilerinin az önce saydığımız kötü alışkanlıklarını da terk etmeyi başaramıyor.
Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım. Fi’nin yayınlanan ilk üç bölümü, bir Masum olmasa dahi, ilgi çekebileceğinin sinyallerini vermişti. Dilediğini rahatlıkla söyleyebilen karakterler, günlük hayattan aldığı referanslar, Can Manay’ın şatafatlı hayatı ve narsist kişiliği sıra dışı bir hikâyeyi izleyenlerine armağan etmekteydi. Ancak ne var ki Fi, yayınlanan 4,5 ve 6. Bölümlerinden sonra irtifa kaybediyor ve deyim yerindeyse yere çakılmaktan kurtulamıyor. Bunun ana sebebi, Fi’nin git gide ucuz bir romantizm kisvesi altına girme çabasıyla ilintili. Açıkçası bu tercih, gereksiz ve abartılmış duygusal sekanslardan fazlaca bıkmış yerli izleyici için, diziye karşı oluşabilecek negatif bir algıya da zemin hazırlamaktadır.
Tam da bu noktada değinilmesi gereken en önemli husus Ozan Güven’in hayat verdiği Can Manay. Malumunuz, karakter dizinin omurgası ve onun gizemli, narsist duruşu Fi’nin ilk bölümlerinde hayli ilgi çekici bir detay olarak öne çıkmaktaydı. Ancak ne var ki 4.bölüm itibariyle Can Manay karakteri 180 derecelik bir dönüşle kimlik değiştiriyor ve onun ulaşılmaz, kontrol delisi havası yerini umarsız bir aşığa bırakıyor. Bu da ister istemez diziyi sıradan bir haleti ruhiye içine sokuyor ve tüm cazibesini yitirmesine neden oluyor. Esasen Can Manay’ın bu dönüşümündeki ana etmenlerden biri de Ozan Güven. İlk 3 bölümde kendine güvenen, dokunulmaz ve oldukça güçlü bir karakteri bizlere izleten sevilen oyuncu, bölümler ilerledikçe karakteri farklı yapan her detayı yavaş yavaş terk ediyor. Belki dizinin ilk üç bölümünde göze batan Can Manay’ın kasıntı ve abartılı halleri dahi, 4, 5 ve 6. bölümlerlerde aranan bir husus olarak öne çıkıyor. Sahi yok mudur bunun bir orta yolu?
Dizinin ilerleyişi açısından karakterlerin varlığı da oldukça önemli. Nitekim 6.bölüm sona ermiş olmasına rağmen, birçok karakterin bütüne ne denli hizmet ettiği konusunda birtakım soru işaretleri güncelliğini korumakta. Örnek vermek gerekirse, Bilge karakterinin işlevi yahut Can Manay’ın iş ya da özel hayatındaki yeri ne? Evet, Bilge zeki ve duru güzelliği ile öne çıkan bir karakter ancak bu onu ne denli işlevsel yapıyor? Keza, ilgi çekmek adına ortaya konulan Cem Yılmaz hamlesine gerek var mıydı? Evet, Cem Yılmaz gözüktüğü sekansta yine bizlerin yüzünü gülümsetmeyi başarıyor ancak dizinin, “İstediğimiz herkesi oynatırız” şovunu yapması hikayeye pozitif anlamda hiçbir şey katmamakta ve aynı zamanda fazlaca irrite edici durmaktadır.
Gelelim dizinin internetteki şöhretine. Malumunuz, televizyonda uzun yıllardır en küçük cinsel objeye bile yer verilmemekte. Keza öpüşen iki karakter olduğu zaman dahi, gündem uzunca bir süre bununla meşgul olabiliyor. Böylesi bir ortamda Fi’nin attığı adımlar cesur gibi gözükse de aslında fazlasıyla doğal ve haber niteliği taşımaması gereken hususlar. Nitekim kot pantolon ile yatakta öpüşen bir çiftin sahnesini, Gri’nin 50 Tonu gibi lanse etmeye çalışmak, fazlasıyla reklam kokan ve geleceğe dönük hiçbir artısı olmayan hamleler. Keza, dizinin kendi içerisinde yaşadığı duygusal evrim de, bu sahnelerin minimize edilerek daha fazla romantik sekanslara yer verileceğine işaret etmektedir.
Tabii değinilmesi gereken bir diğer konu ise reklamlar. Malum, PuhuTv henüz muadilleri gibi ücretli bir platform değil. Bu da ister istemez reklamların varlığını fazlaca hissedilir kılmakta. Dizinin ortasında cart diye çıkan ve maalesef atlanamayan reklamlar fazlaca rahatsız ediyor. Bu noktada da şu soru doğmuş oluyor: Dijital ortamdaki reklamları dahi atlayamıyorsak, nerede kaldı internetin özgürlüğü? Keza aynı şekilde, dizinin içine giydirilmiş viraller de git gide dozajını arttırmakta ve fazlaca göze batmakta. Evet, dizi ve platform para kazanmak zorunda. Ancak bunu televizyon mantığıyla ile yapmak hem dizinin özgünlüğünü zedeliyor hem de platformu televizyon ile aynı kefeye koymamıza neden oluyor. Bu da haliyle bu yapının tüm cazibesini yerle yeksan ediyor. Naçizane tavsiyem, BluTv’nin yaptığı gibi Puhutv de üyelerinden alacağı cüzi bir miktarla bu sorunun rahatlıkla aşabilir.
Pekala, bu kadar olumsuz yorumda bulunduktan sonra şu soruyu kendimize soralım: “Yahu bu Fi’nin hiç mi kayda değer bir tarafı yok?” Esasen fazlasıyla var. En başta Can Manay’ın nevi şahsına münhasır kişiliği diziyi fazlasıyla ilginç kılmaya yetiyor. Buna ek olarak onun geçmişinde yatan gizem ve Eti karakteri ile arasındaki bağ, hiç umulmadık ve ters köşe yapma ihtimali olan sırların açığa çıkacağı izlenimini yaratmakta. Keza Can Manay’ın geçmişini oymakta kararlı olan gözü pek gazeteci Özge’nin de, hikayede git gide daha fazla yer alması, hem romantik sekansları göze batar olmaktan çıkarıyor hem de dizinin ilgi çekici tarafını daha fazla gün yüzüne vurmasına olanak sağlıyor.
Tabii bir de dizinin sinematografisine değinmekte yarar var. Özellikle henüz ilk başta dikkat çeken düşük ışık kullanımı, yerli dizilerin vazgeçilmezi olan patlayan renkleri adeta yer yüzünden silmiş durumda. Bu da gönül rahatlığıyla ekrana bakmamıza olanak sağlıyor ve odağı hikayeye doğru kaydırıyor. Üstüne üstlük, dizinin gündelik hayattan aldığı referanslar da Fi’nin seyir zevkine pozitif bir şekilde etki ediyor. Akbil gibi İstanbul’un en önemli simgesinin defaatle vurgulanması yahut Spotify gibi sık kullandığımız birçok uygulamanın adının devamlı olarak zikredilmesi, dizinin stratosferden yer yüzüne iniş yapmasına olanak sağlıyor ve karakterleri bizden biri yapan önemli detayları öne çıkarıyor.
Fi, toplamda yayınlanan 6 bölümü itibariyle, iki arada bir derede kalmış izlenimi veren ancak yapısı ve vaat ettikleri itibariyle ilginçliğini katlayabilme potansiyeline sahip bir iş. Eğer ki, son bölümlerde saplandıkları romantizm çukurundan çıkabilir ve süresini daha efektif kullanabilmeyi başarırsa birçokları tarafından zevkle izlenecektir. Ancak süre gelen uzun uzun bakışmalar ve bir saatte anlatabilecekleri konuyu üç saate yayma çabaları ısrarlı bir şekilde devam ederse, bu dizinin tüm popülaritesine rağmen patlayacak olan balonunun da habercisidir. Ne diyelim, kendi yollarını en doğru şekilde bulmaları dileğiyle.
Yazınızı okuduktan sonra “Fi” dizisinin iki bölümünü izledim. Eleştirilerinizin hepsinde haklısınız ama bence yeterli değil. Önce dizi müthiş, cahilce özenti. Gerçekle yakından uzaktan ilgisi yok ve bu yanlız Türkiye için geçerli değil. Azra Kohen’in özentileri ve fantezileri ne Kanada’da, ne ABD’de, ne İngiltere’de, ne de diğer bir ülkede gerçek olamaz. Durumlar, karakterler herşey özenti bir fanteziden ileri geçemiyor. Yazar bildiğini göstermek için Alis Harikalar Diyarında’dan gereksiz ve ilgisiz diyaloglar söyletmiş, Çaykovski’yle ilgili sıkıcı ve çok detay bilgiler paylaşmış. “Tamam Azra Hanım, iyi ki bir yerde okumuşunuz”, diyesi geliyor insanın. Tabii roman yazarının bu görgüsüz acemiliğine, bir de senarist’in acemiliği, yönetmenin oyunculuktan ve birçok şeyden anlamaması eklenince dizi çok kötü olmuş. 60 Dakikalık formatı bile tutturamıyor senarist-yönetmen ikilisi. Birinci bölüm 1saat 14, ikinci böküm bir saat 8 dakika. Bir takım şişirme sansasyonlarla diziyi popüler yapmaya çalışıyorlar, ama dizi sıkıcı ve seyirciye hiç bir şey vermiyor. Ne heyecan, ne merak ve en önemlisi ne de duygu. Birkaç kişi hariç kötü oyunculuk, zevksizlik ve diğer özentilikler de cabası. Reklamları hayırlı, uğurlu olsun. Kendilerini aldatmasınlar.