‘Bir yardım edin, biri bize yardım etsin!’ Bu cümleyi ne zaman duysam cidden geriliyorum. Hele ki, sokakta yanıma yanaşan sahtekar dilencilerin iyice melodramik bir sesle, durumu ajite eden ağlak yakarışları beni daha da çileden çıkarabiliyor. Çünkü; durumun gerçeği yansıtmadığını bilmek, insani duyguları ve vicdani hissiyatı kendi çıkarları için kullanmayı amaç edinenlerin, bu yöntemle bir çok kişiyi kandırmayı planladıklarını gözlemlemek, fark etmek, bende çok büyük bir öfke yaratıyor. Bunun da ötesinde herhangi bir iş yapıp da karnını gayet doyurabilecek durumda olanların, emeklerini, zamanlarını ve çabalarını, çalışmak yerine, hile ile başkalarının sırtından geçinme alçaklığına yaslamalarını, insanlığın erdemli davranışlarına büyük bir saldırı olarak algılıyorum.

Öteki Sinema için yazan: KEREM TOPUZ

“Nereden bilebilirsin ki? Belki gerçekten de muhtaç olabilir.” diye düşünebilirsiniz. İşte zaten kilit nokta da bu; vicdani olarak böyle bir ikilem yaratmak ve voleyi vurmak…

Hiç unutmam. 1989 yazıydı… Bulgaristan’dan bir çok Türk aile Türkiye’ye göç etmişti. Ben o zamanlar ilkokulu yeni bitirmiş bir çocuktum. Yaşadığımız yer, göçmenlerin hem rağbet ettikleri hem de mecburi istikametleri olan Tekirdağ’ın Çorlu ilçesi idi. Konvoylar halinde, arabalarıyla, kamyonlarla, otobüslerle yoldan geçen, mola veren, hatta yola devam etmeyip yaz tatili olduğu için kapalı olan okullara yerleştirilen aileleri görmek beni çok heyecanlandırmış ve şaşırtmıştı. Düşünsenize oyun oynamak için gittiğimiz okulun bahçesinde ateşler yakılmış, kazanlarda kaynayan sularda çamaşırlar kaynatılıyordu. Bir Hansel ile Gratel hikayesi gibi… Hem gizemli, hem de biraz ürpertici… Bir gün önce bomboş olan okul, ertesi gün işgal evine dönüşmüştü sanki… Çocukluğun vermiş olduğu merak ve ürkeklik de eklenince hafızama kazınmış, hiç unutamayacağım görüntüler oluşmuştu.

Neyse lafı fazla uzatmayacağım. Yaşadıkları yeri, bırakmak zorunda kalmış ve bir umuda yelken açmış olan bu insanlar elbette dilenci de değildi, sahtekar da değildi. Sadece daha iyi bir yaşam için evlerini bırakmışlardı. Neredeyse bütün mahalle bu göçmenlere yardım etti. Yemekler pişirildi, ikramlar edildi vs… Göçmenlerin de bir talebi olmamıştı aslında. Mahalleli kendiliğinden yapmıştı bunu. İnsani ve vicdani bir görev olarak. Mesele yardımlaşmaksa, yardımcı olmaksa işte yardımlaşılıyordu. Hiç kimse de hiçbir karşılık beklemiyordu. Çünkü; biz böyle bir toplumuz. İstenmeden de veririz, vereceksek… Hatta yaşıtım olan göçmen çocuklardan birinin; annemin bize ve ona verdiği köfte ekmeği ‘ben dilenci değilim’ deyip reddetmesini, ‘kardeşlerim orada açken bu benim boğazımdan geçmez’ diyerek ve ağlayarak gidişini hiç unutmam! Oysa hiçbirimiz böyle düşünmemiştik ki? Ne annem o ekmeği ona uzatırken sadaka verdiğini, ne de biz mahalledeki diğer arkadaşlar onun dilenci olduğunu… Neden böyle anlamıştı? Neden ona öyle hissettirmiştik bilmiyorum. Bizimle birlikte oyun oynarken, hepimiz gibi acıkmış olan, aç olduğu halde yemeği reddeden o çocuğun hassasiyetinin çok onurlu bir davranış olduğunu çok geç anladım.

İşte benim; “bir yardımcı olun, bir yardım edin” cümlesine öfkemin temelinde bu yatar. Açken bile açım demeyen o çocuğu görmüşken, siz kimsiniz ki bir yardımcı olun diyorsunuz!

O çocuk, eminim ki aç kalmamıştır, bir şekilde karnını doyurmuştur ve şu an her nerede, her ne yapıyorsa da hayatını bir şekilde kurmuştur. Buna eminim. Çünkü kimseden bir şey beklemeyeceği çok açıktı. Muhtemelen her şeyini, kimseye muhtaç kalmadan kendisi yapmıştır.

Bunca hikayeyi size masal olsun diye anlatmadım. Mevzuyu doğru anlatabilmek için ön bilgi vermek istedim.

Bugün internette günlük gazeteleri tararken, Hürriyet’te bir yazının başlığı dikkatimi çekti; “Kısa film projem için destek bekliyorum.” Bu yazının yazarlarımız ana başlığı altında olması beni çok şaşırttı. Acaba hangi Hürriyet yazarı kısa filmine destek arıyor diye merak ettim. Sonra bu yazının yazarının Güzin Abla olduğunu görmem beni daha da meraklandırdı. Hemen nedir diye baktım. Evet, yazı kısa filmci bir arkadaşın Güzin Abla’ya çekeceği kısa film için derneklerden, kurumlardan destek beklediğine ilişkin bir mektubuydu. Bakanlık desteği için de başvurmuş ama bakanlık desteği belirttiği bütçenin yarısını karşılayacağı için falan da filan…

Bu genç arkadaşın çekeceği film için finans peşinde koşması, bunun için çabalaması, bazı kurum ve kuruluşlara başvurması, ne ayıp, ne dilenmek, ne de kötü bir şey! Azminden dolayı kendisini kutluyorum. Umarım beklediği desteği bulur ve filmini çeker. Ama her zaman aranılan destek bulunamayabiliniyor. Ya musluğun başını birileri çoktan tutmuş oluyor ya da ihtiyacınız olan miktarın çok çok altında hiçbir halta yaramayacak bir destekle karşılaşabiliyorsunuz.

10805496_10152939913262784_1693609000_n

Bu durumda istediği desteği bulamayan arkadaş ne yapacak? Filmi çekmekten vaz mı geçecek? Bu her şeyin sonu ve defterin kapanması mı demek olacak? Ya da desteği buldu ama diyelim ki desteği verenlerin de bazı istekleri var. O zaman ne olacak?

Soruyu isterseniz direkt size sorayım: Siz olsanız, filmine destek arayan bir filmci olarak, beklediğiniz desteği buldunuz ama desteği verenler bazı yerlerini sakıncalı gördü ve şart koştular. Değişiklik yapmanızı, bazı yerlerini atmanızı istediler. Ne yaparsınız? Yarım yamalak da olsa yapayım hem düzen de böyle deyip desteği kabul mü edersiniz? Ya da sadece şöyle mevzulardan bahseden, sakınca arz etmeyen, etliğe sütlüğe dokunmayan, ayıp sözler ve sahneler barındırmayan, uslu projeleri desteklediklerini söylediler. O zaman ne yaparsınız? Onların istekleri ve beklentileri doğrultusunda sadece film çekmiş olmak, alkışı, takdiri toplamak, ödülleri kapmak için ‘he’ mi dersiniz? Yoksa bu şartlı şurtlu desteği reddedip istediğiniz filmi çekmek için başka yöntemler ve yollar mı ararsınız?

Onurlu ve faydalı davranış size göre hangisidir?

Siz kendi deneyimlerinize göre bu sorunun cevabını, kendinize yalan söylemeden vermeye çalışın. Ben de kendi cevabımı düşüneyim.

Ben bu sorunun cevabını ararken, zihnim, 1989 yazındaki, o demode traşlı sarışın çocuğun bakışlarına gidiyor. O zayıf ama konuşurken gururdan titreyen sözcüklerine kilitleniyorum, nedense. O köfte ekmek, ona verilmişken, gayet onun hakkı iken bile kabul etmeden giden o sıska çoğun ağlayışına takılıyorum. O zaman anlayamadığım şeyin ne olduğunu iyice anlamaya başlıyorum.

Bu; çoğumuzun yapabileceği bir şey değil, biliyorum. Hepimiz bir şekilde amacımıza ulaşmak için her türlü desteği, fırsatı kovalarken ayağımıza kadar gelen fırsata kışt demek hiç de bugünün dünyasına uygun bir davranış olmaz, değil mi?

Kimseden böyle bir kahramanlık beklediğim yok. Ancak iyice düşününce, bu duruşun, gelen fırsata “kışt demek” değil ‘kendi fırsatını kendin yaratmak’ için bir ön koşul ve gerçekten bağımsız olmanın “olmaz ise olmazı” olduğu düşüncesine varıyorum.

Şöyle ki; eğer o çocuk o köfteyi yese idi, ilerleyen günlerde köfteyi veren annemin, kıymayı alan babamın ve çocukları olmam dolayısı ile de benim istediğimize ters bir davranışı sergileyebilir miydi?

Hiç sanmıyorum.

Hele ki o köftenin tadını alıp düzenli olarak her gün bizim evden beslenmeye başlamışsa, bizi kızdırmak ister miydi? Bizim yanlış yaptığımız şeyler konusunda bize itiraz edebilir miydi?

Yine hiç sanmıyorum.

Hem karnı doymuş hem de günü kurtarmış olurdu sadece ve susardı.

Peki, bu durumun kendisinden başka ailesine ya da kendi arkadaşlarına, kardeşlerine bir faydası olur muydu? Kendisi köfteyi götürürken ailesi, kardeşleri, arkadaşları okulun bahçesinde kaynatılan makarnaya mecbur kalmış olmaz mıydı?
Olurdu!

Sadece köftenin kesintiye uğramaması için daha alttan alan, daha umursamayan, daha görmezden gelen hatta ve hatta bazı yanlışlar karşısında kendisini uyaran ailesine ve kendi kardeşlerine karşı bile aslan kesilmez miydi? Hem bizim ona ölene dek köfte vereceğimizi sanarak… Hem de yanlış olduğumuzu bile bile.

Ben o yüzden bir şeyi çok önemsiyorum.

Başkalarının istekleri, beklentileri ve yönlendirmeleri karşısında gerçekten istediğimizi yapabilmek için gerçekten bağımsız olmak için kimseden yardım ya da destek beklememeyi…

Unutmayın; yol bilen kervana katılmaz!

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

2 Comments Leave a Reply

  1. Film çekmek için yardım alma, destek bulma işi oldukça tehlikeli bir noktada… Öyle ki, cebinde parası olan yapımcılar dahi destekleri tırtıklamadan film çekmek istemiyor artık. Olay film çekme değil film çekeceğim diyerek para toplama kumpanyasına dönüştü. Sinema bundan zarar görür.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Emek Neden Yıkılmamalıydı?

İstanbul’da “sinema” denince ilk akla gelen isim Emek tarihin karanlık
blank

Aynı Salondalar Ama Hiç Karşılaşmadılar: Ali ile Ayşe’nin Hikayesi

Ali ve Ayşe gençliklerini doyasıya yaşayan iki insan, tanışmıyorlar çünkü