Sinema yazarlığı lobisine yaranmanın en geçerli yolları. Test edildi, çalışıyor!
Baştan belirtiyorum; bu yazı kimseyi hedeflemiyor ya da incitmek istemiyor sadece gerçeğe led fener tutuyor. Yazdıklarım, önce forumlarda, sonra bu blogda ardından sitelerde ve dergilerde yazan birinin yıllar içinde edindiği tecrübelerden ibaret. Üzerine alınanın yarası vardır (kavga başlatır bu söz). Eğer uygularsanız ruhunuzu şeytana satmış olacaksınız ama benim 13 yılımı alan yolculuk sizin için 1-2 yılda tamamlanmış olacak. Başarılar…
(Görseldeki eleştirmenler, Siskel ve Ebert, bu işin has adamlarıdır, onlara hiç laf yok!)
Başlıyoruz…
Dimyat’a eleştirmen olmaya giderken evdeki Blogger’dan olmayın! Blogcu da neymiş, Blogger olun!
Forumlar, sözlükler, bunları boşverin, başkası için çalışmayın. İlk iş olarak bir sinema blogu açıyoruz, WordPress altyapısı ve minimal bir tema işimizi görecektir. Arras teması popülerdir, devşirerek kullanınız.
Blogun adını havalı ve gizemli tutmakta fayda var. “Yedincidurak”, “Sinefener”, “Godard’ın Günlüğü” gibi isimler olur, daha güzelleri de aklınıza gelir mutlaka… Avrupa sinemasından terimsel isimler de üretebilirsiniz.
Gişe sinemasına en baştan mesafe koymak yerinde olacaktır. Yerli gişe filmlerine hiç ilgi göstermeyin, yabancılarda ise dişe dokunur bir cast ya da önemli bir yönetmen yoksa görmezden gelin. Yerli festival filmleri, Amerikan Indie yapımlar ve geçmiş ya da günümüz Avrupa sanat sinemasına odaklanın. Tür sinemasına pek bulaşmayın, ille de yapacaksanız Endonezyalı İstismar sinemacılarını yazmak yerine yine Avrupa cephesinde savaşın. Jesus Franco, Jean Rollin, Dario Argento gibi isimler idealdir. İyi olduğu herkesçe kabul edilen egzantirik sinemacıları da ihmal etmeyin. Örnek: Jodorowsky…
Yazılarınızı yazarken içselleştirmemeye gayret edin. Mekanik ancak terimsel bir yazı stili oluşturun, yetmediğiniz yerde gidin çalın! (ortalık İngilizce review dolu)
Filmlerin sinema olma haliyle değil biçimsel duruşları ile ilgilenin. Tarkovsky’den esinlenmiş Nuri Bilge Ceylan sinemasından esinlenen (suyunun suyu) herhangi biri minimal bir film çektiyse yapışın şah damarına, röportaj yapın, festivalde ya da vizyonda gösterildiğinde güzellemeyi ihmal etmeyin. Minimal çekilmiş hiçbir filme bok atmayın, asla temizleyemeyeceğiniz bir zift bulaşır üstünüze… Filmin biçimsel olarak bir sanat eseri gibi görünmesi kafidir, “Kral çıplak” diyorum derken sizi çıplak bırakırlar, dikkat!
Bir filmde Ercan Kesal, Tansu Biçer ya da Nadir Sarıbacak oynuyorsa o film iyidir. Bu oyunculardan birden fazlası aynı filmdeyse başyapıttır. Ona göre muamele edin.
Asla eleştiremeyeceğiniz yönetmenleri tanıyın! Nuri Bilge Ceylan, Tayfun Pirselimoğlu, Cemil Ağacıkoğlu, Özcan Alper, Emin Alper, Seyfi Teoman’ın sinemasını ya da filmlerini eleştirmek sizi direkt çıkışa gönderir ama Zeki Demirkubuz’a istediğiniz gibi giydirebilirsiniz. Duygusal insanları sevmeyin!
Dünya sineması deyince tanrı olarak Tarkovsky’i bilin (daha hiçbir filmini izlemeseniz bile) Godard, Antonioni, Bergman gibilerini de kutsayın araya Fellini, Pasolini falan eklerseniz de tam olur ama 70’ler Amerikan yönetmenlerini hiç bilmeseniz yine sırıtmaz. Kendi sinemanızı ise Nuri Bilge Ceylan’la başlıyor sanabilirsiniz, öncesini kimse sorgulamaz. Yukarıda saydığım isimlerin filmlerini bir tek siz anlıyormuş, gerisi yalan gibi yaparsanız daha da iyi… Burada da çalmaktan çekinmeyin, internet kazan siz kepçe!
Bulut Film’den çıkan bütün filmleri taparcasına övün. Mithat Alam Film Merkezi’nden mezun, Altyazı’da yazan ve Siyad’da olan herkesin sempatisini bu şekilde kazanırsınız. Nohut Pilav satar gibi PR yapın! Aksini yaparsanız yine köprüden önceki son çıkıştasınız!
Bununla ilgili bir uyarı daha, yıllar geçse bile bunu yapmayın, kariyerinize, karizmanıza güvenmeyin, Zahit Atam gibi en yakın ağaçta asılırsınız. Asla bir tartışma başlatamazsınız, cevap dahi verilmeden entelektüel faşizmle tanıştırılırsınız! Gazetenizden, köşenizden olursunuz.
Solcu sinemacıların neden solcu filmler yapmaktan vazgeçip sınıf mücadelesini göstermeyi terk ettiğini sorgulamayın. Çünkü filme çekilecek senaryolar Kültür Bakanlığı fonlarına modifiyelidir. Aslına bakarsanız, hiçbir şeyi sorgulamayın, kimsenin anlamadığı terimlerle dolu uzun çözümlemeli film eleştirileri yazın yeter. Öyle ki filmin yönetmeni bile okuduğunda “Vay anasını, ben neler anlatmışım”! desin.
“İyi film yavaş filmdir, yavaş film asla kötü değildir” Bunu 1000 kez tekrar edin. Kustuğunuz bazı filmleri yalamak için ihtiyacınız olacak.
Nuri Bilge Ceylan ödül aldığında bütün sinemacılarımız ödül aldı sayın. İlk yönetmenlik denemelerine çok sevinin, “Türk sineması çok gelişti” deyin ama o yönetmenlerin neden 2. filmlerini çekemediklerini sorgulamayın.
Başka sinema yazanlarla tanışın ama kendiniz gibi yeniyetmelerle vakit harcamayın. Dindar görünen yazarlara sakın bulaşmayın, onlarla dost olmak size zarar verir, katrana bulanır, tüy serpiştirilerek dolaştırılırsınız kasaba meydanında!
Basın gösterimlerine gidin. Kimseye “davetli misin”? diye sormuyorlar, çekinmeyin. Kolay iletişim kurulan Siyad’lılarla ahbap olun. Bu arkadaşlar ilk kontakt için çok gereklidir ama onlarla fazla takılmayın çünkü bir Siyad daha vardır ki Siyad’dan içerü…
Asıl samimi olmanız gereken derin bakışlı Siyad’lıları tespit ettikten sonra onlara yazılarınızda yer verin, görüş isteyin, ortak çalışmanın kapısını aralayın.
Derin bakışlılar bir filmi övmeden ya da yermeden sakın kendi başınıza hareket etmeyin. Tepeden aşağı akan çikolata şelalesini yalayın. Bunları yaparsanız: Corbin Dallas, multipass!
Prestijli festivallerin yöneticileriyle söyleşi yapın, kimse okumaz ama o festivale akredite olmanız kesinleşir, kendi PR’ınız için alan kazanırsınız.
Ulusalcı, Cumhuriyetçi, Atatürkçü ya da mütedeyyin olmayın, öyleyseniz gizleyin. Kulübe sızmış bir iki böyle insana kanmayın, yenileri hemen ayıklıyorlar. Ayrıca öyle olmadığınızı da her durumda ispat etmek zorundasınız, tam otomatik yaftalamalılar ateş kusuyor.
Son olarak, sakın böyle bir yazı yazmayın!
Bütün bunları ve başka birkaç şeyi daha yaptıktan sonra siz artık harika bir sinema yazarı oldunuz bilin. Para kazanamayacaksınız ama aileniz zenginse dert etmeyin! Festival festival gezmekten ve binbir davette sinema sohbetleri yapmaktan bunu düşünmeye vaktiniz kalmayacak zaten…
Ya da… Kendiniz olun, “yolu bilen sürüye katılmaz” sözünü düstur edinin ve üç kuruşluk paye kazanacaksınız diye sizi okuyanları kandırmaya kalkmayın. Samimi olmak iyi bir şeydir, eninde sonunda kazanırsınız. Onur Ünlü de öyle yaptı, ona takılın.
Hoş bir yazı, ben de blogumda, sitelerde sinema eleştirileri yazıyorum.
saçma ne yani eleştirilecek yönetmenle eleştirilmeyecek yönetmen de ne yahu! kesinlikle katılmıyorum sözlerinize festival filmleri neden izlenmesin ve eleştirilmesin ki eleştiri filmin azda olsa reklamıdır onlarında tanınmaya hakkı var ve sözlerinizden düşünce tipiniz belli ancak bir yazı yazıyorsanız bunu beğenilmek için değil filmi ve görüşlerinizi açıkça belirtmeniz gerekmektedir. ayrıca duygusal yazarlara istediğiniz gibi giydirin lafı da çok avam yazık yani cidden