Film Festivalleri Müstakil Sinemalara Zarar mı Veriyor?

13 Ekim 2019

Festivallerde tıklım tıklım salonlarda yeri geldiğinde merdivenlerde oturarak film izliyoruz ama birkaç ay sonra aynı salonun kapanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu öğreniyoruz. Yer gök festival, yıl içinde bir sürü etkinlik düzenleniyor müstakil sinemalarda… O zaman bu kadar seyirciden gelen paraya ne oluyor da bu salonlar zora giriyor, kapanıyor? Her zaman merak ettiğim bu sorunun cevabını birkaç gün önce yaptığı sosyal medya açıklamasıyla İrfan Demirkol verdi.

Açıkça yazıyorum, şahsım için Filmekimi hiçbir zaman cazip bir bir etkinlik olmadı. Eleştirmenler ve seyirci arasında yıllar boyunca artan popülaritesine şahit olsam da zaten yıl içinde vizyona girecek filmleri beslenme çılgınlığına dönüşen bir haftalık programa sıkıştırmayı uygunsuz gördüm. Sinemaseverin fark etmeden tüketiciye dönüştürüldüğü üstü iyi gizlenmiş bir tuzak gibiydi adeta.

Çünkü çok film izlemek hiçbir zaman umurumda olmadı. O belayı, 80’ler video furyası esnasında haftada yaklaşık 40 film izleyerek atlattım. Bir festivale gittiğimde dahi oradan beni mutlu eden birkaç filmle çıkmaktan başka umudum yok. Bunun için de, sudan çıkıp etrafı tarayan Rambo gibi seanstan seansa koşturmak yerine hedefimi doğru belirleyip iyi nişan almayı tercih ediyorum. İyi bir film izlediğimde o gün, belki de birkaç gün bir şey izlemek istemem, eserin aklımda ve gönlümde mayalanmasını beklerim. Filmi izlemekten bile güzel olan bir şey bu… Filmekimi gibi programlar bunu zorlaştırıyor, uzak durmam belki de bu yüzdendir.

Yine de Filmekimi’ne bir sempatim vardı çünkü etkinliğin düzenleyicisi olan İKSV, İstanbul’da Rexx, Kadıköy Sineması, Beyoğlu, Atlas, Ankara’da ise Büyülü Fener gibi müstakil salonlarla çalışıyor ve seyirci desteğiyle bu salonlara can suyu oluyor diye düşünüyordum. Evet, birkaç gün öncesine kadar gerçekten de böyle düşünüyordum. Hep söylerdim; “Sinemayı yapma kısmı sanat, gösterme kısmı ticarettir. Müstakil salonlar yaşasın istiyorsak gidip film izlemeli, onlara destek olmalıyız” diye ama bizim gidip müstakil salonlarda film izlememiz yetmiyormuş meğer!

Ankara Büyülü Fener Sineması, sosyal medya hesabında neden Filmekimi gösterim salonlarından biri olmadıklarıyla ilgili açıklama yaptı. Sinemanın müdavimlerinden gelen ısrarlı “Filmekimi neden burada gösterilmiyor” sorusuna bir cevaptı aynı zamanda metin. Büyülü Fener’in açıklamasını aşağıya ekliyorum.

blank

Burada yazılanlardan dehşete düştüğümü belirtmek istiyorum. Yıl boyunca zaten göstereceğiniz filmleri 10 günlük bir pakete sıkıştırarak seyirciyi tüketmek ve bunun karşılığında da gösterimlerden elde edilen her 100 liranın sadece 27 lirasını alabilmek. Üstelik aylarca sonra, üstelik hediye koltukları bedelsiz vermek şartıyla…

Açıkça yazıyorum, Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir ticari anlaşma yok. Sinema yazarlığımdan önce 14 yıllık ticaret hayatı geçmişim var. Bana birkaç ay içinde zaten göstereceğim ve çok daha fazla kazanacağım filmleri veriyorsunuz ama ben bu işten para kazanmak şöyle dursun zaten iyice azalan seyircimi bedava seanslarda tüketiyorum. Bunu önerdiğinizde suratınıza kahkahalarla gülerim.

Peki, Büyülü Fener abartıyor olabilir mi? Metinde imzası olan İrfan Demirkol’un sinema sevgisinden yana zerre şüphem yok. O ve eşi İnci Hanım, her yıl Ankara Film Festivali’nden mutlu anılarla ayrılmamıza yol açan ve sinemanın hem film olma hem de film gösterme biçimini çok ciddiye alan insanlar. Ankara’da taş gibi bir film festivali varsa baş müsebbibi Demirkol ailesidir. Yine de şüpheye bir gıdım alan açıp müstakil salon işletmecisi bir yakını aradım. Kendileri için de aynı şartların geçerli olduğunu doğruladı. Filmekimi programına dahil olmanın prestijli bir şey ancak kendileri için faydasız aksine zarar verici olduğunu söyledi.

Salon işletmecileri, sinemaseverlerin yıl içinde zaten izleyecekleri filmlerin kendileri için ticari olarak felakete yol açacak bir anlaşma ile 10 günlük bir programa sıkıştırılmasını doğru bulmuyorlar. Bilet satışından elde edilen gelirin %73’ünün İKSV’ye, %27’sinin ise salona kaldığı anlaşma standart mı bilmiyorum. Megakent İstanbul’daki çok salonlu Cinemaximum’lar için bu anlaşma sorun olmayabilir, programa dahil olmayı marka imajı açısından faydalı bile buluyor olabilirler.

Bu biraz Wallmart’ın üreticinin kar marjını iyice düşürerek toplu alımlar yaptığı, büyük üreticileri kalkındırıp fiyat baskısıyla küçük üreticiyi bitirdiği iş modeline benziyor aslında. Wallmart rafına ürün sokmanın iyi bir şey olduğunu sanan bir sürü Amerikan çiftçisi bu uğurda battı gitti. İyi de orada bir hipermarket zincirinden bahsediyoruz! O zihniyetle festival yapmanın mantığı ne?

Emek Sineması’nın Kapanmasıyla İKSV’nin Ne İlgisi Var?

İrfan Demirkol’un tartışmaya açtığı meselenin birkaç yıllık olmadığı da belli. Büyülü Fener’in açıklamasını okuyanlar, Emek’in kapanmasıyla Filmekimi’nin ne ilgisi var diye sormuş olabilirler ancak İKSV’nin yıllardan bu yana aynı zorlayıcı sözleşmeyi salonlara sunduğunu görüyoruz. Emek kapandıktan sonra “Emek gitti ama dövünmek yerine geriye kalanları ayakta tutacak olan bizleriz” yazmıştım. Seyirci olarak bu salonlarda film izleyerek destek veriyoruz ancak salonlar bu işten bir şey kazanmıyorsa orada seyircinin varlığının düzeltemeyeceği bir sorun var demektir.

Emek Sineması’nın kapanmasıyla ilgili sosyal medyadan beslenen sinemasever duygusallığının ötesine geçtiğimde farklı verilere ulaşmıştım. Bu sinema özellikle koltuk sayısı yüzünden festivaller için çok önemli bir salondu.

Emek Sineması, İKSV’nin düzenlediği İstanbul Film Festivali’nin amiral gemisiydi. Emek 2009 yılında kapandığında İKSV sessiz kaldı. 2010’daki festivalin açılışında konuşma yapan İKSV başkanı ve dönemin kültür bakanı protesto edilince kurum kendini sinemaseverlerin tarafında konumlandırma ihtiyacı duydu. O dönem festivalin başında olan Azize Tan bir açıklama yaptı ve festivalin bu yıl kapanan sinemaların yarattığı olumsuz bir ortamda yapılacağını ifade ederek; “Festivalin ana mekanı olan Emek Sineması maalesef kapalı durumda. Bu yıl Emek Sineması’nı kullanamayacağız. Beyoğlu Sineması ise festival filmleriyle ayakta durma çabası veriyor. Sinepop’un da festival sonrasında kapanma ihtimali var. Sinema, Beyoğlu ile var ve biz bu özelliğinin devamını istiyoruz. 2011 yılı için de Emek Sineması’nın yine festivalin ana mekanı olması için girişimlerimizi sürdürüyoruz ve bu yöndeki tüm çabaların da takipçisi olacağız” dedi.

Sinemaseverlerin gazını almak için yapılan bu duygusal açıklamanın hiçbir yerinde 2009 yılında yapılan festivalden Emek’in payına düşen parayı 8-9 ay sonra ödedikleri ve sinemanın da bu yüzden çok zor durumda kaldığı (ve kapandığı) yoktu elbette…

Ardından İKSV, Kamer İnşaat’ın proje tanıtımına dönüşen ve bu nedenle protestoyla karşılanan bir toplantı gerçekleştirdi. Bu toplantıda ikna edilemez bir muhalefet ortaya konunca İKSV, sinemanın bulunduğu yerde ve özgün haliyle korunması yönünde tavır ortaya koydu. Yani kamuoyu baskısı olmasa İKSV, Emek Sineması’nın kapanma sürecini normal karşılayacaktı ama bundan daha fazlası da var.

Bu sinemanın son işletmecisi Süheyla Kurtuluş’un bir video beyanına rastlamıştım, bu videonun Youtube’da iki hali var, biri kısa, orada İKSV’den hiç bahsedilmiyor ancak uzun olanında, söyleşinin 2:38’ci dakikasından itibaren Süheyla Hanım, sinemanın kapanmasıyla ilgili olarak açık bir şekilde festivalde gösterdikleri filmlerin paralarını aylarca ödemeyen ve kendilerini zor durumda bırakan İKSV’ye sitem ediyor. Bu videoyu da yazıya ekliyorum.

Her ne kadar cevap gelmeyeceğinden emin olsam da bazı sorularım var.

  • Filmekimi neden zaten birkaç ay içinde (Joker örneğinde ise bir gün sonra) vizyonda gösterilecek filmleri sıkıştıran bir program yapma ihtiyacı duyuyor? Buradaki amaç, sinemaseverleri sürüsünü bir arada tutan sığır çobanlarının yaptığı gibi gütmek midir?
  • Filmekimi programı neden zamansal ve mekansal olarak sürekli olarak genişliyor? Başlangıçta 7 gün süren program yapılan ek gösterimlerle tüm aya yayılmış durumda. Müstakil salonlara seyirci çeken The Lighthouse gibi filmler neden sürpriz şekilde, onlar için karsız olan programa ekleniyor?
  • Ticarette bu genişleme, işlerin yolunda olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanır. O zaman neden gösterim salonları bu büyümeden ve karlılıktan mahrum bırakılıyor?
  • Bilet fiyatları bu kadar yüksek iken, aynı filmi vizyonda çok daha ucuza izlemek mümkünken neden müstakil salonlara bu kadar küçük bir pay veriliyor?
  • Gerçekten sponsor sorunu mu var? Bu yılın kar-zarar hesabı kamuoyuna açıklanacak mı yoksa ticari bir faaliyet olarak gizli mi tutulacak?

Dokunursak Yanar mıyız?

İrfan Demirkol’un açıklamasını okur okumaz bilgisayarın başına geçtim ama sonra beklemeye karar verdim. Bu kez kuyuya taş atan deli olmak istemedim belki de…

En çok da bir sinema yazarıyken salon işletmecisine dönüşen ve aynı zamanda Filmekimi’nin gösterim mekanlarından birinin yani Beyoğlu Sineması’nın başına geçen Utku Ögetürk’ün görüşlerini merak ediyorum. Kendisi de bu anlaşmaya imza attı. Konu hakkındaki fikri gerçekten aydınlatıcı olabilir.

İKSV’nin sessiz kalacağını düşünüyordum, yine öyle oldu, o yüzden daha fazla beklemeyi gereksiz buldum. Büyülü Fener’in açıklamasının sinema yazarları arasında infial yaratacağını ve meseleyi irdeleyen pek çok yazı okuyacağımızı düşünüyordum ancak öyle olmadı. Herkesin keyfinin yerinde olduğunu ve muhafazakar kesimde eleştirdiğimiz aidiyet kültürünün bu tarafta da benzer bir şekilde çalıştığını bir kez daha görüyorum. İstanbul Film Festivali akreditasyonu kıymetli bir şey, belki de bu yüzden sessiz bizim taraf.

Ama bu çok mühim bir mesele! Büyülü Fener, Kadıköy Sineması, Rexx, Atlas, Beyoğlu Sineması… Bu salonlar da giderse festival filmlerini Cinemaximum’larda izlemekten başka çare kalmayacak. Bu durum ticari olarak genişleme eğilimindeki bir festival makinesinin umurunda olmayabilir ve zaten AVM sinemaları çoktan dahil edildiler sisteme.

Son söz; festival sineması sandığımız salonların festival kölesi gibi kullanıldığını öğrendiğim için mutsuzum. İKSV başta olmak üzere tüm organizatörlerin bir an önce adil ve hatta bu salonları kalkındıracak anlaşmalar yapmasını ve tüm sinema yazarlarının da bu meselenin takipçisi olmasını diliyorum. Salonlar film bulur ama bizler bu salonları bulamayız. Film festivalleri müstakil sinemaları yaşatacaklar, bu şart! Yoksa zahmet edip yapmasınlar. Çünkü bu haliyle bir sinemaseverin gözünde kıymetli olamazlar.

MURAT TOLGA ŞEN murattolga@otekisinema.com

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

1 Comment Leave a Reply

  1. Günaydınlar.
    Her kelimesine (bir virgül eksikti yazıda, o da olsaydı noktasına, virgülüne kadar diyecektim) katılıyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Okul İlk Türk Korku Komedisi mi?

Sinan Çetin yapımcılığındaki Okul'un affedilmez bir hatası var; ne yazık
blank

Pandemi, Kısıtlamalar, The Wretched ve Gişe Rekoru

The Wretched (2019), haftalardır rüyasında bile göremeyeceği “hafta sonu gişe