Bir kez daha herkesin bilip de kimsenin seyretmediği bir şaheser ile karşınızdayım. Popüler sinemanın gayet basit bir denklemi vardır; Sylvester Stallone denilince akla iki R-Word’den biri gelir: Rambo yahut Rocky (İflah olmaz 90’lar hastaları arada Demolition Man’e ve üç istiridye kabuğu problemine de değinmeden durmazlar tabii, onları da buradan saygıyla anıyorum).
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Çocukluğumun “sert bakışlı yargıcı” olmasına ve filmlerinden büyük ölçüde keyif almama rağmen şunu net bir şekilde söylemeliyim ki Stallone, özdeşleştirildiği karakterlerin suyunu çıkarmak için insanüstü emek harcayan bir oyuncu/yönetmendir. İlk Rocky’den beşinci filme kadar geçen süreci (altıncıyı ayrı tutacağım) çok da tartışmaya gerek yok. Kuşağımın çok da idrakında olmadığı bir durum ise bu su çıkarma olayının Rambo serisinde Rocky’e oranla çok daha üzücü bir şekilde gerçekleştiği. İlk Rambo filmi ile serinin devamı arasında uçurumlar kadar fark var çünkü. Biz seksenler sonu doğumluları Stallone’nin ikinci büyük personası John Rambo’yu hep Vietnam ve Afgan dağlarındaki maceralarından tanıdık. Buna eş zamanlı olarak Show TV’nin sabah kuşağında Rambo: The Force of Freedom çizgi filmi ile kendimizden geçtik. Kaçırdığımız bir nokta ise hikayenin başı idi. Artık bu soruyu sormamız şart: İlk kan ne zaman ve nasıl dökülmüştü gerçekten?
Bilmeyenler ya da anımsamayanlar için hatırlatmak burada görevimiz: İlk Kan, 1972 yılında Kanadalı/Amerikan yazar David Morrell tarafından dökülür. O dönem henüz 29 yaşında olan Morrell’in ilk kitabı First Blood, tamamen Kentucky’nin ormanlarında geçen bir insan avı hikayesi anlatmaktadır bizlere. Vietnam’dan yeni dönmüş genç gazi John Rambo, asker arkadaşını ziyaret için küçük bir kasabayı ziyaret eder ancak arkadaşının kanserden öldüğünü öğrenir. Yoluna devam etmek isteyen genç adam kısa bir süre sonra bölge şerifi ve adamlarının yoğun tacizine maruz kalır. Vietnam günlerini zihninden asla tam olarak atamamış, sadece bir kutuya koyup gömmeye çalışmış Rambo yoğun baskılar sonucu bu kutuyu kapalı tutamayacağını anlar ve içindeki canavarı açığa çıkarır. Polislerin elinden kaçmayı başaran yeşil bereli genç, civardaki ormana sığınacak ve kendisini yakalamaya çalışan polislere karşı tek kişilik savaşını verecektir.
Basıldığı dönemde TIME dergisi tarafından pornografik denebilecek yoğunlukta şiddet içeren anlamına gelen “karnografik” sıfatıyla nitelenen First Blood, ilk basımından on yıl sonra, 1982 yılında beyazperdede yeniden hayat bulur. Bir kuşağın çoğunluğu için John Rambo macerası buradan paragraf başı yapmıştır.
Morrell’in temel hikayesini aynen anlatmaya başlayan First Blood, seyircisini kesinlikle şaşkınlığa uğratacak bir film. Neden mi? Öncelikle First Blood, sequelleri gibi tek kişilik ordu temalı bir savaş filmi kesinlikle değil. Mevzu bahis eserimiz, savaş sonrası travması geçirmekte olan bir askerin bölge polisinin tacizleri doğrultusunda gerçeklik algısını yitirişini anlatan, entegre olamamanın ve kabul edilmemenin acısını içinde barındıran bir soft-gerilim. Hatta kitabın içindeki vahşetle ilgili denilenlere bakıldığında First Blood’un şaşılası şekilde kendini tuttuğunu söylemek şart. Morrell’in kitabında ormana sığınıp Kentucky’e Vietnam ateşini getiren Rambo, kendisini bulmaya çalışan polisleri, askerleri ve sivilleri teker teker avlayıp katletmekte iken filmde sadece bir adet ölüm kendini göstermekte (ki o da net bir nefsi müdafaa durumu).
Kitabının kalitesini çok bilemesem de Stalloneli First Blood’ın polis şiddetine karşı gayet etkileyici bir duruş sergilediğini söylemek gerek. Hatta biraz detaylı baktığımızda First Blood (özellikle devam filmleri ile kıyaslandığında) militarizmden de fersah fersah uzakta bir film. Bilakis filmin Rambo’yu yakalamaya çalışan askerleri tasvirine baktığımızda orduyla bir dalga geçme bile sözkonusu denebilir. National Guard, Rambo’nun yaylım ateşine maruz kalınca beklenmeyecek bir ürkekliğe bürünür, askerler arasında “erkeksen sen gir mağaraya da yakala adamı” tarzında bir muhabbet uzun süre varlığını sürdürür, aynı askerler Rambo’yu öldürdüklerini düşündükleri zaman enkazın çevresinde beceriksizce fotoğraf çektirmeye çalışırlar. Sizi bilmem ama ben bu filmden bu incelikte taşlamalar kesinlikle beklemiyordum.
First Blood maceracı ruhu gayet yüksek bir thriller. Buna rağmen filmin ikinci yarısında ön plana çıkan “ağır makineli Rambo” imajı ve yoğun patlama sahneleri, devam filmlerinin bahanesi olacak altyapıyı yaratıyor. Bu aksiyon çeşnisinin filme stilize bir şekilde verildiğini söylemek gerek, gene de yönetmen Ted Kofcheff ilk yarıda yarattığı ruhu değiştirmeye hiç kalkmasa, First Blood belki de 80’lerin en iyi gerilimlerinden birine dönüşebilirdi. Buna rağmen Kofcheff’in seçimlerine saygı duyuyorum, aksi takdirde o koca Rambo külliyatının kapısı nasıl açılacaktı ki?
Bu arada belki benim yaban hayatı beyazperdede görme fetişimdir sebebi bilmiyorum ama filmin ormanlık alanlarda geçen kısımları özellikle hoşuma gitti. Sinematografinin Andrew Laszlo’ya ait olduğunu söyleyip hakkını teslim etmeye kendimi borçlu hissettim. Seksenlerde pek çok kült filme görüntü yönetmenliği yapan Laszlo’nun meşhur The Warriors’a da el attığını söylemek gerek.
Son olarak meraklısı için altın değerindeki bilgimizi verelim: Gerek kitapta gerekse orijinal senaryoda Rambo’nun finalde hayatta kalması gibi bir durum yoktur. Özellikle final sahnesinde stresli askerin kendini tüfekle vurması düşünülmüş ancak daha sonra filmin aşırı depresif olacağı kararıyla bundan vazgeçilmiştir. Rivayete göre yeni First Blood Blue-Ray’lerinde bu intihar sahnesi bonus materyal olarak bulunmaktadır (tabii dileyen Youtube’dan da seyredebilir).
First Blood kesinlikle önyargılardan uzaklaşıp seyredilmesi gereken başarılı bir yapım. Hor görülmesi gerçekten büyük bir trajedi, hakkının yenmemesi gerek. Vakit bulunca bir şans vermeyi ihmal etmeyin.
İlk Kan için “..kimsenin seyretmediği şaheser” demek yanlış olur. Şaheser olduğu doğru ama kimsenin seyretmediği derken… bu siteyi takip edenlerin sadece kendi jenerasyonunuzdan olduğunu sanıyorsunuz sanırım :) Televizyonda en sık yayınlanan filmlerden biridir yıllardan beri. Gösterime girdiğinde de Türkiye’nin her yerinde haftalarca kapalı gişe oynamış bir filmdir İlk Kan. Daha sonra da videoculardaki en popüler filmlerden biri olmuştur.
ilk kanin bir donem buyuk populariteye sahip oldugunu tabii ki kabul ederim ancak hala filmin 2000lerde koseye atildigini soyleyebilirim. kastim yanlis anlasilmasin pek tabii sitemizin takipcilerini buyuk oranda bu genellemeye sokmuyorum. ancak bir rocky durumu yok karsimizda. gerek tur gerek genel sinemaya buyuk ilgi beslemeyen kitleler bile rocky konusunda cok daha tecrubeli iken rambolar genelde kosede kalmistir. zira boyle olmasa bu film ile sequelleri arasindaki net fark daha cok dile gelirdi.
sahsi arzum bu gibi filmlerin donemlerinden sonra da hakettikleri saygiyla anilabilmeleri. bu durumu robocop icin de soyleyebilirim. populer kulturde bugün aktif figurlerin pek cogu ile ilgili kollektif bir bilinc cok da bulunmamakta. tabii bu bilincsizligi daha cok kendi kusagim icin dile getirdim, haklisiniz belki ifadem net olmadi kurunun yaninda sizleri de yakmis olabilirim istemeden :) elestiriniz icin tesekkurler.
Robocopun tek kaybeden tarafı o hantal görünüşü içindeki aptal aptal yürüyüşü.Daha karizmatik bir görünüşe sahip olsaydı bence en az termınator kadar ilgiyi hakederdi.Hiç ilgi görmedi demiyorum ama çok daha iyi olabilirdi bu durum bence.
Tam da Türkiye2deki film teknolojisinin geri kalışına dem vuracağım bir yazı yazarken bu yazıya rastladım. Hakikaten de Rambo film serisi muazzam. 10larca kez izlemişimdir ve hala da izlerim keyifle…