CW‘nun beş yıllık geçmişindeki en yüksek pilot bölüm rating’lerine sahip olan Flash, gerçekten iyi başlamıştı. Barry Allen‘ı canlandıran Grant Gustin’ın hâlâ çok doğru bir seçim olduğuna inanıyorum.
DC’nin yeni film serisindeki cast seçimi Ezra Miller’a oranla çok çok iyi hem de. Ama bana kalırsa, Flash asıl gücünü CW’nun diğer süper kahraman dizisi Arrow’dan alıyor. Zaten Green Arrow’dan çok daha kapsamlı bir franchise gücü olmasına rağmen, onun Spin-off‘u gibi başlamasında da Arrow’un müthiş başarısı etkili. O nedenle pilot bölümde doğru bir dokunuş yaparak, filmlerle paralel giden Agents of S.H.I.E.L.D. gibi Arrow / Flash sahnelerine yer vermişlerdi. Bu birliktelik, hem iki dizinin evrenlerini güçlendiriyor, hem de rating’ler açısıdan daha fazla izleyici bağlılğı garantiliyordu.
İlk iki bölüm için her bölümde çözülen ara vakaların dışında, hem geçmişte hem de gelecekte devam eden majör bir mevzu gerekliliğinden bahsetmiştim. Sadece Well bilmecesi ya da Allen’ın ailesinin durumuyla ilgili plot, Arrow gibi bir etki yaratmak için yeterli olmayacaktır inancındaydım. Ve bu düşüncem hâlâ devam ediyor. Muhtemelen yapımcılar da hikâye gelişimi için daha çok zamana ihtiyaçları olduğunu bildiklerinden, çizgiroman sevenleri hayal kırıklığına uğratmayacak biçimde DC evreninden Easter Egg yağmuru ve referans bombardımanı ile seriye devam ediyorlar. Onun dışında The Flash 1×03 Things You Can’t Outrun bölümüyle bence ortalama bir seyir zevki sunuyor.
İlk önce artılardan bahsedelim. Görsel efektler CW standartlarına göre oldukça iyi, bu konuyu hızlıca geçiyorum.
Diğer bir artı Barry’nin “It’s not like I want a museum built in my name” repliğiydi ki tek başına bölümün tüm renksizliğini alıp götürdü.
Evet, inanmayacaksınız fakat artıların sonuna geldik.
Flash’ın en büyük sorunu, meta-human avı konseptinin artık baymış olması. Bu bölümde, haftalık villain köşesinde DC’nin Nimbus adıyla da bilinen Mist karakterini ağırlamışlar. Kendisi pilot bölümde havayı kontrol eden meta-human’dan farklı bir tat sunmuyor. Zaten Kyle Nimbus’un esas hikâyesi aslında dizidekinden epey farklı bir zaman diliminde, oldukça alakasız bir arkaplana sahip… Birinci Dünya Savaşı’nda Kanada ordusunda teğmen olarak savaşan Kyle aynı zamanda bir bilimadamı ve bedenini gaz formuna dönüştüren deneyi kendi çalışmaları sonucu hayata geçiriyor. Yani dizideki gibi, idama mâhkum edilmiş adi bir suçlu değil. Fakat kendisini ‘supervillan’ klasmanına dâhil eden öfke problemi karakterin kökeninden miras kalmış. Kyle Nimbus’ı ilerleyen dönemlerde Arrow’da da görebiliriz çünkü Black Canary ile Mist’in kapışmışlığı hatta Nimbus’un Canary olduğunu bilmeden Lance ile tanışmışlığı da var. O nedenle bu detay bir köşede dursun.
Bir diğer zayıflık ise karakterin derinliklerine inme çabasıyla 40 dakikamıza malolan, Caitlin Snow garabeti. Herşeyden önce Caitlin’i canlandıran Danielle Panabaker o kadar kötü bir oyuncu ki insan kendisini parçacık hızlandırıcıya atıp, sıra bazlı trip sistemine dönüşebilen bir meta-human’a çevirmek istiyor. O agresif ve ketum karakteri oynayabilme çabasının altındaki çaresizlik öyle kesif ki bu kızın yapım ekibinden kimin sevgilisi olduğunu tahmin etmeye çalışmaktan, diziye odaklanamadım. Eğer bana inanmıyorsanız bölümün son çeyreğindeki Caitlin & Barry dertleşmesini izleyin. “Ronnie’nin kahraman değil, kocam olmasını istiyordum” dediği yerde, monitörümün önünde duran radyasyon emici kaktüs bile kendini yere attı.
Bu arada DC evrenine yabancıysanız, Caitlin’in ‘merhum’ nişanlısı Ronnie Raymond’ın bir başka süperkahraman ‘Firestorm’ olacağına inandığımı söyleyeyim. İlk başta ben de hatırlayamadım ama Caitlin “Ronnie beni nasıl güldüreceğini bilirdi. Ateş ve buz gibi olduğumuzu söylerdi” dediğinde kafamda şimşekler çaktı. New 52 evrenini pek sık takip etmediğim için Ronnie ve Caitlin’in kim olduğunu biraz geç anladım (Üç bölüm kadar geç.) Ama buradaki “Ice & Fire” göndermesi bir Game of Thrones klasiği değil, iyi & kötü mücadelesi üzerine yapılmış DC tabanlı bir göndermeymiş. Zaman geçtikçe Caitlin’in içindeki sinir ve nefretle bir villain’a dönüşerek Killer Frost olacağını, Ronnie’nin de bu bölümde izlediğimiz patlamada süper güçlere kavuşup Firestorm haline gelerek, eski nişanlısı ile epik bir mücadeleye girişeceğini tahmin edebiliriz. Fakat dediğim gibi Danielle Panabaker bu rolün altından asıl kalkar hiç bilmiyorum.
Diğer noktalar zaten üç bölümdür aynı… Barry’nin kendine güvenmek için sürekli ya annesinden, ya babasından ya da Joe’dan motivasyonel bir etki ödünç alması, Iris’in hikâyeye hiçbir şey katmayan varlığı, Barry’nin üçüncü parti eklentiler dışında koca şehirde sürekli Joe’yu kurtarmak zorunda kalması, bölüm sonlarında pis pis sırıtan Harrison Wells ve sevimli Cisco replikleri… The Flash iyi bir başlangıç yaptı ve diziyi seviyorum ama özellikle çok fazla dizi görüp, efsane bölümlerle ömür geçirmiş bir izleyici olunca, insan böyle vasat bir kurguya uzun süreler sabretmek istemiyor. Çünkü daha iyisini yapabilirler ve inanıyorum ki yapacaklardır.
Herkese iyi seyirler.