O gün Credit International Bankasının güvenlik kodlarının yenileneceği gündür. Bankanın kapanmasına yakın başlayan işlem sırasında sadece iki dakikalığına bütün güvenlik sistemi devre dışı kalır. Güvenlik sisteminin çalışmadığı esnada bankaya üç soyguncu girer. Kıyafetlerinden kullandıkları aletlere kadar fazlasıyla profesyonel bir görüntü çizen soyguncular bankada yalnız değildir. Her şeyleriyle üçlünün tam zıttı görüntüdeki ‘redneck’ tabir edilen güneyli iki acemi de bankayı soymaya gelmiştir. Ortalık bir anda karışır, çıkan silahlı çatışmada bir müşteri ölür.
Obsesif ve hiperaktif kişiliğiyle dikkat çeken Tripp isimli bir başka müşteri soyguncuları ateşkese ikna eder. Onun önerisiyle bankayı beraber soymaya karar verirler ve aralarında adil bir paylaşım yaparlar. Profesyonel üçlümüz kasayı alırken, acemi ikiliye ATM’ler kalır. Bütün rehineleri bir odaya kilitleyen soyguncular, görev bölgelerine dağılıp işlerini görmeye başlar. Yerinde duramayan Tripp, bir şeylerin ters gittiğinden şüphelenmektedir. Bunun sadece bir banka soygunu olmadığını kavraması uzun sürmez ama ne olduğunu bulabilmesi için biraz dedektiflik yapması gerekmektedir.
Türler arasında gidip gelen Flypaper, aslında biraz da yönetmen Rob Minkoff’un filmografisi ile benzerlik gösteriyor. Minkoff’un yönettiği filmlere baktığımızda The Lion King (1994), Stuart Little (1999), Stuart Little 2 (2002), The Forbidden Kingdom (2008) ve The Haunted Mansion (2003) gibi farklı zevklere hitap eden örneklere rastlarız. Flypaper’ın yapmak istediği de biraz buna benziyor; farklı türlerden keyif alan daha geniş bir seyirci topluluğunu eğlendirebilmek.
Ocean’s Eleven (2001) tadında bir soygun filmiymiş gibi başlayan Flypaper, acemi soyguncuların katkısıyla rotayı komediye doğru kırıyor. Tripp’in ortaya çıkıp, aslında hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını ispatlamaya girişmesi ve bankadakilerin birer birer ölmeye başlaması ile bir anda soygunu ikinci plana itiyor ve ‘katil kim’ sorusunu merkeze alarak Agatha Christie romanlarından birine dönüşüyor.
Patrick Dempsey, canlandırdığı Tripp karakterini Hercule Poirot ve Sherlock Holmes arasında bir yerlere oturtmaya çalışıyor. Filmde sürekliliği olan tek rol de onunki zaten. Her şey biraz Dempsey’nin performansı üzerine kurulu ve Dempsey bu yükün altından başarıyla kalkıyor. Vezne görevlisi Kaitlin rolündeki Ashley Judd ise bir hayli geri planda kalıyor. Filme çok fazla katkısı olduğunu söylemek mümkün değil.
Tripp dışındaki diğer bütün karakterler yeterli zaman alamadıkları için iki boyutlu kalıyorlar. Kıyafet, fiziksel görünüş, şive ya da diyaloglarla etiketlendiklerinden, hayatın içinden, kanlı canlı olmaktan ziyade karikatürize tiplere dönüşüyorlar. Örneğin profesyonel soygunculara bakalım; İngiliz aksanlı Gates, siyahi Darrien ve Yahudi Weinstein. Temel fıkraları gibi değil mi?
Acemi soyguncular rolünde Tim Blake Nelson ve Pruitt Taylor Vince, filmin komedi yükünü başarıyla sırtlanıyorlar. Coen kardeşlerin herhangi bir filminden fırlamış gibi görünen ikiliden Nelson’ı zaten daha önce O Brother, Where Art Thou?‘da (2000) benzer bir rolde izlemiştik.
Flypaper, her şeyden önce bir komedi filmi. Bir ara The Usual Suspects’e (1995) benzeyecekmiş gibi yapmasına bakmayın. Tek derdi seyirciyi eğlendirebilmek ve bunda da başarılı olduğunu söylemek lazım. Eğer hiç kafamı yormadan sadece gülüp eğlenmek istiyorum diyorsanız, Flypaper uygun bir seçim olacaktır.
Murat Kızılca