Found Footage / Buluntu Film örnekleriyle giderek artan bir biçimde haşır neşir olmaktayız. Bu sinemasal yönelimin sebebi aslında basit: Ucuza çıkıyor, seyirci seviyor ve çok kazandırıyor.
Önceleri deneysel bir tür olarak arz-ı endam eden ve viral pazarlama yöntemleriyle gerçeklik duygusu arttırılarak sunulan bu tür filmlere seyircinin olumlu tepki verdiğini anlayan yapımcıların ardı ardına çektiği filmleri görmek için sinemanın yolunu tutuyoruz. Korku sinemasının son yıllarda ses getiren yapımları içinde “buluntu film”lerin sayısı azımsanamayacak kadar fazla…
Cannibal Holocaust
“Buluntu film”in ortaya çıkışı Blair Cadısı (The Blair Witch Project) filmi olarak bilinir ama aslında türü başlatan, sansasyonel İtalyan yönetmen Ruggero Deodato’nun Cannibal Holocaust filmidir. Bir film çekimi için Amazon yağmur ormanlarına giden Amerikalı film ekibinin başına gelenler üzerine kurulmuş film güya onların ardında bıraktıkları makaraların filme alınmasıyla oluşturulmuştur. Cannibal Holocaust bir başlangıç olmasına rağmen devrim değildi çünkü yaşanmış değil de oynanmış olduğu her dakikasında kendini belli ediyordu. Sadece “buluntu film” değil “mockumentary / kurmaca belgesel”in de erken bir örneğidir ama internetin viral pazarlama gücünden uzak zamanlarda piyasaya çıkan filmde o kadar yoğun ve gerçekçi bir vahşet gösteriliyordu ki seyirci ve filmi pek çok ülkede yasaklayan otoriteler daha çok bununla ilgileniyordu. Ruggero Deodato’nun hakkında açılan “snuff” davaları yüzünden filmin asıl kıymeti hep geri planda kaldı.
Blair Cadısı / The Blair Witch Project
80’ler “Biz gidelim ormana hey, kendimizi öldürtmeye!” tarzında ‘teen slasher’lardan geçilmiyordu. Tam da böyle bir şeyleri anlatan Blair Cadısı (The Blair Witch Project)’nın senaryosunun yeni hiç bir tarafı yok ama işin esprisi de şuydu: Film öyle bir pazarlandı, öyle bir izlettirildi ki, seyirci kurgulanmış bir öykü izlediğini değil de gerçekten “bulunmuş” bir video kaseti gördüğünü sandı.
Bu “gerçek olma” halinin ben dahil tüm dönem izleyicilerini korkudan tavana baktırdığını kabul etmeliyiz. Film yoğun seyirci ilgisi yüzünden maliyetiyle orantılandığında “en çok kazandıran” yapımlardan biri oldu ve yönetmenleri Eduardo Sanchez ve Daniel Myrick’e hala tüketemedikleri (az kaldı fakat) bir kredi kazandırdı. Şahsi fikrime göre hala çekilmiş en iyi “buluntu film”dir Blair Cadısı.
Ölülerin Günlüğü / Diary of the Dead
“Buluntu film”in neredeyse tüm sinemacılık öğrencileri tarafından denendiği ve özellikle video piyasası için çekilmiş pek çok zavallı örneğiyle karşılaştığımız 2007’de, zombie filmlerinin unutulmaz yönetmeni George A. Romero da türe el attı. Kafasındaki nasıl bir şeydi, ne amaçladı bilemiyorum ama Danny Boyle’un 28 Gün Sonra (28 Days Later…) filminden itibaren iyice evrim geçirmiş zombie alt türünün eskimiş bir temsilcisi olarak Ölülerin Günlüğü (Diary of the Dead) filmiyle istediği sonucu alamadı. Romero’yu sevenler filmi de sevdi ve film video piyasasında hızla tüketilerek unutuldu.
Filmin en akılda kalan yanı, film boyunca kulağımıza gelen “haberleri” okuyanların gerçek isimleri oldu. Wes Craven, Stephen King, Simon Pegg, Quentin Tarantino ve Guillermo del Toro… Ben yine de kamerayı fazla sallamadığı için kendisine teşekkür ederim. Ustanın içten içe asıl kahrolduğu şey ise kendisinin yapamadığını daha sonra Rec: Ölüm Çığlığı adlı İspanyol korkusunun başarmış olması!
Paranormal Activity
Oren Peli bu filmi yaptı ve ilk defa 2007 yılında yapılan Screamfest sırasında gösterdi ama göstermez olaydı! Filmi izleyenler o kadar korktu, o kadar beğendi ki fısıltı gazetesi sayesinde Paranormal Activity bir anda yılın en çok merak edilen yapımı haline geldi. Paramount’un gösterim haklarını alması ve bir remake düşündüğü için asıl filmi Screamfest dışında kimsenin görmemiş olması merak duygusunu iyice kamçıladı ve filmin ekmeğine yağ sürdü.
Kısa filmci dostum Can Evrenol’un Screamfest’ten sızdırıp gönderdiği bir jüri kopyasından izlediğim filmden ben de çok etkilenmiştim. Çok ilkel ama çok yoğun bir korkma deneyimi yaşatıyordu Paranormal Activity ve olayın milyon dolarlık efektlerin çok ötesinde olduğunu ispatlıyordu. Filmin daha sonra devamı da çekildi ve şu anda 3. bir film yakın zamanda vizyon bekliyor. Bu kadar hızlı üretilen filmlerde “ilk film”” her zaman kıymetli olandır. Kaçırdıysanız, şiddetle tavsiye ediyorum.
Rec: Ölüm Çığlığı / [Rec]
George A. Romero’nun yapamadığını bu defa Jaume Balagueró Rec: Ölüm Çığlığı ([Rec]) ile yapıyor ve çok sıkı bir Zombili “buluntu film” başarıyor. Öncelikle [REC]‘in diğer türdaşlarından ayrıldığı nokta, Bir haftalık bir hikayenin sekanslarını değil 75 dk’lık gerçek zamanlı bir öyküyü anlatıyor olması. Bu da seyirciyi avucunun içine alan öykünün onu hiç bırakmadan finale taşımasına yol açıyordu ki bence REC şimdiye kadar çekilmişler içinde en zeki senaryo ve kurguya sahip olanı.
Zombi filmlerinde genellikle kahramanlar bir binanın (ev, süper market ya da polis karakolu olabilir) içinde hapsolmuştur ve Zombiler mekana girmeye çalışmaktadır. Balagueró bu sıkışmışlık duygusunu REC’de bir adım daha ileriye götürüp, Zombilerle insanları aynı binanın içinde hapsetmeyi de akıl ederek zombi filmlerine de farklı bir dokunuş gerçekleştirmişti. Filmin başarısının ardından devamı çekildi ve her iki filmin de Amerikan yeniden çevrimleri çekildi. Çok muhabbet tez ayrılık getirir derler, “buluntu film”lerin bir sıkıntısı da bu; ucuza çıktıkları için peşisıra devam filmleri geliyor ve sinemasal başarı, arsız ticaretle gölgeleniyor.
Canavar / Cloverfield
Hazır ucuza çıkanlardan bahsetmişken o anlayışı değiştiren filmi yazmanın zamanı da gelmiş demektir. İlk defa bu kadar fazla özel efekt barındıran, yüksek bütçeli, stüdyo işi bir “buluntu” filmi Canavar (Cloverfield)’ı izleyerek görmüş olduk. Canavar’ı diğerlerlerinden ayıran asıl şey ise onun film olmaktan çok, bir deneyimleme olması. Film size canavarın nereden geldiğini, neden geldiğini yada nasıl yok edileceğini asla söylemiyor. Filmin içinde bu soruların hiç bir cevabı yok. Basit vaat şu : Doğumgününüzü kutlarken ve eski sevgilinizden ayrılmanın acısını yaşarken yaşadığınız şehre dev bir yaratık saldırıp, siz de ateşin tam ortasında kalırsanız ne yaşayacaksanız, onu yaşayacaksınız.
Bu ilk defa İşaretler (Signs) filminde gördüğümüz türden bir sıradan insan ve uzaylı karşılaması deneyiminin geliştirilmiş hali aslında… Geleceğin ticari sinema anlayışı için bir not düşme olarak da algılanabilir. Bir lunapark heyecanını salona taşıma gayesi yürüten filmin içinde bulunduğumuz teknolojik kısıtlamalara rağmen bunu neredeyse başardığını iddia edebilirim.
Ada: Zombilerin Düğünü
Siyad üyesi iki sinema yazarının elinden çıkma Ada: Zombilerin Düğün “buluntu film”in eleştirmen cephesinde bile ilgiyle karşılandığının bir örneği ve ülkemizde bu alanda yapılmış ilk film. Gerçi film “ilk” olmakla ilgili iddasını “ilk zombi filmi” olmakla değerlendirmişti ama türle olan zayıf etkileşimi yüzünden görmezden gelinen, 1970 yapımı Ölüler Konuşmaz Ki adlı bir filmimiz var aslında…
Ada, Canavar (Cloverfield), Rec: Ölüm Çığlığı ([Rec]) ve Ölülerin Günlüğü (Diary of the Dead)’den ilham almış ama onlar kadar güçlü ve denenmemiş fikirlerle dolu değil. Yüzlerce kez gördüğümüz kaçma ve kovalamaca anları dışında pek bir numarası yok. Tek fark bu defa Türkler kaçıyor! Dükkân-ül Hayal ekibinin yaptığı makyajlar da çekim zaafları yüzünden güme gitmiş. Ada, izleyenleri tatmin etmeyen, “buluntu film”de işin bulmakla bitmediğini ispatlayan silik bir film, sadece yerli bir örnek olarak önem arzediyor.
Troll Avı / Troll Hunter
Konusunu okuduğunuzda “SyFy Channel’ın uyduruk filmlerine benziyor, aman uzak olsun” diyorsunuz ama Troll Avı (Trolljegeren) gerçek bir başarı… Blair Cadısı (The Blair Witch Project)’nda olduğu gibi yine ormana dalıyoruz ama bu defa İskandinav mitolojisinin dev yaratıkları olan Troll’leri avlamak için!
Filmin yumuşak karnı olan özel efketlere muhtaçlığı ise 3 milyon $’lık bütçesinden beklenmeyecek kadar iyi başarılmış. İş film çekmek olduğunda bunu büyük bir rakam zannetmeyin! Sultanın Sırrı bile 4 milyona çıkmışken, bu bütçeden böyle film çıkarmak gerçekten esaslı iş. Troll Avı diğerleri kadar gerilimli, sinir bozucu bir film değil ama şimdiye kadar izlediğim en hayranlık verici “Buluntu film” örneği oldu. Bu anlamda kendisinden çok daha pahalıya çıkmış Canavar (Cloverfield)’ı dahi gölgede bırakıyor.
Grave Encounters
Bu film üzerine kalem oynatmak istemiyordum ama “buluntu film”in ne kadar sömürüye açık olduğunu göstermek açısından yazmamın da gerekli olduğunu düşünüyorum. Grave Encounters, aynı adlı TV programını çeken ekibin güya başına gelenleri konu edinen ama haddini bilip oturmak yerine korku sinemasının tüm klişelerini ve kendinden önce çekilmiş türdaşlarını yağmalayan arsız bir film.
Tabii bu arsızlık ve “maden bulma” şımarıklığı bir süre sonra izleyeni bunaltacak ve “buluntu film”in en büyük etkisi olan “gerçek olma” etkisini yok edecek bir hale dönüşüyor. Gerçek olduğuna inandırmakla, izleyeni enayi yerine koymak arasındaki ince çizgiyi aşan bu film bir “buluntu film” olmaktan öte “bulantı” bir yapım…
Son Ayin / The Last Exorcism
DVD kapaklarında sıklıkla rastlanan türden bir benzetmeyle “Blair Cadısı, Şeytan ile Buluşuyor” olarak özetlenebilecek filmimiz “buluntu film” olayına diğer türleri dahil etme hevesine “Şeytan çıkarma” filmlerini ekleme amacında… Ya da zaten seyircisi hazır olan bu filmleri, bütçesiz bir şekilde çekerek ticaret yapmanın derdinde olan bir yapım. 2 milyon $’lık maliyetine karşın ABD ilk 3 gün hasılatının 20 milyon $ olması da formülün işe yaradığını gösteriyor.
Ticari hesapların ötesinde çok önemli bir film değil ama “buluntu film”in kendiliğinden sağladığı aktüel gerçeklik duygusunu “şeytan çıkarma” ritüeline taşımak bence sıkı bir fikir. Bu konuda daha güçlü örnekler geleceğini ve belki de yıllar sonra bu sayede Son Ayin (The Last Exorcism) etkisini yeniden tadacağımıza inanıyorum.
Daha Bulunamamış “Buluntu Film”ler…
Her çekim yapan, kaseti çıkarıp yola fırlatmış olmalı ki bulmakla bitmiyor bu filmler… Hani Türk halkının düğün ve sünnet kasetleri sayısına ulaşacaklar neredeyse!
Şaka bir yana, ticari açıdan nefes aldırıcı olan ve seyircinin artık iyice benimsediği bu alt türün pek çok örneği yakında karşımıza çıkacak. Paranormal Activity ve Rec: Ölüm Çığlığı ([Rec]) serileri ise tam gaz! Özellikle REC’in çekilmesi kesinleşen REC: Apocalypse adında bir devam filmi daha var. Bu arada asıl ilginç olan proje ise 70’lerin korku kültlerinden olan ve pek çok devam bölümü çekilen The Amityville Horror lanetinin The Amityville Horror: The Lost Tapes adında bir “buluntu film” örneğinin bu sene içinde gösterilecek olması…
“Hani Türk halkının düğün ve sünnet kasetleri sayısına ulaşacaklar neredeyse” cümlenizin üzerine Karadedelerde Düğün Günü gibi bir film yakın zamanda karşımıza çıkacaktır sanırım.
Ayrıca sünnet olayı başlı başına bir korku filmi senaryosu konusudur ve uzuun uzun değerlendirmelidir :)
2011 yapımı The Tunnel’i bu listede göremediğime şaşırdım açıkcası. bana göre bu türün en başarılı bir örneklerinden birisi. merak ve endişe duygusu ile dolu bir şekilde kendini sonuna kadar sıkmadan izletiyor ve korkutma işini de başarıyla yerine getiriyor.
madem öyle ben tunnel’i seyredebilirim. bir süredir erteliyorum ama madem beğenenler var şansımı denerim