browning1Tod (gerçek adı Charles) Browning küçükken evlerinin arka bahçesinde çevresindekilere sergilediği müzikaller ve melodramlarda cep harçlığını çıkartmış… 16 yaşındayken evden kaçıp bir sirke katılan Browning, burada, gizli bir bölmesine hava tertibatı ve yiyecek yerleştirilmiş olan tabutlar içinde 48 saat toprak altında kaldığı gösteriler düzenledi. Sinemaya girişi ise tabiî ki figüranlıkla oldu. Kısa metrajlı komedilerdeki küçük rollerin ardından, yönetmenliğe terfi etti.

1920’de çektiği The Virgin of  Stamboul (Istanbul’lu Bakire) adlı Oryantalist bir film de çeken Browning, 1920’lerin ikinci yarısında sessiz sinemanın en önemli oyuncularından birisi olan Lon Chaney’in (nam-ı diğer “Bin bir Suratlı Adam”) başrolünü üstlendiği birçok film çevirdi.

Tod Browning’e asıl ününü kazandıran film ise 1931’de çektiği Dracula‘dır. Aynı dönemde Boris Karloff’un Frankenstein’ında ki canavar rolüyle ünlenmesi gibi, BelaLugosi’li Dracula‘ da bir klasik olmuştur. Ancak Browning Dracula‘da ki başarısını diğer filmlerinde sürdürememiştir. Yine de, 1932’de çektiği Freaks (Ucubeler), kolsuz ve bacaksız insanlar, cüceler, siyam ikizleri, vs. gibi o dönemin sirklerinde gösteri işinin bir parçası olan gerçek hilkat garibelerine yer vermesi nedeniyle çeşitli tepkilerle karşılaşmış ve sansasyonel de olsa bir başarı kazanmıştı.

Ancak Amerika’da filmin sansürlenmesi ve çok kısa bir süre oynadıktan sonra gösterimden kaldırılması ya da İngiltere ve başka bazı ülkelerde uzun süre yasaklı film statüsünde kalması, tam bir ticari başarısızlığa yol açmıştı. İzleyen yıllarda, Browning başka bazı korku ve gerilim filmleri de çevirdi ancak bunlar da tutucu çevrelerin bu filmlere yönelik artan baskılara ve dolayısıyla sansüre kurban gitti. Yapımcıların korku türüne karşı artan ilgisizliği ve Browning’in They Shoot Horses, Don’t They? (Atları da Vururlar, değil mi?) adlı romanı beyazperdeye uyarlama çabalarına sıcak bakmamaları Browning’in 1962’deki ölümüne dek sinemayla ayrı kalmasına yol açtı.

sjff_02_img05931

Freaks ilk gösterime girdiğinde kimi eleştirmenler tarafından yerden yere vurulmuş ve yapımcı şirket olan Metro Goldwyn Mayer’in tozlu raflarına yollanmıştı. 1948’de istismar filmleri dağıtımcısı Dwain Esper filmin haklarını sudan ucuz bir fiyata MGM’ den aldı.4362301020a Esper filmin adini önce Forbidden Love (Yasak Aşk) ve sonra da Nature’s Mistakes (Doğanın Hataları) olarak değiştirerek yıllarca çeşitli kentlerdeki küçük arka sokak sinemaları ve ucuz araba sinemalarında gösterdi, Seyircinin sıkıldığını fark ettiği anlarda filmin aralarına kimi erotik filmlerden beser onar dakikalık parçalar koydu.

Yıllar sonra 1956’da zengin bir sinemasever, başkanı olduğu film derneğinin düzenleyeceği korku filmleri gösterisi için, önerilerini almak üzere Şeytana Tapanlar Kilisesi’nin lideri Anton LaVey’e başvurdu. LaVey’in önerisi üzerine Freaks’ı da göstermeye karar verdiler. Uzun ve meşakkatli araştırmalar sonunda Esper’i buldular ve filmin haklarını 5000 dolar’a satın aldılar. Ancak Esper’in elindeki kopyaların gezdiği bit yuvası sinemalardan sonra gösterilecek hali kalmamıştı ve bunun üzerine yeni bir iz sürme ve araştırma sürecinin ardından eski bir sinemanın deposunda filmin iyi bir kopyası bulundu. Bunun ardından, filmin üniversiteler, sinema müzeleri ve hatta Andy Warhol’un Factory’sindeki peş peşe gösterimleri filmin “kült” statüsüne erişmesine yol açtı. Bu gösterileri, 1961’de New York sinemalarında ve 1962’de Cannes film festivalindeki gösterimler izledi. Film 1967’de She Freak (Dişi Ucube) adıyla yeniden çekildi. Bir zamanlar filmi adeta çöpe atan MGM ise filmin haklarını yıllar sonra geri aldı ve 1986’da video kaset olarak piyasaya sürdü.

Tod Browning Freaks‘ı 1931’de korku filmlerinin önemli bir seyirci kitlesini sinemalara çektiği bir sırada çekti. Gezici sirkler ya da karnavalların ufak ufak kaybolmaya başladığı bu yıllarda, Browning daha önceleri çalıştığı Lon Chaney’in ayrıksı makyaj yeteneğinin ötesine geçip, tanrının makyaj yaptığı birfreaksgf1 grup insanı bir araya getirmek istiyordu. Film için başvuran bir sürü “ucubenin” arasından filmde oynayacakları seçen Browning, Cleopatra rolü verilen Olga Bactanova’yi da filmin çekimleri başlamadan önce diğer oyuncularla tanıştırdı. Bactanova bu karsılaşmayı söyle anlatır: “Sonra bana orangutana benzeyen bir kadın gösterdiler. Sonra da, kafası olan ama bacakları olmayan bir adam; hayır, yalnızca bir kafa ve bir gövde, sanki bir yumurta gibiydi… Bana ağır ağır onları gösteriyorlar, bense bakamıyor, bayılmak istiyordum. Ağlamak istiyordum. Başlangıçta çok kötüydü. Onlara bakamıyordum”. Bir insana olduğu gibi acı veriyorlardı bana. Ne kadar şanslıydım. Ancak onlara alışmaya başladım, yalnız ara sıra kendinden geçen ve maymuna benzeyen birisi dışında.

Freaks, Madam Tetralini’nin (Rose Dione) gezici sirkinde önemsiz gösterilerden birisini düzenleyen Hans (Harry Earles) adlı cücenin hikayesi etrafında “makyajları tanrı tarafından” yapılmış olan ucubelerin yaşamını kimi zaman keskin ve çoklukla da inadına duygusal bir dille anlatmaktadır. Başka bir cüceyle, Frieda (Daisy Earles), nişanlı olan Hans sirkteki oldukça güzel olan normallerden birisine, Cleopatra (Olga Badonova), âşık olur. Ancak trapezci Cleopatra ise sirkin güçlü adamı Hercules’e (HenryVictor) âşıktır. Hercules ve Cleopatra bu imkansız aşkla dalga geçmekte ve Hans’la eğlenmektedirler. Ancak Hans’in iyi bir mirasa konmasının ardından her şey değişir ve Cleopatra ve Hercules bir plan yaparlar. Cleopatra Hans’la evlenip onu zehirlemeyi ve böylece de mirasa konmayı planlamaktadır. Cleopatra Hans’la evlenir ve sirkteki ucubelerin grubuna kismende olsa dâhil olur. Taaki, Hans’in planı öğrenip diğer ucubelere anlatmasına kadar. Bu andan itibaren film, bir ucube gösterisi ve duygusal bir film olmaktan çıkar ve ciddi bir gerilim filmine dönüşür. Özellikle ucubelerin bir araya gelip şimşeklerin çaktığı yağmurlu bir gecede Cleopatra’dan Hans’a oynadığı oyunun öcünü aldıkları sahne, filmin duygusal atmosferini bir anda kırar ve korku sinemasının en ayrıksı ve en iç gıcıklayıcı  şiddet ve gerilim sahnelerinden birisine dönüşür.

4060571020a

Ucubelerin çamurlar içinde sürünerek, aksayarak ve hınçla Cleopatra’nın kaldığı karnaval arabasına doğru ilerlemeleri Tod Browning’in filmlerindeki sabit kamera çekimlerine ve zayıf kalan kurguya karşın gerçekten etkileyicidir. Freaks Hollywood sinemasının klasik bir senaryo üzerine kurduğu – “kadınlarımızı çalan canavarların”  fink attığı korku ve bilimkurgu filmlerinin revaçta olduğu bir dönemde çekildi. Uzaydan gelen, dünyanın derinliklerinden çıkan ya da komünist bir dünyanın ürünü olan çeşitli yaratıkların (ortalama Amerikan seyircisinin “ötekilerinin”) Amerikan  rüyasını durmaksızın tehdit ettiği bir dönemde, Freaks‘ı da benzer bir senaryo çizgisinde ele alabiliriz – ancak, bunun çok ötelerine kadar giden ve biraz da bu klasik yapıyı eleştiren bir film olarak. Film, iyi ile kötünün dünyanın yaratılmasından bu yana süren savaşında, bir yandan açıkça bu savaşta taraf tutan batı metafiziğine (tabii ki, iyinin tarafını ya da ikili karşıtlıkların ilk tarafında yaralan nitelikleri) dair eleştirel çıkarsamaları olanaklı kılıyor. Bir yandan da modern toplumlarla birlikte oldukça olağan bir pratik haline gelen toplum içindeki “normal” tanımına uymayanların dışlanmasını ve bunun da ötesinde, kendi anlaşılmazlığı içinde korku duyulmasına karşın, gösteri toplumunu önceleyen bir dönemin dünyasında sergileme pratiklerinin bir parçası olan ucubelerin yaşamını anlatıyor.

Filmin en ayrıksı tarafı, bu ikili ayrımların dünyasında kalmayı sürdürse de, bu ayrım temelinde ötekilerin tarafını tutmasıdır. Bir melodram kurgusunda iyi-kötü, güzel- çirkin ve zengin-yoksul freaksayrımlarını kurgulayıp, bir imkansız ask hikayesine doğru giden bir yolda ilerleyen ve dönemin filmlerinin temel özelliğini besleyen faşizan bir ‘ötekinin dışlanması pratiğinin’ oldukça ötesine geçen filmde, aslında tanımı itibariyle iyi olması gereken normallerin hiç de iyi olmadığının anlatılması oldukça önemlidir. Bu anlamda, Freaks o ana kadar dışlanan ve bilinmezin dünyasının yukarıdan-verili örnekleri olarak karnaval dünyasının sergileme pratiklerine dâhil olmak dışında yasama şansları olmayan bir grup insanin (ya da “ucubenin”) hayatlarını oldukça duygusal bir dille anlatmayı başarır. Filmin asil hikayesini oluşturan aşk hikayesini düşünecek olursak, film aşkının karşılığını alamayan Hans’in çaresizliğini ve kendisine ayrılan dünyada kalmasının gerekliliğini anlatır. Bu arada da, bir yandan bu karşılıksızlığın ve kumpasın cezasını çekmesi gereken normallerin öldürülmesini ayrıksı bir sinema diliyle görselleştirirken, diğer yandan da filmin ürettiği normal insan ve ucube ikiliğinin filmin sonunda korunmasını sağlar.

Sonuçta, ötekiler arasında olması ve bu konumunun korunması gereken iki ucubenin (Hans-Frieda) aşkı filmi noktalar. FHM’in reklâmında kullanılan “Tamamıyla yetişkin bir kadın bir cüceyi sevebilir mi?” “Siyam ikizleri ask yapabilir mi?” “Yarı erkek, yarı kadın olan birisinin cinsiyeti nedir?browning_and_freaks_med1 gibi “önemli” soruları da sormaktan çekinmeyen Freaks hem istismar sinemasının izleyicinin dikizci güdülerini dürten çeşitli taktikleri kullanmaktan çekinmiyor ve bu anlamda da verili kalıplar içinde kalıyor, hem de modern dünyada televizyonun hakimiyetiyle tamamıyla yok olan bir fuar geleneği içinde oldukça önemli bir yere sahip olan ucubelerden oluşan sergi nesnelerini görselleştirip seyirciye sunulması gereken bir meta haline getiriyor. Bunun yanında, film her ne kadar ucubelerin iyilik/ güzellik/ normallik gibi kavramlarla kurgulanan bir “normaller” dünyasına ait olmaması çıkarsamasıyla sonlansa da, bu kavramları kurgulamada sürekli negatif alanı oluşturan ve dolayısıyla da dışlanması gereken ucubelerin de bir dünyası olduğundan söz etmesi anlamında oldukça önemli bir konumda yaralıyor.

Anlamadığımız ya da bilmediğimiz için ya da daha bilimsel bir ifadeyle, modernitenin bilme ya da çözme pratikleriyle açıklanamadığından sürekli toplumun dışına itilen ya da yine daha bilimsel bir başka ifade ve Foucault’cu bir okumayla söyleyecek olursak, toplumsal ayrımlamaya tabi kılınıp çeşitli alıkoyma ve kontrol mekanizmaları aracılığıyla kamusal alandan bütünüyle dışlanıp, toplumun ortak yasama alanlarında yer almaması gereken ötekilerin (ucubeler, deliler, sapıklar, vs.) de bir dünyasının olduğunu oldukça erken bir dönemde istismar sinemasının ve klasik Hollywood anlatısının çeşitli kalıplar içinde olsa da anlatan Freaks bugünkü “kült” konumunu kazanmasının ne kadar anlamlı olduğunu da kanıtlıyor. Kısacası, Freaks asıl canavarların normallerin dışladığı ötekiler arasında değil, normallerin arasında gezindiğini söyleyen erken bir film…

Yazar Savaş Arslan

Kaynak: Geceyarısı Sineması Dergisi Sayı: 01 – Yaz 1998

Freaks Lobi Kartları

 

poster002

poster003

poster004

poster005

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

5 Comments Leave a Reply

  1. Bu güzel yazı için elinize sağlık.

    Zamanında köşe bucak saklndığı için giderek bir efsane halini almış filmi bir ara birilerine izletmiştim. Filmin sonunda yaorumlar “tipler çok acayip ama film o kadar da korkunç değildi” olmuştu. Filmin en eleştirilen, daha doğrusu sevmeyenlerinin eleştirdiği noktaya geleceğim. Sömürü kısmına. Şahsen şöyle düşünüyorum: Zamanında kendi de sirkte çalışmış biri olan Browning eğer ucube diye adlandırdığımız bu insanları korkutma amacıyla kullansaydı, veya iki görece güzel karakteri yanlış anklaşılmış iyiler olarak betimleseydi evet bu bir sömürü olurdu. Göz aşinalığımızın olmamasının getirdiği tedirginlik bir yana tek korkutucu oldukları, daha doğrusu göründükleri yer finali bence. Ben insanları dış görünüşleriyle yargılayan veya midesi kalkan biri değilim. Olmamaya da çalışıyorum. Ama bu filmi izlediğimde tedirgin olmadım değil. Fakat tedirginliğim onlardan korkmak değil, bihaber olmaktı. Aklımda kalan iki “ideal” tipin (adları üstünde Venüs ve Herkül!) ne kadar içten pazarlıklı ve kaba iken “ötekiler” tam tersi. Bu filmin küçük kardeşi The Elephant Man gibi…

    Sonuçta bence Freaks basit (bu kelimeyi küçümseme anlamında kullanmıyorum) entrikalı ve dramatik bir film. Özelliği ne diyebilirsiniz, özelliği de bu zaten.

    Cesur bir film, ama cesaretini kavrayablmek için öncelikle zamanına göre değerlendirmek gerekiyor. Ama bir yandan da şunu düşünmeden edemiyor insan: Gerçek hayatta bulaşıcı bir hastalıkmışcasına korkmuyoruz ama alışabildik mi acaba? Hiç sanmıyorum…

  2. çok güzel bir yorum anıl. yazının sonuna ek olarak konulacak güzellikte..

  3. Bu filmin istismar filmi olduğuna inanmayanlardanım. Sonuçta bu insanlar var ve onları filmde oldukları gibi görüyoruz. Ufaklığın aşkı için yaptıkları ve onu uyaran arkadaşlarına gösterdiği tepkilerin yeraldığı sahneler bence üzerinde düşünülmesi gereken sahneler. Evrensel duygular özürlü veya özürlü değil hiç farketmeden herkes tarafından yaşanıyor. Esas özürlülük davranış bozukluklarının altında yatıyor.

  4. “One of us one of us ,gooble gobble , we except her we except her.”

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

End of the Line (2007)

End of the Line, üzerine hafif Red State damlatılmış bir
blank

Asla Unutulmayacak Bir Klasik: A Nightmare on Elm Street (1984)

Nasıl ki Wes Craven, korku sinemasının en önemli yönetmenlerinden biriyse,