Mad Max serisine hastayım. Mel Gibson’lı üçlemede favorim, ikinci film olan Çılgın Max 2: Savaşçı (Mad Max 2, 1981). İlk filmi de severim. 30 yıllık bir aradan sonra karşımıza çıkan Mad Max: Fury Road’u (2015) da 21. yüzyılın -şimdilik- en iyi aksiyon filmi olarak selamlıyorum. Sinema nedir sorusuna cevap veren olağanüstü bir filmdir. 9 yıl beklediğimiz için Furiosa: Bir Mad Max Destanı (Furiosa: A Mad Max Saga, 2024) filminden çok umutluydum ama görkemli sahnelerine rağmen maalesef beklentimin biraz altında kaldı. Gişede de umduğunu bulamadığını görüyoruz ki şaşırtıcı değil.

blank

***Yazının bundan sonrası sürprizbozan (spoiler) içermektedir.***

Bunun birkaç sebebi var, ilki senaryo. Bu Fury Road’un kısa bir zaman öncesini anlatan (prequel) bir film olduğu için baş etmesi zor bir işe soyunuyor. Bunu biraz açayım. Fury Road’da birbirinden önemli ve ilginç birkaç karakter var. Başta Max Rockatansky, Imperator Furiosa ve Immortan Joe (Ölümsüz Joe) olmak üzere Rictus Erectus, The People Eater (İnsan Yiyen), The Bullet Farmer ve The Organic Mechanic (Organik). Bu filmde Max hariç hepsi var, onların hikâyelerinin öncesini öğreniyoruz. Bu ne demek? Bunların hiçbiri ölmeyecek demek. E, bu filmde Max de yok. O zaman bu filme akıbeti merak uyandıracak ilginç karakterler eklemek icap ediyor, şükür, eklemişler: Dementus (Chris Hemsworth), Praetorian Jack (Tom Burke), Scrotus (Josh Helman) ve The Octoboss (Goran D. Kleut).

Şimdi sıkı durun, Jack’in ölümü ekran dışında (off-screen) gerçekleşiyor, Scrotus ölmüyor, The Octoboss’un başına ne geldiğini bilmiyoruz. Ve başkötü (main villain) Dementus gebermiyor! Jack’i diri diri yiyen köpekleri de ölmüyor (belki Bullet Farm’daki karmaşada ölüyorlar ama biz görmüyoruz)! Furiosa’nın annesi nasıl ölüyor, Miller bize onu da göstermiyor. Tarihçi (The History Man) ise bir noktadan sonra hikâyenin dışına itiliyor. E, biz bu filmi niye izledik? Furiosa’nın kolunu nasıl kaybettiğini görmek için mi? Onu da tam göremedik ya, neyse… Hiçbir baş kötünün ölümünü göremediğimiz Mad Max filmi mi olur? Mad Max anlatısı başından beri bir Kutsal Kitap menkıbesi gibidir, iyiyle kötünün, zayıfla güçlünün o bitimsiz savaşını eğretiler. “Öldürmeyelim de besleyelim” mantığıyla biten bir Mad Max filmini ben ilk defa izliyorum, hafızam beni yanıltmıyorsa ucuz taklitlerinde bile buna cüret eden olmadı.

blank

Furiosa’nın Fury Road’a göre zayıf olmasının bir diğer nedeni, görüntü çalışması. Yönetmen aynı, bütçe fena değil, peki ama bu niye böyle oldu? Önceki filmin başarısının hemen ardından apar topar çekilmiş bir film değil ki bu. Aradan yıllar geçmiş. Baktım, görüntü yönetmeni ve sanat yönetmeni değişmiş. Bu renk paletinden ya da iç mekânlardaki detaylandırmadan o kadar belli ki. Başta George Miller olmasına rağmen bir geri adım söz konusu. Çölde uzaktan alınmış kareler hariç şöyle evladiyelik bir resim göremedim ben.

Halbuki Fury Road’un en çarpıcı yanı, eşi benzeri olmayan görsel dokusuydu. O filmden her biri tablo gibi olan onlarca çerçeve sayabilirim. Fury Road’da bazen bataklık sahnesinde ya da kum fırtınasında olduğu gibi renk paleti tümüyle değişiyordu. Furiosa’da Citadel, Bullet Farm (Kurşun Çiftliği) ya da Gas Town (Yakıt Şehri) arasında bile belirgin bir görsel doku farkı yok, bu ne tembelliktir? Ses çalışmasında da geri adım söz konusu. Ölümsüz Joe’nun bir sahnesi hariç (arkada kalp ritmimizi belirleyen bir makine sesi var) filmde sese dikkat kesildiğim hiçbir sahne olmadı.

George Miller’ın serinin önceki filmlerinde bir başarısı, aksiyon sahneleri arasına serpiştirdiği sahnelerin ya karakterleri derinleştiren ya da üzerinde ölüm-kalım mücadelesi verilen coğrafyayı bize tanıtan sahneler olmasıdır. O çetin ve amansız koşulları gösteren sahne sayısı bu filmde çok az. Bir tane var, onu çok sevdim. Bir kafatası görüyoruz, üstüne sinekler konuyor. Sonra kafatasının içinden bir kertenkele çıkıp kanatlı hayvanı yutuyor. Tam karnını doyurmuşken bir araba tekerleği hem kafatasını hem de üstündeki mutlu kertenkeleyi ezip geçiyor. Bayıldım bu plana, Mad Max ruhu budur! Güçlünün güçsüzü ezip hayatta kaldığı bir coğrafyadır çorak topraklar (wasteland). Mad Max filmleri başlı başına metafor üreten sürüngenlerle doludur, hatırlarsanız, bir önceki film böyle bir sübliminal İncil referansıyla başlamıştı.

blank

Filmde beğendiğim yerler var mı, elbette var. Furiosa’nın hırsını, azmini ve sonsuz kararlılığını bize gösteren ön anlatı iyi yazılmış, iyi çekilmiş. Favorim, onun kişisel gelişimini ve şahsi vasıflarını gösteren “zincirle aracı bağlama” sahnesi. Açılıştaki kovalamaca sahnesini de çok beğendim. Özellikle araçtan araca geçiş ve keskin nişancı tüfeğiyle insan avını nefesimi tutarak izledim.

Bullet Farm’daki çatışmayı çok sevdim, filmde en sevdiğim bölüm olabilir. Ama bu sefer yol savaşlarını pek tutmadım, bazı sahnelerin post-prodüksiyonda hızlandırıldığı ya da tepelere araçla tırmanma sahnelerinde olduğu gibi bilgisayarda yapıldığı çok belli oluyor. Ama araca bağlı paraşütlerle yapılan saldırılarla özgün sahneler yakalanmış. Savaş Kamyonunun (War Rig) arkasına bağlı olan silahı da beğendim, tabii biraz fizik okumuş olan biri, bu ağır topuzlu silahın yaratacağı “merkezkaç kuvveti” nedeniyle kamyona yol kontrolünü kaybettireceğini iyi bilir ama olsun. Mad Max’te çizgi roman kuralları geçerlidir. Öyleyse öyle.

Furiosa’daki zaman sıçramaları çok net değil, kaç yıl ilerlediğimizi pek anlamıyoruz ama George Miller “Citadel’deki merkezin kenarında enlemesine büyüyen ağaç” gibi birkaç güzel çözüm bulmuş. Bunları sevdim. Ama genel olarak zamansal bir kaos var, Kırk Gün Savaşları’nda ya da final sahnesinde olduğu gibi büyük sıçramaları hemen kavramak güç. Birdenbire kendimizi farklı bir zaman-mekân bloğunda buluyoruz. Yarın bir gün bu filmin yarım saat daha uzun olan bir versiyonu ortaya çıkarsa hiç şaşırmam, bana birçok geçiş sahnesi ritimde sarkma yarattığı için kesilip atılmış gibi geldi.

blank

Kadro genel olarak fena değil, bir kişi hariç herkesi beğendim diyebilirim. Gerek Alyla Browne gerekse Anya Taylor-Joy olsun, Furiosa’yı canlandıran aktrisler inandırıcı bir performans sergilemişler (evet, hiçbiri Charlize Theron’u andırmıyor ama olsun). Jack’e hayat veren Tom Burke’ü de beğendim. Clarence Ryan (Black Thumb) ve Goran D. Kleut (The Octoboss) gibi sürprizler var, onları daha çok görmek isterdim. Bence kastingdeki tarihî hata, Dementus’ı canlandıran Chris Hemsworth. Komik mi olayım ciddi mi durayım, o da şaşırmış. Sonuçta, Dementus toplu katliam yapan acımasız bir savaş lordu. Hemsworth rolü yanlış yorumlamış gibi geldi bana.

Katledilme ihtimalin olan barış görüşmelerine evlat edindiğin küçücük bir kız çocuğunu da götürmen gibi iler tutar yanı olmayan senaryo zaaflarına takılmazsanız Furiosa: Bir Mad Max Destanı (Furiosa: A Mad Max Saga, 2024) iyi bir seyirlik. Ekşın dikşın bam güm çat! George Miller, George Miller’lığını yapmış, lakin alt metinde derinlik ya da teknik denetimde görkem arıyorsanız Fury Road’un çok gerisinde bir yapım olduğunu söylemeliyim. İyi seyirler…

Sanırım artık “Vadedilmiş Topraklar” (Promised Land) mitini yerle bir ederek “Koşarak kaçtığın çöl / Gül bahçesi olmayacaktır asla” diyen Mad Max: Fury Road’a (2015) bir anıt dikmenin vakti geldi. Yeni bir Mad Max yazısında görüşmek üzere…

blank

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Science Fiction Volume One: The Osiris Child (2016)

“Son Savaşçı” o çok sevdiğim kirli-paslı-tozlu bilim kurgulardan biri… Mad
blank

Robocop 2 (1990)

Unuttuysak bu bizim ayıbımız. Robocop 2 de aynı ilk film