Darağacına Kafa Atanlar Derneği
Ortalama ayarında bir pide salonuna oturduğunuzu düşünün… Önünüze de CorelDraw’ın olanaklarını hiçe saysa da, üç beş grafik takla ile kotarılmış bir menü getirildiğini hayal edin. Kırmızı arka plana sarı fontların çakıldığı bu menünün üzerinde dakikalar süren arayışınızın ardından nihayet “kavurmalı-kaşarlı pide”de karar kıldığınızı farz edin. Verdiğiniz siparişin üzerinden yarım saat geçtikten sonra da önünüze getirilen pide için, garsonun “kusura bakmayın kavurmamız kalmadı, elimizde sadece kaşar var o sebeple bununla idare edin, telafiyi müessesemizin ikramı olan çay ile yapalım” önerisini de kabul edin madem! İşte o pideden aldığınız ilk ısırık sonrasında, kaşarın berbat ama hamurun tavında olduğuna karar kıldıysanız eğer; benzer hissiyatı, bir b film sever olarak Gallowwalkers’da yaşamanız muhtemel. Bu abuk sabuk benzetme için vaktinizin büyük bir kısmını utanmazcasına çaldıktan sonra, gönül rahatlığı ile Gallowwalkers hakkında sayıp dökebilirim o halde…
Kabul edelim, Gallowwalkers’ı ilgi çekici kılan iki unsur vardı aslında. Bunlardan biri, Blade serisinin ardından bir dolu saçma sapan, diş kovuğuna gitmez aksiyon filminde ömür çürütmeyi kendisine adeta görev bilmiş olan Wesley Snipes’ın, uzun bir aradan sonra ilk defa cool bir imaj ile karşımıza dikilecek olmasıydı kuşkusuz. Bir diğer çekici taraf ise, internete düşen ilk fotoğraflardan itibaren, alternatif sayılabilecek, çöp şiş kıvamında bir Kara Kule öykünmesi olma ihtimaliydi –ki benim açımdan değeri tartışılmaz diyebilirim. Böylesine küçük çaplı projenin hem Snipes’ın vergi kaçakçılığı suçlaması ile çarptırıldığı hapis cezasından, hem de proje takvimindeki aksaklıklardan bu kadar etkilenmesi garip! Diğer taraftan da geçtiğimiz aylarda özgürlüğüne kavuşan fakat cezasının bir kısmını da ev hapsinde dolduracak olan Snipes’ın geri dönüş müjdesi de böyle olmamalıydı diyor insan ister istemez! Neyse ki Snipes’ı önümüzdeki yıl Expendables’ın devam halkasında izleyeceğimiz hemen hemen kesinleşmiş durumda! Biz, kendisinin bunca zaman büyük bir inat, zevk ve şevk ile yer aldığı bütün bu tatsız tuzsuz projeleri unutmaya dünden razıyız oysaki!
Gallowwalkers’a dönecek olursak eğer… Tarifinin kenarına köşesine adet olduğu üzere spagetti western harmanlı, fantastik b filmlerini ya da en okkalı etkilenim noktası olarak King’in Kara Kule’sini ekleyebilmemiz pekala mümkün. Özellikle filmin girizgah kısmında bu etkilenim noktaları kendilerini açık etse de, üç parçadan oluşan filmografisini, ortalamanın altında taşlarla döşemiş olan yönetmen Andrew Goth’un bu tercihleri ne kadar bilinçli bir biçimde kullandığı oldukça şaibeli. Hele ki filmin ilerleyen dakikalarında bu şaibe git gide kocaman bir kara deliğe dönüşerek, filmin bütün albenisini silip süpürmeye başlıyor.
Goth’un, sadece sinopsisine kabaca göz attığımızda bile, en kötü ihtimalle, çerezlik bir “arkadaş toplaşması seyirliği” olabilecek bir malzemeden; keyifsiz, sevimsiz ve ruhsuz bir eziyet çıkarabilmesi gerçekten de büyük başarı! Hele ki filmin ilk 10 dakikasında vadettiği ve izleyicide “ortalama da olsa b film, b filmdir!” hissiyatını uyandırmasının ardından, seyircinin salya akıta akıta uyuyacağı bir ninni çığırmaya başlaması az buz bir ayıp değil!
Yine son derece yanlış ellerde yanlış değerlendirildiğini düşündüğüm, animasyon illüzyonisti Jimmy Hayward’ın adam akıllı kotarmayı beceremediği, bendenizin de sevip saydığı çizgi serilerden biri olan Jonah Hex’in beyazperdedeki macerasının kaderiyle benzer bir kaderi paylaşıyor Gallowwalkers. Her saniye, parçaları bambaşka köşelere savrulan ve lütfedip ağzını açtığı her iki kelamda, izleyicinin kafasını bulandırmaktan başka bir misyona sahip olmayan ana karakterlerin çektirdiği zulüm olmasa; belki her iki yapım da daha konsantre ve kolay kabullenilebilecek bir hale getirilebilirdi. Fakat bu kadar ilgi çekici bileşenin, herkesten önce türün meraklılarının bile arkalarına bakmadan kaçacakları bir sıkıcılık abidesine dönüştürmelerinin ardında, insan ister istemez başka sebepler arıyor.
İzleyici olarak beğenilerimizin dilini yakacak bütün tercihleri art arda sıralamasının dışında, Gallowwalkers’ın en sıkıcı tarafı, coolluğundan, şeklinden ve şemailinden en ufak taviz vermeyen gizemli silahşor Aman’ın, dillere destan, cennetten çıkma bir dayak niteliği taşıyan iç bunaltıcılıktaki geçmişi! Aman’ın bu son derece sığ öyküsünün altını kazıdığımızda ise ortaya çıka çıka kokuşuk bir intikam öyküsünden fazlası çıkmıyor! Üstelik Aman’ın bu öyküyü, eküri adayı olan çaylak silahşor Fabulos’a anlatırken, neredeyse sırtını tamamen izleyiciye dönerek “biz bir 5 dakika aramızda özel bir şey konuşacaz” mantığı ile öyküyü, seyirciden uzaklaştırması da ayrı bir hezeyan!
Bütün bunlarla birlikte Gallowwalkers, neredeyse tesadüf olduğuna inandığımız bir kaç şık hareketle, kallavi bir b filmi olduğunu hissettirmeye çalışmıyor değil! Hellraiser’ı kıskandıracak bir iki grafik çalımı da var ama hepsi bundan ibaret! Üç beş kuruşa kotarıldığı belli olsa da başarılı bulduğum eksantrik kostüm tasarımlarına gösterilen alakanın yarısı, adam akıllı bir hikâye dillendirmek ya da hiç değilse birkaç temiz aksiyon sahnesi yaratmak için gösterilseymiş; tadından yenmeyecek bir fantastik western izlememizin önünde pek fazla engel kalmazmış doğrusu! Fakat bu haliyle Gallowwalkers, belki de yükün neredeyse tamamını Snipes’ın sırtına bindirerek, geri kalan her şeyi oldubittiye getiren ve en az geçtiği coğrafyanın kendisi kadar kupkuru bir mahsul olmuş sadece!
Daha doğru bir tabir ile ortada sıradan bir intikam öyküsü anlatmaya araç olmanın çok daha ötesini rota belleyebilecek kadar fazla malzeme var kabul edelim! Bu malzemeyle, hiç değilse eğlenceli bir hafta sonu seyirliği çıkarabilmek de pekala mümkün. Fakat Goth, bu malzemeyi birleştirip dikerken, ne yazık ki eğlenceli bir b filmi kotarabilmenin direğinden dönmüş!
Film değil de yazının giriş kısmında anlatılan kaşarlı kuşbaşılı pide olayı daha bir kaç gün önce başıma geldi. kendi anımı okuyor gibi oldum :)
filmi izledim öyle ahenk bir film değil yalnız şu var eger kovboy tarzı filmleri seviyorsanız mutlaka izlemelisiniz.