En son Kuyu filminde öldürülen trans birey Hande Kader’i anlatan Garip Çelik ile konuştuk. Çelik aynı zamanda 33 gencin ölümüne sebep olan Suruç patlamasının da izini başından sonuna kadar süren bir göz… Hayatın sanat gözü olduğuna inanan ve bu yolda eserler vermek isteyen Çelik’e başarılar.
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Merhaba Garip… Önce seni bir tanıyalım, adının hikayesini de öğrenelim… Yönetmenlik nasıl başladı?
Ben 13-14 yaşlarındayken Muş Varta’dan politik sebeplerden dolayı çıkmak zorunda kaldım daha doğrusu sürgün edildim. O yaşlarda yolum İstanbul’a düştü. Koca metropol o bana yabancı ben de ona. Ben kimsesiz, kimliksizdim. Sonra ben onun mavi gözlerini sevdim, o da siyah gözlerimi, böylece başladı hikayem. Sanatla buluşmam tabi tesadüf değildi, bir ağabeyim şair, diğer ağabeyim de ressam. Aile mirası diyebiliriz. Tiyatroyla başladım ilk, BASAD Sanatçılar Derneği’nde tiyatroya başladım. Bir sene kadar temel eğitim aldım, oyunculuk yaptım. Çeşitli kurumlarda oyun sergiledim, sonra kendi tiyatromu kurdum Teatraxerib adlı Kürtçe birkaç sinema, dizide oynadım ve Kibrit isimli ilk kısa filmimi çektim.
En son filminden başlayarak gidelim. Kuyu’nun çıkış noktası nasıl oldu? Trans bireylerin öldürülmesi toplumun ikiyüzlülüğünün bir boyutu mu sizce?
Kuyu filmi benim için çok anlam ifade ediyor. Kuyu filmini aynalaştırmaya çalıştım, ya kuyuları göreceğiz ya da kuyuda yaşamaya devam edeceğiz. Bu hepimizin sonu. Bu bilinçle başladım Kuyu filmine. Tabi toplumsal duyarlılığı yaratmak ciddi çaba gerekmektedir. Ben de elimden geldiği kadarıyla politik sinema yapmaya çalışıyorum. Kuyu hikayesi metafor kurgusuyla trans birey Hande Kader’in dramını anlatıyor. Tabii ne kadar yapabildiysem, eminim eksiklerim de olmuştur ama asıl meseleyi görmezden gelemezdim. Çünkü Hande Kader İstanbul’un göbeğinde diri diri yakıldı. Şengel’de Ezidi Kürt kadınları kafeslere koyup yakanlar Hande Kader’i de yakan aynı sosyolojiden geliyor, o yüzden kuyu filmi bir gerçeği anlatmaktadır.
Seyhan Arman’la buluşmanız nasıl oldu, mutlaka böyle bir filmde rol almak istemiştir o da…
Oyuncu Seyhan Arman’la Kibrit filmimde tanıştık bir sahnede oynamıştı, o projeden sonra dostluğumuz gelişti. Kesinlikle sanata değer veren ve mesleğini ciddi icra eden bir kişilik. Oyunculuğuna hayranım, empati duyuları çok iyidir, onunla çalışmak gerçekten insana mutluluk veriyor. Toplumsal konulara çok duyarlı ve bu tip projelerde oyunculuk dışında da katkıları olmuştur. Kuyu filminin senaryosunu Seyhan’la paylaştığımda çok heyecanlanmıştı. Ben bu rolü üslenebilirim demişti ve hakkıyla oynadı. Bir kere daha teşekkür ediyorum.
Kuyu’da değişik bir anlatım seçmişsiniz, Hande Kader bir yalnızlık içinde ve cansız bir mankenle konuşuyor. Bu detayla mı anlatmak istedikleriniz?
Kuyu filminde karakter bir cansız mankenle dertleşiyor. Evet yalnızlaşmış veya yalnızlaştırılmıştır. O cansız manken ev arkadaşı, yoldaşı ya da hiç kimsedir ama gerçek şudur ki o baskı ve şiddet apaçık ortadadır. Kendi derdini anlatmaktadır ama kime, kim onu duyuyor? Hiç kimse. Ülkemizde trans bireylerine uygulanan baskı gerçekten insanlık dışı. Ahlak adı altında aslında faşizm uygulanıyor, tek başına evin içinde ağlayarak kendi ifade etme çabası da aslında var olan gerçeği haykırıyor monolog tarzında. İzleyiciye aktarmaya çalıştım, zor ve riskli bir tarz. Umarım başarmışızdır.
Genelde muhalif, insanların içini yakan ama nedense hep bir kesimin içinde duyarlılık arz eden konuları çekiyorum diyebilir misiniz? Mesela Suruç katliamında katılımcıydınız ve o süreci, çocukların hikayesini çekmeye gittiniz, sonrası nasıl oldu?
Amara Suruç belgeseli 33 gencin hikâyesi. 33 güzel yürek. Benim için çok zor bir dönem oldu, kameram kayıttayken o pırıl pırıl insanlar gözümün önünde öldüler ve ben hiçbir şey yapamadım. Objektifimden kan damlıyordu. Amara Suruç hayatımın belgeselidir diyebilirim. İstanbul’da bir özel tiyatroda yedi seans üst üste gösterime soktuk. Sonra Hangi İnsan Hakları Film Festivali’nde gösterildi.
Çektiğin filmlerin kitleyle buluşması nasıl oluyor, sonuçta her yerde gösterim imkanı bulabilecek konular değil. Daha duyarlı konular bunlar… Festivallerin ilgisi nasıl oluyor?
Maalesef bizim ülkede birçok festivale yolladım, hiçbiri kabul etmedi. Benim için hem zor hem aslında ne kadar doğru bir iş yaptığımın bir göstergesidir. Yurt dışında Boston’da, ispanya Katalan bölgesinde, Paris, Avusturya ve çeşitli yerlerde gösterme şansı buldum. Tabi Amara Suruç belgeseli yarıda kaldı devamını çekmek isterim. İçimde kaldı, günü geldiğinde mutlak tamamlamak isterim.
Tarzını daha çok nasıl yorumlarsın, belgesele yakın gibisin ama Kuyu kurmaca aslında… Tarzlar arası geçiş daha mı uygun sana yoksa her konu kendi tarzını mı yaratıyor?
Tabi belgesel biraz da dert meselesidir. Evet belgeselciyim diyebilirim ama kurgusal projelere de uzak değilim. Sanatsal çalışmalarımı bir şekilde halkla buluşturmaya çaba gösteriyorum
Diğer kısa filmleri izleme imkanı buluyor musun, nasıl filmler çekiyorlar kısacılar. Bir filmci olarak fikir belirtmen gerekse neler söylerdin? Kısa filmcilerle etkileşimde bulunup konuşabiliyor musunuz, ortak dertler, istekler var mı, yoksa herkes daha bireysel mi davranıyor?
Film festivallerinde sıkıntı çekiyoruz doğrudur ama biz de zorluyoruz. Bunun yanında iyi niyetli jüri üyeleri de vardır diye umut ediyoruz. Fon veya destek bulmakta baya zorlanıyoruz. Bireysel çabalarla sürdürüyoruz. Güzel filmler çekiliyor, gözlemliyorum, çok yaratıcı projeler izledim. Sinema anlamında gelecekten ümitliyim ve şöyle düşünüyorum bir ülkeyi tanımak istiyorsan filmlerini izleyeceksin…
Bundan sonraki projeler nasıl olacak, neler çekmeyi düşünüyorsun?
Şu an üstünde çalıştığım bir projem var, yazın motor derim
Son olarak benim sormadığım ama senin söylemek istediklerin var mı?
Son sözüm insan gökyüzüne bakmalıdır ve görmelidir; tanrı önce sanatı sonra insanı yaratı.