Para kazanmadan sanat yapmak mümkün mü? Elbette… Alırsınız boyalarınızı, resminizi yaparsınız. Bulursunuz kaleminizi, şiirinizi, romanınızı yazarsınız, biraz kiliniz olsa harika heykeller vücuda getirirsiniz. Ancak…

blankEğer yaptığınız şey, “yedinci sanat” sinema ise para kazanmaya mecbursunuz çünkü bir “film” yapmak, içine yüzlerce kişinin emeğini sokmak ve bolca teknoloji satın almak demek.Sanat filmlerinin seyircisi azdır ya da yoktur. Hap yapıp para kapmak için çekilmiş sulu zırtlak bir komedi filmi milyonlarca kişiye ulaşabilirken, ne kadar “muhteşem” olursa olsun, yalnız salonlara mahkumdur sanat filmleri…

2010 yılında Antalya Altın Portakal film festivalinde ödüllere boğulan, gösterimleri sırasında boş koltuk bulmanın mümkün olmadığı “Çoğunluk” filminin vizyona çıktığı vakit boş koltuklara gösterilmesi buna güzel bir örnektir. Çünkü “sıradan seyirci” için sinema sanat değil eğlencedir.

Biz biraz “dertli” bir toplum olduğumuzdan ve sinemacılarımız kederi, yalnızlığı yüceltmeyi çok sevdiğinden, “festival filmleri” içlerindeki eğlenceyi iyice sıktıktan sonra kuruttu. Bu yüzden ülke vizyonunda ilgi görmekten uzaklar. Bu da ayrıca eleştirilebilir ancak benim konuyu getirmek istediğim nokta şu; bu tür filmlerin asıl vizyonu festivaller ve seyircisi de festival takipçisi sinefillerdir. Ancak, “en iyi film”in kazanabileceği bir para ödülü yoksa bu filmlerin festivallerden kazancı, yapanının, yöneteninin, oynayanının etkinlik boyunca ağırlanmasından ve gösterim için çok küçük bir bedelin ödenmesinden ibarettir. Ayrıca bu gösterimler sırasında salonda bulunan seyirci asla gösterim hesabına katılmaz. Neden? Yer-gök festival oldu. Son 20 gün içinde bile film festivallerini takip etmekten evimde uyuyamaz oldum. Antalya, İzmir, Eskişehir ve şimdi de Malatya’dayım. Gördüğüm manzara şu; ancak Bin kişinin seyrettiğini sandığımız filmleri aslında çok daha fazlası izliyor ama bunun yapana entelektüel bir ayrıcalık kazandırmaktan başka hiç bir faydası yok.

Her yıl onlarca “ilk film” izliyoruz. Memleket neredeyse bir “ilk yönetmen”ler mezarlığına dönüşmek üzere çünkü kısıtlı desteklerle yapılan ve gişede batan bu filmlerin ardından bir sürü yetenekli genç insan, saç beyazlatan borçları ödemekle senelerini tüketiyor. Gel de bu adama/kadına, “hadi ikinci filmini çek” de!

Türkiye’nin film festivallerinin gösterdiği filmler için “ödül” dışında bir kazanç modeli üretmesi şart. Daha popüler işlere kayacağı anlaşılan bakanlık desteğine güvenerek yüzdürülecek bir gemi değil artık bu… Ayrıca filmlerin hangi festivalde, kaç izleyiciye ulaştığının da mutlaka ölçülmesi ve ilan edilmesi gerekir. Böylelikle birileri de bu filmlerin, 3-5 kişinin izlediği gereksiz işler değil de memleketin kültür hayatına yön veren eserler olduğunu anlar. Zamanı geldiğinde, çıkıpta sinemacılara “siz kimsiniz?” falan denirse hani, çok lazım olur bu bilgiler!

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

6 Comments Leave a Reply

  1. yazdiklarina tamamen katiliyorum, parasi olan yonetmenin zaten hic bir sorunu yok .ama parasiz yonetmenler neden hedef kitlenin sevdigi piyasa filmleri cekmiyor bunuda cozebilmis degilim,cek bir film kazan parani ve bu para ile kendini sanatini ifade etmek istedigin filmi cek …cok mu zor ?

  2. Murat Şeker gibi bunu yapan yönetmenler var ancak bu işe başlayan gençlerin aklındaki tek düşünce “kutsallar kulübü” tarafından onaylanmak, festivallerde nam salmak ve auteur sinemacı olmak. Ticari sinemanın içinde durmayı ya da Sinema yaparak para, pul kazanmayı suç olarak görüyorlar. Siyad’ın yönlendirmesi de bu tarafa doğru ve bence bu çok yanlış…

  3. ben bu sekilde kutsallar kulubunden kutsanmaya calisan yonetmenleri kendilerine film ceken yonetmenler olarak degerlendiriyorum.ceker bir film, sevgilisi seyreder,ekip ne cektik diye seyreder ,sonra arkadaslari bizim ali film cekmis yaa diye seyreder ardindan akrabalar ondan sonra festivallere yollar ,ordan birseyler alir, kaza bela sinemada gosterirse film gisede dibe cakar ,sonra ikinci film icin finans bulmak istediginde yapimcilari suclar filmini finans etmiyorlar diye …yapimci denen sahis parasini geri alip ustune para kazanabilecegine inandigi filmi destekler….

  4. luc besson gibi hollywood’a kafa tutan sinemacılara da en az sanat sineması yapan yöentmenler kadar ihtiyacımız var.hatta amerika dışında ki tüm sinemaların buna ihtiyacı var. neden bir belçika filmi yada türk filmi 1 milyar dolar hasılat kazanamıyor dünyada bence asıl mesele bu.

  5. Bence her film sanat filmidir.Hap yap para kap denilen filmlerin çoğunun aslında çok sağlam hayal gücü gerektiren sanat eserleri olduğunu,belki de herkes beğendiği,popüler oldukları için kabullenemiyoruz.Ya da acaba bu doktorların doktrin lisanlarını,avukatların,hukuk dilini sadeleştirmekteki isteksizlikleri ile benzer bir şey mi?Konuşulanı,yazanı herkes anlarsa,o zaman sen nasıl afra tafra yapacaksın?1970’li yıllarda bir uzay operası mı tahayyül edip bunu yıllar sürecek bir efsaneye çevirmek daha sanatkarane yoksa bir elmanın dalından düşüp nehre kadar yuvarlanmasını,nehre düşüp bilmemnereye kadar akıp gitmesini tahayyül etmek (tahayyül etmek dedim ama gerçekte olabilecek bir şeyi aslında tahayyül etmezsiniz,bilirsiniz)bir daha üstün bir başarı.

  6. Öncelikle şunu söyleyeyim yazıya tamamen katılıyorum ama altındaki yorumlarla ilgili bazı itirazlarım var. Genç sinemacıları illa da “festival filmi” yapmaya yönelten sebeplerden birinin Türk seyirci profili olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de gişe yapan filmlere baktığımızda ailecek gidilen animasyon filmleri, efekt bombardımanından ibaret Hollywood yapımları ve de sulu zırtlak komedilerden başka birşey göremiyoruz. Inception gibi kaliteyi ve gişeyi birleştiren filmler yılda bir iki tane çıkıyor. Türkiye’de gösterime giren yerli-yabancı birçok kaliteli yapım boş salonlara oynuyor.
    2012’de sinemada izlediğim filmlerden bazılarını örnek vereyim (Cabin in the woods,50/50, Chronicle, Take shelter, Descendants; Drive, Shame, Artist, Melancholia) Bu filmlerin hiçbiri 100,000 seyirci sayısına ulaşmadı. Oysa hepsi eleştirmenlerden beğeni görmüş yurtdışında gişede ortalama olarak fena iş yapmamış filmler. Ama bu filmler Türk yapımı olsa hepsi gişede batmıştı.
    Sonuç olarak genç sinemacılar ve sinemacı adaylarının popüler alanda yapacakları kaliteli işlerin Türk seyircisi tarafından takdir edileceğini düşünmediğne inanıyorum. En azından sanat sineması yaptıklarında kimi eleştirmenler tarafından sahiplenilip festival festival dolaşma ve filmlerini insanlara ulaştırma şansı yakalıyorlar. Yoksa sebebin ticari sinema içinde durmayı suç saymak olduğunu düşünmüyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Dünyanın En Kötü Filmlerini Türkler Çekiyor Vol. 2

Bizim artık Türk sinemasının hayrı için bir denetleme mekanizmasına ihtiyacımız
blank

3 Şehir 3 Festival ve Yaşasın Sinema!

Nisan ayı ile birlikte film festivallerine de “bahar gelir”. İstanbul