2003 yılı mahsulü Geoul Sokeuro, Kim Sung-ho tarafından yönetilmiş olan Güney Kore yapımı bir film. Batı semalarında Into the Mirror ismi ile biliniyor. Güney Koreli yönetmen Kim Sung-ho’nun ilk uzun metrajı.

Saat 20:45. Büyük bir alışveriş merkezinde (AVM) fazla mesaiye kalmış bir hanım kızımız işlerini toparlayıp gideceği doğum günü partisine yetişme derdindedir. İyice geç kaldığını fark edince işleri olduğu gibi bırakıp dışarı çıkmaya hazırlanır, hediye almadığını hatırlayarak mağaza kısmına geçer, sanırım hamur vs. kesmekte kullanılan yuvarlak bıçaklı bir mutfak aleti alır, bu hediyeyi beğenmediğinden olsa gerek bir de mp3 player aşırır. Tam o sırada karşısına çıkan güvenlik görevlisinden ürken hanım kızımız o tedirginlikle tuvalete gider. Aynanın karşısına geçer, musluğu açmaya niyetlenirken takip ediliyormuş hissine kapılır, sağa sola bakar ama kimseyi göremez. O sırada elindeki yuvarlak bıçak boynundaki görevli kartının ipini keser, kart yere düşer. Almak için yere eğildiğinde aynadaki aksi olduğu yerde kalır. Anlayamamanın verdiği şokla ayağa kalkar. Aynadaki aksi elindeki bıçağı boğazına götürür ve boğazını yarısına kadar keser, hanım kızımız aynı işlemi yapmamasına rağmen aynı kesik onun boğazında da oluşur. Kanlar içinde yere düşer. Detaylı bir şekilde aktarmaya çalıştığım açılış sahnesi tek kelimeyle muhteşem! Boğazından akan kanlar yerdeki beyaz karoların derzleri arasında şairane bir şekilde akarak aynadaki aksi ile birleşmeye çalışır.

m1

Açılış sahnesindeki AVM, geçirdiği büyük yangın sonrası restore edilmiş, bir hafta sonra açılmak üzere son hazırlıklar tamamlanmaktadır. AVM’nin güvenlik bölümünün başında eski bir polis vardır, Woo Yeong-min (Yoo Ji-tae). Bir rehine olayı esnasında zanlıyı ateş ederek öldüren(!) Woo, zanlının ölmeden önce tetiği çekerek elindeki rehineyi de yanında götürmesine sebebiyet vermiştir. Bu olaydan sonra polis teşkilatından ayrılan Woo, AVM’nin genel müdürü olan dayısı sayesinde bu işe girer. AVM’de yaşanan ölümler devam edince seri cinayet olabileceğinden şüphelenen polis olayları araştırmaya başlar. Polis ve Woo cinayetlerin ardındaki gizemi çözmek için canla başla çalışmaya başlar.

Konu bir yerlerden tanıdık geldi, değil mi? Geoul Sokeuro, Hollywood tarafından beş sene gecikmeyle de olsa keşfedilen, remake salgınının acımasız kancasından kurtulamayan filmlerden biri. 2008 yılında, büyük umutlar beslediğim Alexandre Aja tarafından yönetilen yeniden çevrime Mirrors ismi verildi. Sinemalarda vizyona girdiğinde Aja’nın The Hills Have Eyes faciasını görmezden gelerek Mecidiyeköy’de yeni açılmış Astoria’nın konforlu salonuna doğru yola çıktım. Ama film o kadar kötüydü ki, bir anda koltukların aşırı rahat olması aleyhime döndü ve itiraf etmeliyim en az 10-15 dakika uyumama sebep oldu.

Burada ufak bir Aja parantezi açmak istiyorum. 2003 yılında yönettiği Haute Tension ile korku sinemasını ufaktan sallayan yönetmen, hemen akabinde Hollywood tuzağının cazibesine dayanamamış, The Hills Have Eyes’ın (2006) yönetmen koltuğuna kuruluvermişti. Wes Craven’ın 1977 tarihli aynı isimli filminin yeniden çevriminden sonra, biraz önce bahsettiğimiz bir diğer yeniden çevrim Mirrors’ı yönetti. Şimdilerde ise 2010 yılında vizyona girmesi beklenen Piranha 3-D‘yi çekmekle meşgul. Şaşırtıcı ama bu da Joe Dante’nin Piranha‘sının (1978) yeniden çevrimi. Sanırım artık Alexandre Aja’dan umudu kesmenin vakti geldi. Umarım yanılıyorumdur.

m5Geoul Sokeuro’ya dönelim. Film çok hızlı bir başlangıçtan sonra kendini bir parça salıyor. Gerçi sakin kalan bölümlerde bile gergin sahneler mevcut. Bu gerginlik, son bölüme girene kadar devam ediyor. Son bölümde ise nedense polisiye bir havaya bürünüyor. Neyse ki finaldeki izlemesi keyifli kapışma, her türden izleyiciyi memnun edecek düzeyde. Özetle korku gibi başlayan Geoul Sokeuro, polisiye postuna bürünerek sona eriyor. Gerçi buram buram M. Night Shyamalan kokan finali de biraz sönük buldum.

Filmin en iddialı tarafı atmosfer sağlamadaki başarısı. Özellikle ilk yarım saatte beni öylesine tedirgin etti ki, etrafımda gölgelerin hareket ettiğini düşünmeye başladım. Yönetmen mekan konusunda yaratıcı bir çözüm bularak büyük bir AVM’yi gönlünce kullanmış, özellikle her tarafı kapladığı aynalar sayesinde enterasan görsel sahneler yakalamış. Ekstra bir oyunculuk göremediğim filmde Oldboy‘daki (2003) başarılı performansı ile hatırlanan Yoo Ji-tae için bile vasatı aşamadığını söyleyebilirim. Bunun dışında, iki boyutlu olarak kalmış, karikatürize birkaç karakter mevcut ki bunlardan en çok göze batanı eski polis Woo’nun psikiyatrist arkadaşı. Arka planı güçlendirmek için tarihten ve psikolojiden aynalar ile ilgili bilgileri vermek ile görevlendirilen psikiyatrist arkadaş, gerekli bilgileri verdikten sonra bir daha gözükmemek üzere ortadan kayboluyor. Buraya psikiyatrist arkadaşın ağzından filmin altyapısını oluşturduğuna inandığım birkaç cümle aktarmak istiyorum:

Once you start thinking that your reflection is someone else, at any moment, two egos and two worlds may appear. Self-hatred, triggered by a mental shock, causes a personality to split, and you perceive two worlds, inside and outside the mirror. The world is divided into two symmetrical worlds, that is, the person is psychologically divided in two. Thus the mirror acts as a passage… for example between a dead and a living person, or it acts as a door between the two separate worlds. If you die outside the mirror, you can still be living within. Also, if the you in the mirror dies, you see no reflection. Some people believe DaVinci came from inside the mirror. It’s said he didn’t see his reflection in the mirror.

m8

Kabaca çevirecek olursak;

Yansımanın başka biri olduğunu düşünmeye başladığında, herhangi bir anda, iki benlik ve iki dünya ortaya çıkabilir. Kendinden nefret etmek, zihinsel bir şokun tetiklemesi, kişiliğin bölünmesine sebep olur ve iki dünya algılarsın, aynanın iç tarafı ve dış tarafı. Dünya iki simetrik dünyaya bölünmüştür, kişi psikolojik olarak ikiye bölünmüştür diyebiliriz. Bunun sonucunda ayna, yaşayan ve ölü bir kişi arasında bir geçitmiş gibi davranır, ya da iki ayrı dünya arasındaki bir kapı gibi. Eğer aynanın dış tarafında ölürsen iç tarafında hala yaşıyor olabilirsin. Aynı şekilde, eğer aynanın içindeki sen ölürsen, yansımanı göremezsin. Bazı insanlar DaVinci’nin aynanın içinden geldiğine inanır. Onun aynada yansımasını görmediğini söylerler.

Sonuç itibarıyla Geoul Sokeuro pişman olmayacağınız bir deneyim sunuyor. Aynalarınızın üzerini örttükten sonra izlemeye başlamanızda fayda var. Siz aynanın hangi tarafındasınız?

Öteki Sinema için yazan Murat Kızılca

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Filmdeki psikiyatrist, Lacan’ın, benliği tanımlamak için öncelikle aynadaki aksini “öteki” olarak tanımlandığı ayna aşamasından yola çıkmış ve işi bir korku nesnesi olarak aynalar konusuna kadar getirmiş. Bu alıntıyla bitirmen enfes olmuş.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Kwaidan (1964)

1965'te Cannes Festivali'nde jüri özel ödülünün sahibi olan Kwaidan, fantastik
blank

Hakujitsumu (1964)

Japon yönetmen Tetsuji Takechi’nin 1964 yapımı ilk büyük bütçeli Pinku