Bir diğer “Otobüs Sineması” gösterimiyle daha karşınızdayım sevgili Öteki Sinemacılar. Nedir “Otobüs Sineması” ? Şehirlerarası yolculukta seyrettiğiniz, yanında ikram topkek ile çayın eksik olmadığı filmleri kapsar bu sinema ve ülkemizin en eski olmasa da en köklü sinema geleneklerinden biridir artık.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Bir yandan da sinema festivallerine benzer hani, özellikle rahat koltuk yolculuklarda film çeşitliliği boldur ve genelde seyircide “bu filmin burada işi ne?” fikrini ister istemez doğurur. Hatta yerli festivallerimizde gelenekselleşmiş, hatta festival başkanları tarafından savunulur olmuş sansür fenomeni de bu otobüs sinemasında mevcuttur. Filmlerde cinsellik makaslanır, milli birliği zedeleyici ifadeler kırpılır, kimse de bir şey demez, diyemez buna (Önceki otobüs filmi deneyimlerim için bakınız: Shark Night ve Macbeth). Atılması zaruri taşları da attığıma göre asıl konuya geçebilir ve bu seferki otobüs filmimizden bahsedebilirim. İronik bir şekilde bu sefer bir yol hikayesine sahibiz, zira bu yolculuğumda Ankara-İstanbul seferi boyunca Ghost Rider’ın ikinci filmi Spirit of Vengeance’i seyretme fırsatı buldum. Ben yer yer eğlendim ama sinemada bu filme bilet parası versem hiç eğlenmeyeceğim aşikardı. İtinayla en kötü olsun diye uğraşılmış bir çizgi roman filminden bahsediyorum, hazırlıklı olun.
Öncelikle belirteyim, ilk Ghost Rider filmini seyretmedim. Ancak bu film için öyle bir ihtiyaç da yok. Ghost Rider hakkında bir arka plana da ihtiyacınız yok. Marvel’ın çok umut bağlamadığı her uyarlamasında yaptığı gibi bu filmde de ilk birkaç dakika görsel şölen eşliğinde eski filmleri ve karakterlerin geçmişlerini bize anlatıyor. Sırf konudan tamamen bihaber olanlar için belirteyim; Ghost Rider, motosikletçi Johnny Blaze’in Şeytan ile yaptığı anlaşma sonucu bedeninde hapsolmuş olan oldukça kızgın bir ruh, hatta bir deli melek. Blaze’in zaptetmeye çalıştığı bu ruh özellikle etrafta günahkarlara rast geldiğinde açığa çıkıyor ve işlenen suç ne ciddiyette olursa olsun o günahkarı yok ediyor. Yani karakterimiz insanın aklına bi diğer Marvel kahramanı olan Hulk’ı getirir cinsten. Faust ile Dr. Jeykll ve Mr Hyde hikayelerini bir potada erittiğimizde Ghost Rider’a erişiyoruz.
Hikayemize geçelim. Danny isimli bir çocuk, büyük bir tarikat tarafından korunmaktadır ancak filmin daha ilk dakikalarından tarikat ani bir saldırıya uğrar ve üyelerinin büyük kısmı katledilir. Danny, annesi ile tarikat üssünden kaçmayı başarır ama tarikata saldıran paralı askerler de işlerini tamamlamaya kararlıdırlar. Saldırıdan kurtulmayı başaran rahiplerden Moreu, bir şekilde Johnny Blaze’i bulur ve ondan çocuğu peşindekilerin elinden kurtarmasını ister. Danny, (Blaze’e de mevcut lanetini aşılayan) Mephistopheles’in oğludur ve Mephisto küçük çocuğu karanlık bir ritüel için kurban etmek istemektedir. Peki zaten çok da sevgi ve onur yüklü olmayan Blaze’in elini taşın altına koymasına ne gerek vardır? Bu noktada da Monreu, lanetli motorcuya cazip bir teklif sunar: Eğer çocuğu Mephisto’nun elinden kurtarabilirse tarikat Blaze’in üzerindeki lanetten arındıracaktır.
Spirit of Vengeance, bu noktadan sonra birkaç iyi aksiyon ve bolca vasat altı diyalog eşliğinde hayatta kalma savaşı veren bir yapım. Filmin ikinci büyük antagonisti Ray Carrigan’ın Ghost Rider ile çatıştığı sahnelerin seyri görece keyifli, ancak özellikle filmin Kapadokya ve Pamukkale’de geçen kısımları gerçekten kabir azabı sayılabilecek bir rutinlikle ilerliyor. Evet, bilmeyenlere söylemiş olalım, Spirit of Vengeance düşük bütçesinin yarattığı kısıtlamalardan kendini olabildiğince korumak için soluğu Türkiye’de, zaten bolca antik şehrin ve atmosferin olduğu topraklarda almış bir yapım. Buralarda geçen aksiyon sahneleri yabancı seyircilere ne derece otantik gelir bilemem ama bana iş atmosfer kullanımı olduğunda bizim eski Yeşilçam filmlerimiz açıkçası çok daha başarılı geldi. Filmin genel olarak aldığı eleştirilere ve izleyici puanlarına baktığımızda denenen formülün okyanus ötesi seyircilerde de çok işe yaramadığı aşikar.
Hikayenin pek çok noktada vasat bir Terminator 2 kopyası olmasını bir yana bırakalım, Spirit of Vengeance Nicholas Cage’in de adeta “ne kadar kötü bir performans sergileyebilirim” mücadelesi olmuş durumda. Sanki internette kendiyle ilgili yapılan onca espriyi bir şekilde benimsemiş ve “madem seyirci böyle istiyor, ben de onlara istediğini vermeliyim” diyen bir Nicholas Cage ile karşı karşıyayız. Filmin bazı yerlerinde Cage’in çok absürt bir performans verip Christopher Walken gibi garip ama kendine has bir kült isim olmaya mı çalıştığını uzun süre düşündüm (Film bana hikaye olarak çok bir şey sunmadığı için bu tarz konuları düşünmeye bolca vaktim oluyordu).
Her şeyi kabullensem Ciaran Hinds gibi muhteşem bir aktörün bu filmde/seride Mephisto’yu oynayarak kendi prestijini sarsmasını kabullenemiyorum. Gerçekten hiç gerek yoktu buna.
İlk Ghost Rider filminin 110 milyon dolarlık bir bütçeyle çekildiğini, bu filmin ise 57 milyon dolara kotarıldığını da hesaba katarsak kimsenin büyük umutlar besleme gibi bir lüksü olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu filmi sadece Danny’nin annesi rolündeki Violante Placido ile tanışmak için seyredebilirsiniz. Onun haricinde insanın vakti gerçekten kıymetli, yazık etmeyin.
Not: Bu filmdekine benzer bir konu zamanında Legion‘da işlenmişti. Kötü eleştirilerden muzdarip bir film olan Legion, açıkçası Spirit of Vengeance’ın yanında şaheser gibi kalıyor. Vaktiniz olursa seyredin, keyiflidir.
Not 2: Spirit of Vengeance için Murat Tolga Şen’in 2012’de yazdığı incelemeyi buradan okuyabilirsiniz.
Tüm kopyalarının toplanması gerekecek kadar kötü bir film tam bir çöp