6 Ocak 2022’de Amerikan sinemasının en üretken isimlerinden birisi olan gazeteci, sinema yazarı, senarist, aktör ve yönetmen Peter Bogdanovich’i kaybettik. Annesi ile ressam ve piyanist olan babası Nazi zulmünden kaçıp ABD’ye sığınan bir çiftti (hatta annesi ABD’ye gelirken Peter’a hamileydi). 1939 yılında New York’ta doğan Peter Bogdanovich’in aslında bir de ağabeyi vardı ama 1,5 yaşındayken yaşanan feci bir kaza sonucu hayatını kaybetmişti. Bu korkunç olayı atlatamayan annesi, oğlu Peter’a çok düşkündü. Uzmanlar, Nazizm yükselişi işgalci bir hüviyet kazanır kazanmaz refah içinde bir yaşamı bırakıp gurbette yoksul bir hayat sürmeyi göze almalarını oğlunu kaybetme korkusuna bağlarlar.

blankPeter New York’taki çocukluk ve ilk gençlik çağının ciddi bir kısmını sinemada (bazı kaynaklara göre bazen yılda 400-500) film seyrederek geçirir, ona bu zevki aşılayan da babasıdır. Babası sessiz sinema hastasıdır ve daha 5-6 yaşındayken Peter’ı beraber film seyretmeye götürür, bazen tüm gün film izlerler. Aslında küçük yaştan beri aile ortamlarında şiir okuması, kısa öykü okuması istenen bir çocuktur. Ezberi kuvvetlidir. Taklit yeteneği vardır. Seyirciden korkmaz. Radyo oyunlarını teybe kaydeder, daha sonra defalarca dinleyip daktilosuyla kâğıda döker, daha sonra buradaki karakterleri tek tek oynayıp, arkaya farklı bir müzik ve ses efektleri de ekleyerek teybe kaydeder. 13 yaşına gelmeden 4 ayrı radyo tiyatrosu kaydını tek başına yapmıştır bile. 1952 yılında annesinin zorla gönderdiği Point of No Return adlı oyunda Henry Fonda’yı seyreder, sahnede adeta devleşen oyuncudan inanılmaz etkilenir ve o andan itibaren tiyatroya merak salar. Aynı yıl, okuduğu lisede sahnelenen Finian’s Rainbow müzikalinde ilk kez sahneye çıkar. 1952 yılından film çekmek için Los Angeles’a gittiği 1964 yılına kadar New York’ta (Broadway ya da off Broadway) neredeyse bütün önemli oyunları seyredecektir. 15 yaşındayken American Academy of Dramatic Art’ta tiyatro eğitimi almaya başlar ve öğretmeni Eleanor Gould’dan çok etkilenir. 1955 yazında Michigan’a çocuk tiyatrosu yapmaya gider. Turne hayatı başlamıştır.

Aktörlüğe duyduğu bu merak zamanla bir tutkuya dönüşür ve onu daha 16 yaşına bile girmemişken; Marlon Brando, Steve McQueen, Robert De Niro, Harvey Keitel ve Warren Beatty gibi önemli isimleri de yetiştiren, hocaların hocası, efsanevi Stella Adler’den eğitim almaya kadar götürür. Aslında eğitim alma yaşı minimum 18’dir ama büyük gösterdiği için 18 yaşında olduğu yalanını söyler. Adler onun hayatını değiştirecektir. Daha sonra oyunculuk ve sahne yönetmenliği ile ilgili birikimin neredeyse tamamını, Adler’den aldığı eğitime borçlu olduğunu söyleyecektir.

Dört yıl boyunca (sonbahar, kış, ilkbahar aylarında) oyunculuk eğitimi alan Peter Bogdanovich belki çok iyi bir aktör değildir ama çabuk kavrayan, hırslı, kontrol sahibi, parlak bir gençtir. Yazın tiyatrolarda çalışıyordur, çok sayıda başrol oynar, ufaktan TV yapımlarında da boy göstermeye başlar ama Stella Adler’in desteğiyle tiyatro yönetmenliğine kayar, hem zaten oyuncu seçmelerini oldum olası çok aşağılayıcı buluyordur. 1959 Kasım’ında Clifford Odets’in “The Big Knife” off Broadway’de yönetmen ve yapımcı olarak (toplamda 63 kez) sahnelediğinde sadece 20 yaşındadır.

Bogdanovich 1960 yılında New Yorker Theatre’daki bir program notunda Orson Welles’in Othello’sunu övgüye boğar ve “bugüne kadar çekilmiş en iyi Shakespeare filmi” ifadesini kullanır, o yıllar için hayli tartışmalı bir iddiadır bu. Ama bu kısa not, New York City’deki Museum of Modern Art (MOMA) küratörü Richard Griffith’in dikkatini çeker. Bogdanovich’i arayan Griffith ondan müze için bir Orson Welles retrospektifi (bir yönetmenin filmlerinin toplu gösterimi) hazırlamasını ve beraberinde bir Welles monografisi kaleme almasını teklif eder. Bogdanovich sorar: “Peki retrospektifi neden siz yapmıyorsunuz? Ya da monografiyi niye yazmıyorsunuz? Hep siz yazarsınız.” Griffith yanıt verir: “Orson Welles sevdiğim bir yönetmen değil.”

blank

Bogdanovich teklifi kabul eder. Museum of Modern Art’ta program direktörü (küratör) olarak yönetmen retrospektiflerine başladığında ise henüz 21 yaşındadır. 1961 yılında, büyük bir hayranı olduğu Orson Welles’in ABD’deki ilk retrospektifini organize eder. 1962’de Howard Hawks, 1963’te ise Alfred Hitchcock toplu gösterimleri düzenler. John Ford, Allan Dwan gibi birçok yönetmen için de bu toplu gösterimlere devam eder. Sunumlar yapar, yazılar yazar ve genelde ABD’de sanatçı yönü hafife alınan bu “popüler” yönetmenlerin hem gençler arasında hem de entelektüel çevrede tanınmasına katkıda bulunur. Ford ve Hawks gibi yönetmenler hakkında daha sonra kitaba dönüşecek çalışmalarının kökleri MOMA’daki film programlama koordinatörlüğü dönemine uzanır. 1961’in yaz sezonunda Phoenicia Playhouse’da sanat yönetmenidir, ayrıca dört oyun yönetir, ikisinde oynar. Burada tanıştığı kostüm tasarımcısı Polly Platt ile kısa bir süre sonra hayatını birleştirecektir. Hemen her şeyi danıştığı Platt, Bogdanovich’in sadece özel hayatında değil, sanat hayatında da büyük bir etkisi olan önemli bir isimdir.

Bogdanovich, Andrew Sarris’ten ve Cahiers du Cinema’da yazan film eleştirmenlerinden etkilenir, özellikle de François Truffaut’dan. 1961 yılında MOMA için Welles hakkında monografi kaleme almasıyla beraber, kültür sanat hayatına önemli katkılar sunacak ve bir sinema yazarı olarak tanınmasını sağlayan bir süreç başlamıştır. Film eleştirileri yazdığı Ivy Magazine’den sonra 1962’de Esquire Magazine’e geçer ama bu sefer sanatçı profilleri yazmaya başlar. Dergi için her ay ünlü bir isimle yüz yüze röportaj yapıp, sanatçıyı filmografisiyle beraber ele aldığı kısa ama vurucu yazılar yazar. Bir yandan da MOMA monografilerine devam eder. The Cinema of Orson Welles’in (1961) ardından The Cinema of Howard Hawks (1962), The Cinema of Alfred Hitchcock (1963), John Ford (1967), Fritz Lang in America (1969) ve Allan Dwan: The Last Pioneer (1970) gibi kitaplarla yerini sağlamlaştırır. Birçok önemli yönetmenle kurduğu dostlukların başlangıcı bu döneme rastlar, gönlünde yatan aslana ulaşması ise 1968 yılını bulacaktır: Kurmaca film yönetmenliği.

Bogdanovich’in hayatındaki önemli dönüm noktalarından biri Roger Corman’la tanışması olur. Corman her zaman genç isimlere şans veren biridir, Bogdanovich’i müthiş bir süratle ucuza mal edilen istismar filmleri çeken çetesine dahil eder. Bogdanovich The Wild Angels’ın (1966) senaryo doktorluğunu yapar, ufak da bir rol alır. Bunu The Trip’te (1967) ufak bir rol izler. 1967 yılında Nicholas Garnham’la birlikte, The Great Professional: Howard Hawks adlı belgeseli tamamlar. Roger Corman, The Terror (1963) filminden parçalar koyması ve korku filmlerinin efsanevi aktörü Boris Karloff’u oynatması koşuluyla istediği düşük bütçeli filmi çekebileceğini söyler Bogdanovich’e, o da öneriyi kabul eder. Aynı yılın Kasım ve Aralık aylarında ilk uzun metrajı Targets’ın (1968) çekimleri tamamlanır. Bogdanovich ile o sıralar ciddi sağlık sorunları olan Karloff eleştirmenlerden tam not alır. Film ticari anlamda da yüzleri güldürür. Bogdanovich Corman’a borçludur, ne derse yapmaya gayret eder. Gelmiş geçmiş en dandik filmlerden biri olan Voyage to the Planet of Prehistoric Women (1968) için Mamie Van Doren’li sahneleri çeker. Bogdanovich daha önce çekilmiş Sovyet filmlerinden alınan parçalarla birleştirilen bu garabetten o kadar utanır ki, adını kullanmaz, Derek Thomas diye bir isimle dağıtıma sokar. Corman için çektiği bu filmin bilhassa çekim süreciyle ilgili ileride kısa bir yazı yazmayı düşünüyorum, çok matrak hikâyeler barındırıyor. Bogdanovich’in o sıralar temel amacı, çekmeyi düşündüğü filmlere kaynak bulmak, biraz da tecrübesini artırmaktır.

Bogdanovich 1970 yılında hayranı olduğu büyük bir yönetmenin belgeselini çeker: Directed by John Ford (1971). Şimdi sırada kariyerini bambaşka bir seviyeye çekecek olan proje vardır: The Last Picture Show (1971). En İyi Film ve En İyi Yönetmen de dahil olmak üzere sekiz dalda Oscar’a aday gösterilen (ve iki dalda ödüle uzanan) film aynı zamanda büyük gişe yapar. Last Picture Show’u (1971) takip eden iki filmi, What’s Up, Doc? (1972) ve Paper Moon (1973) ile beraber sadece 18 ay içinde 3 hit (gişe gelirinde ilgili yılın ilk on filmi arasında anlamına gelir) çekmeyi başaran Peter Bogdanovich resmen Amerikan Sineması’nın zirvesine çıkmıştır. Onu bir sinema ilahı olarak gördüğü Orson Welles’le kıyaslamaya başlayanlar vardır artık. Ama çok geçmeden düşüş başlar. Kendi ifadesiyle, “Fazla gurur başarısızlık getirir”. Bu genç yönetmenin öteden beri korktuğu şey başına gelmiştir. Gişe fiyaskoları, eleştirmen kıyımı, iki büyük iflas, uzun süren işsizlik ve bazıları tüm ülkeyi sarsan çeşitli skandallarla sarsılan sansasyonel hayatı başlar. Darbe üstüne darbe alır, tam doğruldum derken tekrar yıkılır. Ama Bogdanovich her seferinde tekrar ayağa kalkmayı bilir. Film çekmeye, yazı/kitap yazmaya devam eder, yıllar sonra tekrar filmlerde/dizilerde oynamaya başlar. Sinemayı bir sanat yapan kişi ya da eserlere duyduğu o muazzam ilgiyi ise hayatının hiçbir döneminde yitirmez. Kaderin ilginç bir cilvesi olarak, ömrünü klasik sinemaya adayan bu yetenekli ve sıra dışı ismin yönettiği ilk film 1967 yılında çektiği The Great Professional: Howard Hawks adlı belgesel, çektiği son film ise 2018 tarihli The Great Buster adlı Buster Keaton belgeseli olmuştur.

Şimdi burada bırakalım, bir veda yazısı olmasına rağmen lafı çok uzattım, gerisi ikinci bir yazının konusu olsun. Boynuna doladığı pamuklu bandanası (“fular” olmadığını her fırsatta dile getiriyordu) ve koyu renk camlı, kocaman çerçeveli gözlükleriyle kendine özgü bir tarz yakalayan ve hep çekmek istediği filmi çekmek için gayret göstermiş, hep yazmak istediği yazıları yazmış bir büyük sinema insanı geçti bu dünyadan, bilmenizi istedim. Başyapıtı The Last Picture Show’u seyrediniz, seyrettiriniz. Bir başka Bogdanovich yazısında görüşmek üzere, iyi seyirler…

Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

KAYNAKLAR

[/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Marilyn Monroe – Bölüm 1

Sinema dünyaya bir efsane verdi. Seksi, alımlı, özgür, savruk ama
blank

Ingmar Bergman

“Hep Eugene O’Neill’in ünlü sözünü anıyorum. İnsanın Tanrı ile olan