Senaryosunu Ertem Eğilmez ve Sadık Şendil’in yazdığı, Atıf Yılmaz’ın yönettiği Salako (1974), rahmetli Kemal Sunal’ın ilk başrolüdür. Filmde sevdiği kıza kavuşabilmek adına ağaya ve onun yardakçısı eşkıya Hamido’ya meydan okuyan, tüm şaşkınlığına rağmen onları yenen bir Anadolu gencini canlandırır.
Paylaştığım film karesinde de aynen öyledir; Onca eşkıyanın içinde Salako ve sevdiği kadın Emine (Meral Zeren) dağ başında kıstırılmışlar ama bizimkinin yüzünde safça bir gülümseme… Bu gülümseme aslında müthiş bir maske, kitlenin küçümsenen gücünün ortaya çıkmadan önceki önemsenmeyen hali gibi… Asıl akılsızlığın halka zorbalık etmek olduğunu bilme halinin verdiği rahatlık da cabası.
70’lerde çevirilen komedilerin neredeyse tamamında göreceksiniz ki kahramanlar halktan kişilerdir ve zorbalığa karşı bir duruş vardır, uzun uzadıya deşmek istemiyorum ama öyledir. Charlie Chaplin filmlerinin şablonu karakterler bazında yerelleştirilmiştir ve bu evrensel bir şeydir, her zaman her yerde çalışır.
Gişe komedilerinin toplumu değiştirmek, yönlendirmek konusunda küçümsenen bir etkisi vardır. Günümüzde de öyledir. Eleştirmenler bu filmlere ilgi göstermiyorlar oysa günümüzün gişe komedilerini izlediklerinde görecekler ki; zorbalığa meydan okuma ve karşı duruşun yerini açık bir övgü ve yüceltme almıştır. Recep İvedik ve benzeri kahramanların filmleriyle manipüle edilen yığınlar kendi yaşamlarında da bir zorbayı alkışlamakta ve peşinden gitmekteler… Okuduğunuza inanmayın, yaşadığınız hayata bakın!
Festival filmlerine gelince, bağımsız sinemacılar bu müthiş gücü bazı plaket-heykelleri kazanmak ve fonlardan faydalanabilmek adına kullanmamaktadırlar. Çekilen filmler çoktan kaybedilmiş savaşların estetik muhasebelerinden başka bir anlam ifade etmemekte… Bayramda getirilen fiyonklu çikolata paketleri gibi; şık ama samimiyetsiz.
İyi Pazarlar ve sevgiler…