Gizli Seviye: Tür Sinemasının Görünmeyen Yönetmenleri

Geçtiğimiz akşam, Can Evrenol son filmi Sayara’yı Kadıköy Sineması’nda gösterdi. “Kadıköy Sineması Sayara’yı gösterdi” demek isterdim ama böyle olmadığı için cümleyi bu şekilde kurdum. Sebebini ilerleyen satırlarda okuyacaksınız. Filmin sonunda da ekibini sahneye davet edip seyircilerle sohbet ettiler. Koca salonun tek bir koltuk boş kalmamacasına dolu olduğunu söylemeliyim. Sosyal medyadan takip edebildiğim kadarıyla herkes salondan mutlu ayrılmış.

Sayara farklı bir film, Can’ın bu filmi çekmek için giriştiği mücadeleye şahidim, neredeyse her filminde aynı savaşı bıkıp usanmadan veriyor. Elbette herkes Can kadar şanslı değil, film yapmak isteyen ama destek ararken kültür bakanlığının kapısından dönecek olan genç sinemacılar olay ufkunda kaybolup gidiyor. Peki, nasıl oluyor da bu işler böyle oluyor? Hazırsanız, oyuna başlayalım!

Level 1: Desteksiz Film Çekmek!

Can Evrenol, uzun zamandır kendine özgü, kültleşmiş bir anlatı dili inşa etmeye çalışıyor. Baskın ile başlayan bu yolculuk, korku ve şiddet unsurlarını estetik bir anlatıya dönüştürme çabası ama böyle bir estetiği Türkiye gibi sinemanın sürekli tek bir tona sıkıştığı bir ülkede hayata geçirmek, “bir salon, bir salona krallığımı veririm” dedirtecek kadar zorlu bir savaş.

blank

Festival jürilerinin Can Evrenol gibi yönetmenleri alkışlaması gerekirken, onları görmezden gelmesi, bir utanç meselesi. Sayara, yalnızca tür sineması adına değil, Türkiye sinemasının uluslararası yüzü olabilecek bir iş olarak da değer taşıyor. Fakat bu potansiyel, jürilerdeki dar görüşlü elitler tarafından yok sayılıyor.

Cem Özuduru da Can gibi “filmini yapabilecek kadar” şanslı bir sinemacı. Onun da Turbo’su bu yıl Antalya Altın Portakal’da özel gösterim şansı buldu. Yine salon doluydu, yine seyirciler “abi biz ne acayip bir şey izledik böyle” diyerek çıktılar sinemadan.

blank

Turbo, vizyonda izlediğimiz filmlerden çok farklı bir noktada duruyor. Teknoloji, şiddet ve kara mizah unsurlarını bir araya getirerek izleyiciyi hem düşündüren hem de sarsan bir iş. Peki, bu film Türkiye’de neden yalnızca sınırlı bir gösterim şansı bulabiliyor? Çünkü bizde festival seçicileri, “kişisel dostluklar”, “mahalle aidiyetleri” ve “ağır drama” klişeleri üzerinden hareket ediyor. Bu, sinemanın çeşitliliğine yapılmış büyük bir ihanet.

Level 2: Ön Jürileri Aşmanın İmkansızlığı – Festivalde Yarışmak!

Festivallerimiz, filmleri değerlendiren ön jürilerle baştan itibaren yenilikçi işleri dışlama eğiliminde. Jürilerin “sanat filmi” adı altında yalnızca tek bir formatı yüceltmesi, sinemayı bir formülle sınırlandırıyor. Oysaki festivallerin görevi, yeni fikirleri keşfetmek, yaratıcılığı ödüllendirmek ve risk alan filmlere cesaret vermek olmalı. Türkiye’de ise bu anlayışın tam tersi işler. Ön jüriler, farklı türlere karşı geliştirdikleri alerjilerle sinemanın vizyonunu daraltırken, sanatı bir arkadaş ağı olarak yönetmeye devam ediyorlar. Film festivallerimizin tür yönetmenlerini görmezden geldiğini ispatlamak zorunda bile değilim artık, bu bir gerçek. Can Evrenol ya da Cem Özuduru böyle filmler çekerek festivallerde yarışamaz, en fazla bir ya da iki seanslık gösterim şansı bulur, “hadi bununla yetinin” dercesine başları okşanır. Halbuki her iki film de bu yıl festivallerde yarıştırılan çoğu filmden daha iyiydi.

Ön jürilerin fantastiğe, komediye, şiddet filmlerine alerjisi olduğu meselesi tamam. Nedense hep aynı isimlerden seçilen bu insanlar sinema sanatını bir noodle paketine sıkıştıracak kadar dar görüşlüler. Tür sineması, “ciddiyetsiz” damgasını yiyen ama ciddiyetten yoksun o festival filmlerinden çok daha derin bir samimiyet taşır. Çünkü hayal gücüne hitap eder, risk alır ve izleyicisini sürükler. Ama biz ne yapıyoruz? Ön jürilerimiz – ki bu genellikle aynı sıkıcı, kendi mahallesinin tapusunu almış kişilerden oluşur – fantastik, şiddet, komedi gibi türlere alerji geliştirmiş halde, yenilikçi işleri daha değerlendirme aşamasında boğuyorlar. Evet, “ruhsuz bir elit” diyorum. Sinemayı bir edebiyat kitabının dipnotu gibi sıkıcı bir didaktik alan olarak gören bu kişiler yüzünden Türk sineması çok uzun zamandır nefes alamıyor. Bu paragrafa dramatik özet geçeyim; Sinemamızın can çekiştiği bir dönemde, festival filmlerinin bile formüller üzerinden yapıldığı bir dönemde, Can ve Cem gibi sinemacıların üstüne atlamak yerine üstlerini çizmeyi marifet sayıyorlar. Bu ruhban sınıfının bir an önce ortadan kalkmasını diliyorum.

Daha da acıklı olan ise, tür sineması örneklerinin dünyanın dört bir yanında festival filmleri olarak kabul görmesi ve büyük ilgi çekmesi. Ari Aster’ın Hereditary’si, Robert Eggers’ın The Lighthouse’u veya Jordan Peele’nin Get Out’u gibi örnekler, modern tür sinemasının hem ticari hem de sanatsal anlamda ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Ama bizde? Bu filmleri çekmek isteyenler daha fikir aşamasında köstekleniyor ya da festivallerde üç-beş kişi tarafından izlenecek şekilde kenara atılıyor. Diyeceksin ki, “ama Get Out’ta sistem eleştirisi var!” Sayara’yı izleseydin orada da görürdün sevgili festivalci ama zahmet bile etmedin!

Bizde, dışarıda olduğu gibi irili ufaklı fantastik film festivalleri olsa bu sitemi etmeyeceğim ama ülkenin neresinde yapılırsa yapılsın, tüm festivallerimiz Altın Portakal ya da Altın Koza kurgusundan ibaret. Bu klon festivallerin danışma kurulları, ön jürileri vs. yine aynı isimlerden oluşuyor. Yıllar önce yapılmış, ilk organizasyonda epeyce yük aldığım bir Fantasturka vardı mesela, çok isterdim o festivalin devam edebilmesini. Olabilseydi şayet, şu an bambaşka bir tür sinemamız olacaktı!

Level 3: İmkansız Görev – Filmi Gösterecek Salon Bulmak!

Filmi çektik, rica minnet festivallerde birkaç gösterim hakkı elde etttik. Sıra geldi vizyona sokmaya fakat bu en mümkün olmayan şey olabilir. Yaygın dağıtımcılar bu tür filmleri alıp salonlara sürmez. 2024 Türkiye’sinde bu olmazın bir sürü dinamiği var. Açıkçası, Can’ın yaptığı gibi sizin salonlara ricacı olmanız gerekiyor. Orada da bu gösterim hakkını lütfeder gibi verirler. Filmin ne tanıtımı çıkar ne de bilet satış linkleri, hepsiyle yine siz uğraşacaksınız.

Kadıköy Sineması’nın bendeki kredisi büyüktür ama son Sayara gösterimiyle  bitti. Can’ın filmini burada ne şartlar altında gösterdiğini biliyorum. “Neden tanıtım çıkmıyor” sorusuna verilen cevap ise “senin üslubunu beğenmiyoruz, ben olsam göstermezdim” oluyor. Sen kimsin de sinemacı sana kendini beğendirecek! O filme tanıtım çıkmayarak patronunu ticari zarara uğratmayı göze alıyorsan önce sen üslubunu gözden geçir! Her şeye rağmen, gösterim unutturulmaya çalışılarak dahi olsa Sayara tıklım tıklım bir salonda izlendi, bu da kapak olsun!

blankAcıklı ama sosyal medya tetikçileri size bir kez saldırdığında işiniz zor. Sosyal medyada çöreklenen, karakterleri beş para etmez, sürekli fire veren ama “biz onun öyle olduğunu bilmiyorduk” diyen bir grup var. Bunlar da festivallerin, salonların kuklacısı olmaya oynuyor. Böyle böyle her yeri rehin aldılar. Yıllar önce çıkan bir çalışanlar krizinde Kadıköy Sineması’na da saldırdılar. Saldıran arkadaşlardan birinin mobbing sevdalısı bir kleptoman olduğu gerçeğini unuttuk bile çünkü nasıl bir yoğurtsa bu hiç kararmıyor.

Görünen o ki, Kadıköy Sineması bunlara boyun eğerek diyetini ödemiş. Arada yine aba altından sopa göstermeyi ihmal etmiyorlar tabii. Nihayetinde salon, Melikşah Altuntaş gösterisini yaymaya doyamaz ama Sayara için tek bir tanıtım çıkmaz hale gelmiş. Daha da açık yazayım; salonu tamamen dolduran Sayara gösterimini yanlışlıkla kabul etmişler! Olur da bunu yalanlarlarsa bazı yazışmaları ifşa edeceğim.

Bölüm Sonu Canavarı: Bütün Haklar Gidecek – Filmi Platforma Satmak!

Keşke iş filmi çekmekle, festivale yollamakla bitse, filmi vizyonda ve sonrasında platformda gösterme kısmı bence daha büyük savaş. Burada bambaşka hendek ve aşılması neredeyse imkansız kale duvarları var! Menajerler ve bazı yapımcılar platformları esir almış. Mubi gibi sözde özgür platformlar bile fos! Örnek lazım mı; LCV (Lütfen Cevap Veriniz) filmi Ushan Çakır’ın kötü şöhreti yüzünden Mubi’nin kapısından döndü. Dijital platform yetkilileriyle görüşebilirsiniz, bu bir şeyi değiştirmiyor, size kayıt dışı söyleyecekleri en samimi cümle, “bizim mahalleden değilsin” olacaktır. Hep aklıma aynı film repliği geliyor; “çünkü sen çemberin dışındasın” – Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni – Yavuz Turgul.

İşin özü; herkes uysal, evcil sinemacılar istiyor. İktidar, festivalciler, salonlar ve platformcular. Yemini verince mutluluktan kişneyen bir ata dönüşün, istediklerinde de üstünüze binebilsinler. Sosyal medya tetikçileri sayesinde sizi birkaç iletiyle bir sosyopata çevirebilirler. Bunların bazıları sizin eski dostlarınız bile olabilir üstelik. Vardır bir hınçları ama sorarsan her şeyi politik doğruculuk adına yaparlar, kendileri öyle olmadıkları halde. Mahallecilik her şeydir!

blankYine de bazı sevindirici şeyler var. Erman Bostan’ın Cadı adlı dönem korkusu tüm engelleri aşıp Amazon Prime Video üzerinden seyirciye ulaşabilen bir film. Sayara ya da Turbo kadar kirli değil, bir de “edebiyat uyarlaması” etiketi var.

Film, Türk sinemasında sıkça karşılaşmadığımız bir dönem korkusu örneği olarak öne çıkıyor. Edebiyat uyarlaması olmasının da sağladığı derinlikle, yalnızca yüzeysel korku unsurlarına yaslanmıyor; aksine, insan doğasının karanlık yönlerini, toplumsal baskıyı ve inanç sistemlerinin ürkütücü yanlarını işliyor. Tüm zaaflarına rağmen, sürüsüne bereket saçma sapan cin filmlerinin arasından sıyrılıp gelmesine sevindiğim bir film oldu.

blank

Kısa film tarafında da türcüler var. Onur Doğan’ın bir Ömer Seyfettin hikayesinden uyarladığı Bomba müthiş bir başarı. Bomba, Ömer Seyfettin’in aynı adlı hikâyesinden yola çıkarak sinemada nadir rastlanan bir gerilimi ve derinliği yakalayan bir kısa. Film, savaşın absürtlüğünü, insan psikolojisinin kırılma noktalarını ve iktidarın birey üzerindeki tüyler ürpertici baskısını ele alan bu film, edebi kökenine sadık kalırken sinematografik anlamda da özgün bir dil yaratmayı başarıyor. Onur Doğan, sınırlı süresine rağmen seyircisini rahatsız eden, düşündüren ve etkileyen bir atmosfer inşa ediyor; sinemamızın alışılmış didaktik anlatılarını terk ederek samimi ama bir o kadar çarpıcı bir deneyim sunuyor. Büyük festivallerin böyle bir kısa filme çok ilgi göstermesini beklerdim ama abiler-ablalar yine hısım-akrabadan sinemacı seçiyor. Neyse ki Onur Doğan hak ettiği övgüye yurtdışı festivaller sayesinde kavuştu.

Final: Prensesi Kurtarma, Kaleyi Yık!

Türkiye’nin tür sineması, özellikle tür sineması alanında, potansiyel olarak çok güçlü işler üretebilecek bir yaratıcı birikime sahip ancak bu yaratıcı birikimin önündeki en büyük engel, “mahallecilik” adı verilen boğucu sistem. Televizyondaki menajer terörü benzeri yengeç kıskaçları sinemamızı da boğazlıyor. Can Evrenol, Cem Özuduru, Erman Bostan ve Onur Doğan gibi isimlerin işleri, yalnızca bireysel başarılar olarak değil aynı zamanda bir direnişin parçaları olarak görülmelidir. Sinemayı gerçekten ileri taşımak istiyorsak, bu ruhsuz elitler, dar görüşlü jüriler, sosyal medya tetikçileri, titrek salonlar ve kapalı platform ağları ortadan kaldırılmalıdır.

Türk sineması, ancak farklı seslere, türlere ve estetiklere açık hale geldiğinde gerçek bir sanat formu olarak gelişebilir. Aksi halde, “aynı filmden elli tane izleyip hiçbirini hatırlamadığımız” bir festival/vizyon sezonundan diğerine sürüklenmeye devam ederiz.

Murat Tolga Şen – murattolga@gmail.com

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Aynı Geminin Yolcuları: Yeni Türk Sineması’na Yönetmen Bakışı

Gerilla işi "Film" ile tanıdığımız ve yeni filmi Lavinia'yı bitiren
blank

Gölgemizden Korkuyoruz, Bu Kadar Tereddütle Hangi Sinema Sanatı?

Murat Tolga Şen, Yeşim Ustaoğlu'nun son filmi Tereddüt'ün bizzat yönetmeni