Ridley Scott’ın Gladiator 2 ile beyazperdeye dönüşü, sinemaseverler için büyük bir olaydı. İkonik bir filmin ardından 20 yılı aşkın süre sonra gelen bu devam filmi, beklentileri karşılamak yerine hayal kırıklığına uğrattı. Filmden çıktığımda aklımda tek bir soru vardı: “Bu gerçekten bir Gladiator filmi miydi, yoksa tarihsel dramayı fantastik aksiyonla karıştıran bir deneme mi izledik?”
Öncelikle ilk Gladiator filmini hatırlayalım. Ridley Scott, 2000 yılında sinema tarihine adını kazıyan bir başyapıt sundu. Russell Crowe’un Maximus Decimus Meridius’u, hem fiziksel hem de duygusal ağırlığıyla, adeta antik Roma’yı yeniden canlandırmıştı. Joaquin Phoenix’in Commodus’u ise tarihin en unutulmaz kötü adamlarından biri olmuştu. Film sadece görsel şöleniyle değil, hikâyesiyle, felsefesiyle ve karakterlerinin derinliğiyle de etkileyiciydi. “Roma hayali” gibi temalar burada anlamlı ve dokunaklıydı fakat işte, Gladiator 2’de aynı derinliği bulmak mümkün değil.
Paul Mescal ve Büyük Gölgeler
Bu sefer başrolü Paul Mescal üstleniyor. Yeteneği tartışılmaz ama ne kadar istense de Mescal’den bir Russell Crowe yaratılmamış. Elbette Maximus gibi bir karakterin gölgesinden çıkmak kolay değil ama senaryo da bu konuda Mescal’e yeterince yardım edemiyor. Performansında eksik bir şey yok ama karakter derinliksiz. Maximus gibi yürek burkan bir intikam arzusuyla dolup taşmıyor, hayranlık uyandıran bir lider duruşu yok. Kısacası Mescal iyi bir gladyatör olabilir ama kalbimize kazınan bir kahraman olmaktan çok uzak.
Ridley Scott, bu eksikliği dengelemek için kötü adam tarafına daha fazla yatırım yapmış gibi görünüyor. İşte burada devreye Denzel Washington giriyor ancak bu büyük isim bile hikâyenin derinleşmesini sağlayamamış. Phoenix’in Commodus’u, hikâyeyi taşıyan, seyirciyi hem öfkeye hem de dehşete boğan bir kötüydü. Washington’ın karakteri ise yeterince etkileyici bir tehdit oluşturamıyor ve olay örgüsü içinde sönük kalıyor. Ondan başka ikiz imparatorlar da var ama bir sirk figürü olmaktan fazlası değiller. Filmin iyisi ve devam filminde başrol olması gereken isim Pedro Pascal’mış.
Arena Fantastikleri: Babunlar ve Köpekbalıkları
Gelelim arenaya. İlk filmde arenadaki dövüşler, ham gerçekçiliğiyle büyüleyiciydi. Kanın, terin ve kumun içindeki o vahşi mücadele, izleyiciyi adeta antik Roma’ya götürüyordu. Ancak Gladiator 2, arenayı fantastik bir aksiyon parkına çevirmiş. Babunlarla dövüşen gladyatörler, gergedanlı savaşlar, su ve köpekbalıklarıyla dolu bir arenada gemilerin çarpıştığı sahneler… Bu sahneler, eski filmin tarihsel gerçekçiliğinden tamamen kopmuş ve bir süre sonra ciddiyetini yitiriyor. Hatta bir noktada, kendimi Gladiator değil de bir “Pirates of the Caribbean” filminde sanmaya başladım.
Evet, cesur bir deneme ama ne yazık ki yanlış bir yola sapılmış. Seyirci olarak, tarihi dramayı fantastik bir şovla karıştıran bu tarzı, Ridley Scott’ın sinematik dehasından beklemiyordum. Belki başka bir yönetmen için kabul edilebilir olabilirdi ama bu, Scott’ın kendisine koyduğu çıtanın çok altında kalmış.
Gladiator vs. Maverick
Hollywood’un geri dönüş filmleri son yıllarda oldukça popüler. Mesela Top Gun: Maverick harika bir örnek. İlk filmin nostaljisini korurken, modern sinema teknikleriyle harmanlayarak yepyeni bir deneyim sundu. Hem eski hayranları memnun etti hem de yeni bir izleyici kitlesi kazandı.
Gladiator 2 ise ne eski hayranlara hitap edebiliyor, ne de yeni bir şey sunabiliyor. Fantastik arenalar ve etkisiz karakterlerle dolu bu film, Maverick’in yaptığını yapamıyor. Bunun en büyük sebebi, hikâye ve karakterlerin özüne sadık kalmaması. İlk Gladiator’deki o destansı his ve duygusal ağırlık, burada tamamen kaybolmuş.
“Roma Hayali” Nereye Kadar?
Filmde sürekli tekrar eden “Roma hayali” teması da bu sefer anlamını yitiriyor. İlk filmde Roma’nın büyüklüğüne dair yapılan göndermeler, bir karakterin içsel mücadelesini ve motivasyonunu anlamamız için kritik bir rol oynuyordu. Ancak bu filmde aynı temayı tekrar tekrar işlemek, seyirci için sıkıcı bir hal alıyor. Bir noktadan sonra, “Roma hayali” meselesi bir felsefi tartışma değil bir klişe olarak karşımıza çıkıyor.
Yine de filmden alınacak bazı dersler var. Mesela bir ulusu çökertmek istiyorsan önce ordusunu ele geçireceksin. Filmde Pretoryan muhafızlarının yozlaşması, Roma’nın çöküşüne dair önemli bir metafor sunuyor. Bunun yanı sıra, güçlü bir orduya sahip olmadan (filmde Ostia Ordusu ile temsil edilen) demokrasi getirme fikrinin başarısızlığı da güncel bir mesaj içeriyor. Ancak bu alt metinler, film boyunca işlenmek yerine yüzeyde bırakılıyor, bu da onların etkisini zayıflatıyor.
Gladiator 2, Ridley Scott’ın sinema tarihindeki yerini yeniden kazanmak için büyük bir fırsattı, ama bu fırsat ne yazık ki iyi değerlendirilememiş. Film, görsel bir şov sunmaya odaklanırken, hikâye derinliğini ve karakter gücünü tamamen unutmuş. İlk filmin hayranları için bu bir hayal kırıklığı, yeni izleyiciler için ise karışık bir deneyimden ibaret.
Ridley Scott, “Roma hayali”ni yeniden yaratmaya çalışırken seyircinin ne beklediğini çoktan unutmuş, hatırlamaya çalışırken de iyice batmış. Kısacası bu sefer, Ridley Baba’nın büyüsü çalışmamış. Gladiator 2, büyük ama etkisiz bir film.