Tarantino’nun Favori Filmlerinden Bir Diğeri
Sinema tarihinin en garip filmlerinin listesini yaptığınızda, eğer listedeki filmlerin büyük çoğunluğu Japonya yapımı değilse, listenizi bir daha gözden geçirin derim. Japon sineması, bugüne kadar birbirinden garip bir dolu benzersiz filme imza attı ve atmaya devam ediyor. 1968 yılı mahsulü Goke de onlardan bir tanesi.
Kyuzo Kobayashi ve Susumu Takaku’nun senaryosunu yazdıkları filmin yönetmenliğini ise Hajime Sato yaptı. Aynı yönetmenin Sonny Chiba’lı The Terror Beneath the Sea (1966) isimli filmi de gariplikte Goke’den aşağı kalmaz.
Goke, Tokyo-Osaka seferini yapmakta olan bir yolcu uçağındaki mürettebat ve yolcuların başlarından geçen akılalmaz bir macerayı anlatıyor. Her şey kaynağı belirsiz bir bomba ihbarı ile başlar. Telsizle haberi alan pilot, verilen talimatla uçağın rotasını Tokyo’ya doğru çevirir ve yardımcı pilot Sugisaka’dan görevli hostes Kazumi ile beraber yolcuların bagajlarını aramasını ister. Sugisaka, yolcuların memnuniyetsiz mırıldanmaları arasında bavulları aramaya başlar ama bomba ararken bir tüfek bulur. Uçağın arka tarafında sahipsizmiş gibi duran bavuldaki tüfek, yolculardan birinin okuduğu gazeteden öğrenme fırsatı elde ettiğimiz siyasi suikastın failine aittir. Uçağın kontrolünü eline geçiren suikastçı, telsizi bir kurşunla iptal ettikten sonra pilota Okinawa’ya uçmasını emreder. O sırada parlak ışıklı uçan bir cisim uçağın üzerinden geçer ve motorlardan birinin yanmasına, akabinde de uçağın düşmesine neden olur.
Fazla kalabalık olmayan yolcular tuhaflıkta birbirleriyle yarışırken, zaten yeterince karışık olan işleri daha da karıştırmakta pek beceriklidirler. Yardımcı pilot Sugisaka ve hostes Kazumi dışında “iyi” olarak nitelendirebileceğimiz herhangi bir özelliğe sahip tek bir kişi bile yoktur. Gelin şu yolculara bir göz atalım; kendinden başka kimseyi düşünmeyen milletvekili Mano, Mano ile iş bağlamaya çalışan silah satıcısı Tokuyasu ve bu uğurda Mano’ya sunmaktan çekinmediği karısı Noriko, kaza sonrası gözlem yapabilmek için uygun bir ortama düştüğüne sevinen psikiyatrist Momotake, Vietnam’daki savaşta ölmüş asker kocasının cesedini teslim almak için Japonya’daki Amerikan üssüne giden Amerikalı dul kadın, İngiliz büyükelçisini öldüren suikastçı Teraoka, uzay bilimcisi Prof. Sagai ve aranan bombanın sahibi genç bir adam.
UFO’lar, Kan İçen Vampirler, İnsan Bedenini Ele Geçiren Uzaylılar
ve Daha Fazlası
Beklenmeyen bir durum sonrası (uçan cismin sebep olduğu kaza) kapalı ve/veya dar bir mekâna (düşen uçaktan geriye kalan bölüm ve uçağın düştüğü ada) hapsolmuş bir avuç insanın (mürettebat ve yolculardan geriye kalanlar) başından geçen zorlu durumları resmeden filmlere aşinayız. Daha çok dar bir alana sıkışmış çaresiz karakterlerin psikolojik defolarından faydalanarak çöküntü, çürüme ve yok oluşa doğru ilerleyen bir rota çizen bu tip filmler, aynı zamanda çekildiği döneme ait sosyolojik ipuçları da barındırır. Goke de bir uçak kazası sonrası mecburen bir araya gelen bir grup insanın başından geçenleri anlatıyor. Ancak daha kazanın oluşum aşamasında görünen parlak ışıklı uçan cisim (UFO), sıradan bir film izlemeyeceğimizin ilk işaretini veriyor. Nitekim kaza sonrasında silah zoruyla esir aldığı hostes Kazumi ile sırra kadem basan suikastçı Teraoka, UFO ile karşılaşan ilk karakter oluyor. Böylece kazazedelerin hayatta kalma mücadelesindeki ana düşman bir anda şekil değiştiriyor. UFO’nun (ve insan bedenini ele geçiren uzaylıların) varlığıyla bilim kurgunun sınırlarını ihlal eden Goke, sinema tarihinin en garip ele geçirme sahnelerinden birine de ev sahipliği yapıyor. İnsan bedenini ele geçiren uzaylılar, saldırdığı insanları boyunlarından ısırıp kanını emerek öldürüyor. Bu sayede Goke, vampir mitine ufak bir dokunuşla korku türüne de ucundan bulaşmayı ihmal etmiyor ve türler arasında gezinerek kurduğu yapısıyla garipliğin dağlarının zirvesine çıkıyor.
Bir yandan da Goke’yi 1950’li yılların Amerikan bilim kurgularına benzetebiliriz. Japon toplumunu en derinden etkileyen olayların başında hiç şüphesiz ki Amerika’nın İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Hiroshima ve Nagasaki şehirlerine attığı atom bombaları gelir. Uzaylı istilası filmlerindekine benzer bir modeli merkezine yerleştiren Goke, o tarihte henüz daha çok taze travmatik savaş acılarının da etkisiyle insanlığın geleceğine dair beslenen umutsuzluğu ön plana çıkartıyor. Hatta kazazedeleri cehennem tasviri bir ortamda bir araya getirip, içinde yaşadığımız dünyayı cehenneme çeviren insanlığa atıfta bulunarak umutsuzluk vurgusunu pekiştiriyor. Kimi yerlerde didaktikleşen anlatım, bir parça demode dursa da filmin en iyimser tabirle garip olarak nitelendirilecek genel havasına uyumlu bir görüntü çiziyor.
Goke, B-filmlere düşkünlüğüyle bilinen Quentin Tarantino’nun da favori filmleri arasında yer alıyor. Hatta Tarantino, Kill Bill’de gelinin Japonya’ya uçtuğu sahneyi, Goke’nin açılışında yer alan (uçağın cehennem kırmızısı bir gökyüzü altında hareket ettiği) sahneyle neredeyse aynı biçimde çekerek selam göndermeyi de ihmal etmemişti.
Goke Body Snatcher from Hell, Uzakdoğu’nun (ama özellikle Japonya’nın) şahsına münhasır garipliklerinden nasibini fazlasıyla alan, stilize renk ve ışık çalışmasıyla büyüleyen, çılgın ama bir o kadar da yaratıcı, uçuk kaçık bir deneyim imkânı sunuyor. Sinema tarihinin garip filmleriyle ilgiliyseniz kaçırmayın.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Not: Görsellerin üzerine tıklayarak tam boy olarak görüntüleyebilirsiniz.