Filmimizin kahramanı Jill genç ve sarışın ortalama bir Amerikalı… Yani çok zeki değil ama azimli… Kız kardeşi bir anda ortadan kaybolan Jill, kendisini de iki sene önce kaçıran seri katilin geri döndüğünü anlar. Fakat bu tür filmlerde hep olduğu üzere polisi buna ikna edemez. Kendi kaçışından sonra polis dosyayı Jill’in bir akıl hastası olduğuna ve her şeyi uydurduğuna kanaat getirerek kapatmıştır ve onlara göre yine aynı şeyi yapıyordur. Amerika’da yalnızlıktan çıldırıp sırf ilgi çekmek için 911 hatlarına dadananları düşününce akla yatkın geliyor bu…

7353304674_5b81256315_zAkıl hastanesine yatmış bir kızın lafına kimse inanmadığı gibi ormanın ortasında bir sürü polis, köpek, arama aracıyla turlamaya niyetleri yoktur. İşin başa düştüğünü anlayan Jill bu güvensiz ortamda herkesi karşısına alarak, kız kardeşini kaçıran adamın peşine düşer. Böylece çift taraflı hatta üç taraflı bir tavşan kaç, tazı tut oyunu başlar. Polis Jill’in peşinde, Jill manyağın peşinde, manyak Jill’in peşinde… Amaç seyirciyi kime inanacağını şaşırmış bir şekilde, gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi tutmak ama keşke her şey o kadar kolay olsaydı!

Gone’un yönetmeni Brezilyalı Heitor Dhalia… Senaryo ise Allison Burnett’ın kaleminden çıkma… Filmin kadrosunda ise Amanda Seyfried, Jennifer Carpenter ve Wes Bentley yer alıyor… Amanda Seyfried In Time gibi vasat filmlerde gözükmesine rağmen en azından oralarda takipçisi olan bir oyuncu ama bu filmde de işi zor.

Sinema ve TV serileri arasındaki fark giderek azalıyor. Güçlenen paralı / pay Tv’ler artan bütçeleri finanse ederek epey eli yüzü düzgün yapımlara imza atıyorlar ve seyirciye bir TV dizisinde hayal bile edemeyecekleri sahneleri izlettiriyorlar. Yani Televizyon sinemanın tahtına oynuyor. Her zaman böyle bir tehdit vardı ancak “sinemada gösterilen” filmler yapım kalitesi ve görsellik açısından o kadar farklı bir yerde duruyordu ki…

7500836398_ddafceefcd_z

Bunları neden yazıyorum. Çünkü Gone filmini yapanlara sırf bu yüzden çok bozuğum. Elinizde başından nereye gideceği belli, sürprizi bolmuş gibi görünen ancak ısıtıp ısıtıp önümüze sürdüğünüz bir öykü var. Bütçeniz 28 milyon dolar gibi ciddi bir rakam ki “ben şu paradan aşağısına oynamam” diyecek bir oyuncunuz da yok. E o zaman, dayasana görselliği, kullansana sinemanın vizyoner gücünü… Elindeki ham çekimlerle birlikte 4 bölümlük bir mini diziye yetecek kadar bir iş becermişsin ki TV’de bile insanlar daha fazlasını izlemek ister…

Kayıp başından itibaren usul usul akmaya inat etmiş bir dere gibi… Nehir demedim çünkü aktıkça cılızlaşan bir dere bu film… En heyecanlı anlarında bile yönetmen her şeyi bastırmak için o kadar uğraşmış ki defalarca “e, bu mu yani” demekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi…

7500796028_a791c3875d_z

Slasher desem slasher değil, polisiye desem hiç değil… Tek artısı, hikâyenin gelişimi açısından sıkıntısız bir kurgu içeriyor olması ama o da zaten Kuzey Amerika sinemacılarının çoktan hallettiği bir şey… O konuda hala emekleyen bizleriz ne yazık ki ve hala…

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Exit Through the Gift Shop (2010)

Exit Through the Gift Shop farklı konularda bilgi verici yapısıyla
blank

Post Apokaliptika: Daybreakers, The Road ve Book of Eli

Son günlerde art arda izlediğimiz üç post apokaliptika filmden bahsedeceğiz: