goodbye lenin

Bazı filmler vardır, daha en başından müziğiyle sizi filmin içine çeker… Ne izleyeceğinizi merakla beklerken, kulağınızda yankılanan ezgilere kapılıp gidersiniz. Filmin dışında bir hayatı düşünmenize imkân bırakmadan, filmin içinden biri oluverirsiniz. Yaşananları dışarıdan izleyen, müdahale edemeyen ama onlardan biri… Hele bir de film, samimi bir dille size insana dair şeyler gösteriyorsa, soluksuz izlemeniz kaçınılmazdır.

Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak

Good Bye Lenin! de, seyircisini ilk sekansından itibaren içine çeken sıcacık bir film. Berlin Duvarının yıkılışının aslında sadece siyasi bir olay değil, aynı zamanda insan hayatı için ne denli önemli bir durum olduğunu izlediğimiz film boyunca Yann Tiersen de notalarıyla izleyeni alıp götürüyor…

Film Soğuk Savaş döneminde, Doğu Bloğu ve Batı İttifakı ülkeleri arasındaki anlaşmazlık sonucunda Almanya’nın ikiye bölünmesinden sonra Sosyalist Doğu Almanya’da yaşayan Alex ve ailesinin başından geçenleri konu alıyor. Sosyalizme hayatını adamış bir aktivist olan annesinin (Christiane) geçirdiği kalp krizi sonrasında 8 ay boyunca komada kaldığı sürede Berlin Duvarı yıkılıyor ve Batı ile Doğu Almanya birleşiyor. Annesinin zayıf kalbinin yaşananları kaldıramayacağını düşünen Alex, arkadaşıyla (Denis) birlikte yıkılan Doğu Almanya’yı adeta yeniden canlandırıyor ve ütopik bir dünya yaratıyor. Ancak Batı Almanya’ya çok önceden yerleşmiş olan kapitalizmin Doğu Almanya’ya girişi sandıklarından çok daha hızlı oluyor ve yaşanan dönüşüm içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Marketlere gelen yeni ürünler, Burger King, Coca-Cola, değişen ev eşyaları, giyim kuşam tarzı ve daha nicesi Doğu Almanya’daki değişimin simgeleri oluyor ve Alex’in işini daha da zorlaştırıyorlar.

Good bye Lenin!001

Kapitalizm, bu Sosyalist ülkenin her noktasına nüfuz ederken Alex, annesini hayatta tutabilmek için var gücüyle ölüleri diriltmeye çalışıyor ve onun bu çabası çoğu zaman bizleri kahkahalara boğuyor. Good Bye Lenin! tüm bunları yaparken, belli bir düşünce sistemini savunmuyor ancak ideolojilerin insan hayatındaki yerini sorgulamaktan da geri kalmıyor. Böylece, anne ile oğlunun ilişkisi üzerinden, siyasi olayların insan hayatına yansımaları trajikomik bir şekilde anlatılmış oluyor.

Gorbaçov’un meşhur perestroika ve glasnost reformlarıyla Soğuk Savaş’ın bittiği dönemi aktaran Good Bye Lenin!’de en unutulmaz sahne ise kuşkusuz, Sosyalist devrimci Lenin’in heykelinin bir helikopterle götürüldüğü andır ve bu sahne Doğu Almanya’da Sosyalizmin çöküşünün de simgesidir. Kapitalizm her yere yayılıp ülke Batılılaşırken, Sosyalizm Alex’in annesi için kurduğu odaya hapsolmuştur ve onunla birlikte yaşamaya devam eder. Alex’in kurduğu bu alternatif dünyayı izlerken onun gerçek hayatla, hayalini kurduğu dünya arasında bocalamasına da tanık oluruz bir yandan. Alex kendisini bu oyuna öyle kaptırır ki, bir süre sonra annesi için değil aslında biraz da kendi için bu kadar çabaladığını fark eder zira o ve arkadaşından başka bu yalanı sürdürmek isteyen yoktur etrafında. Gerçek hayatta hayallerini gerçekleştirememiş olan Alex, taksi şoförü olarak gördüğü kozmonot ile de bir anlamda hayattan intikamını da almış olur.

Good bye Lenin!002

Yönetmenliğini Wolfgang Becker’in yaptığı Good Bye Lenin!’de Alex rolünde gördüğümüz Daniel Brühl ile annesini canlandıran Katrin Saß’ın harika performanslarının yanı sıra Alex’in arkadaşı rolünde izlediğimiz Florian Lukas’ın da kayda değer oyunculuğundan söz etmek gerekir. Çünkü genelde hüzünlü akan bu filmin mizah yüklenmiş sekanslarında Alex ile birlikte bulunan Denis de çok iyi bir performans sergiliyor.

BAFTA, Berlin, César ve daha nicelerinden 32 ödül ve 14 adaylıkla dönen Good Bye Lenin!; 2001: A Space Odyssey, A Clocwork Orange ile Kubrick, La Dolce Vita ile Fellini gibi yönetmenlere ve Potemkin Zırhlısı, Amelie gibi daha birçok önemli filme da atıf yapmayı ihmal etmiyor.

Good bye Lenin!003

Good Bye Lenin! tüm bunların da ötesinde, bireylerin yaşamlarında istedikleri şeyleri ya da aradıkları mutluluğu bazen başka bir dünyada bulmalarının öyküsü bana göre… Mutsuzlukla karşı karşıya kaldığımız anlarda, çoğumuzun yaptığı gibi durumu reddetme ve kendi doğrularımızla yaşama hali biraz da. Film bu açıdan, dışarıda yaşananlara kendimizi kapatıp, kabuğumuzda korunmaya çalışmamızı da ifade ediyor. Alex’in yaptıklarını bu sebeple hem şaşkınlıkla hem de tanıdık izler bularak seyrediyoruz. Sebepli ya da sebepsiz, bir gün bir yerler de kendi kurduğu küçük dünyasında yaşamayı seçenler, bu kez Alex’in dünyasına merhaba deyin…

blank

Başak Bıçak

1987 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yüksek lisans yaptı. Bilhassa Fransız Devrimi olmak üzere Avrupa Tarihi üzerine uzmanlaştı.

Sinema özel tutkusu ve 2012 yılından bu yana filmler üzerine yazılar yazıyor. Akşam Gazetesi, Film Arası Dergisi ve Cinedergi yazarı... Dans, seyahat, fotoğraf ve şarap meraklısı...

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Kıymeti bilinmemiş (underrated) filmlerin başında gelir bana göre… Nefis hikaye, güçlü oyunculuklar ve kusursuz bir reji… Seyretmemiş olan herkesin izleme listesinin başına alması gereken bir modern klasik!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Seasoning House (2012)

90’lı yıllar Avrupa’nın doğusu açısından oldukça sancılı zamanlardı. Sırp-Bosna savaşının
blank

Usta Birliğimiz Vietnam: Da 5 Bloods (2020)

Da 5 Bloods, bir sandık altını ve arkadaşlarının kemiklerini ülkeye