Geçen hafta için Gotham’a ‘gerçek potansiyelini buldu’ demiştim, fakat bu hafta yine başladıkları yere döndüler. Her bölümde silik bir çizgi roman villain’ına ev sahipliği yapılan konsept kesinlikle işlemiyor, dolayısı ile ana karakterlere ayrılması gereken süreden çalmak dışında herhangi bir şeye hizmet edilmiyor. Yine de ana hikâyeyi güçlendirmek üzere yapılan çabaları görmezden gelmeyelim.

Öncelikle Maroni ki -David Zayas gerçekten harika canlandırıyor- Falcone’un üzerine gitmeye devam ederek gerilimi tırmandırdı. Kendisi Arkham’dan kaptığı payla yetinmeyerek Falcone ve adamlarının daha fazlasını istemekten vazgeçmediklerini bilmesini istiyor. Fakat görünen o ki, yaşlı kurt Falcone’un da Maroni’yi bu yönde yemlemesinin belirli bir nedeni var.

Gordon ve Bullock, anlamsız derecede uzunca bir süre ekrna süresi ayrılan keş Benny’nin peşinde vakit öldürdüler ki bölümün doruk noktası insanın canını, Alfred ve Bruce Wayne’in küçüklüğünden sonra dünyanın en kötü ikilisi olan maltlı süt ve turşulu çizburger çektiren Ephraim muhabbeti oldu. Bullock çizburgeri öyle bir tarif etti ki yeni sekmede Yemeksepeti’ni açmamak için kendimi zor tuttum. Tabii Gordon’un asıl olayı takdir görmek için Maroni’nin önüne atlayan Penguen ile açıktan yüzleşmesi oldu ki burada hem Cobblepot’ın hem de Penguen’in Gordon için planlarında görünenden fazlası olduğuna inanıyorum. Muhtemelen her ikisi de başları sıkıştıkça Gordon’a sarılacak ama Gordon, dürüstlüğüne zeval getirmeden işleri bir şekilde halledecek.

Bu bölüm Erin Richards tarafından canlandırılan Barbara’yı görmemiz iyi oldu. ‘Bana yalan söylüyorsun Gordon’ hezeyanını bir bölüm daha çekemeyecektik. Bir başka güzellik de Adriana Lima’yı andıran hatları ile Makenzie Leigh tarafından canlandırılan, Falcone’un ballı tuzağı Liza karakteriydi. Gerçi yormaya başlayan oyunculuğu ile Fish Mooney karakterini biraz karikatürleştiren Jada Pinkett Smith’in Liza üzerinden kurduğu tuzak çok aceleye geldi. Yaşlı kurt Falcone’un arya söyleyen güzel bir kadının ağına birden düşüvermesi ve bunu Ziraat Bankası önünde kuyruk beklerken güvercin besleyen emekli amca saflığında yapmış olması göze batmadı değil. Bir de Falcone’un arkasından iş çevirdiğini anlamamak için, ‘Ebola yalnızca bulaşınca öldürüyor’ diyen bir havayolları çalışanı olmak lazım. Bu gibi aşırı öne çıkan kontrastlar biraz göze batıyor.

Gördüğünüz üzere dizinin güzel yönleri var fakat cümlenin devamını karamsarlığa boğan “amaları da” yok değil. Sadece Gordon ve Bullock’un sempatisiyle, Cobblepot’ın müthiş yükselişiyle ya da henüz ikisini de önemseyemediğimiz Falcone veya Maroni’nin güç mücadelesiyle Gotham’ı daha uzağa taşıyamazlar. Fazlası lazım. Bu ihtiyacı da Wayne’lerin milyar dolarlık mirası üstüne yerleşen karanlık güç odakları ile karşılamaya çalışacaklarını bu bölümde gördük. Açıkcası Molly Mathis karakteri üzerine kurulan oyunun yine son derece hızlı ve zorlama bir giriş olduğunu düşünüyorum, ayrıca ‘önemsemeniz için zenginlerin ölmesi gerekiyor!’ mesajı da yine kör göze parmak olmuştu.

Şimdilik rating’ler dalgalansa bile –yayınlanan son bölümde epey bir düştü- Fox’un ilk sezon için 22 bölümün tamamını sipariş ettiğini tekrar söyleyelim. Agents of S.H.I.E.L.D.’ın Marvel filmlerinden güç alması gibi, Gotham da DC evrenine gönderme yapan Easter Egg’lerle enerji topluyor ve bu şekilde izleyici kazanmaya çalışıyor. Örneğin Wayne Enterprises bünyesindeki WellZyn’in ürettiği Venom –ki bu bölümde Viper kodadı ile beta versiyonunun etkilerini eğey bir gördük- çok büyük ihtimalle ilerde Bane’e zerkedilecek madde olacak. Aynı zamanda Alfred’in her geçen gün, bildiğimiz Alfred’a daha çok benzemesi durumu da var. Bruce da kendisini Gotham’ı anlamaya vererek Batman olma yolunda en büyük adımlardan birini atmış oldu. Eğer dördüncü bölümdeki karanlık atmosfere ve dengeli kurguya geri dönmekte zorluk yaşamazlarsa, her bölümde yeni bir düşman anlayışını da görmezden gelebiliriz. Fakat ne yalan söyleyeyim, Gotham bu haliyle beni Arrow ya da Hydra twist’inden sonraki Agents of S.H.I.E.L.D. kadar heyecanlandırmıyor. Şimdilik…

Herkese iyi seyirler

blank

Emel Bilge Çınar

1985 yılında İstanbul’da doğdu. İlk sinema deneyimi Jurassic Park olmuştur. Animasyon ve VFX alanında eğitim almak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Türkiye’ye döndükten sonra 3 yıl boyunca Post Producer olarak çalıştı. Bugünlerde bağımsız olarak 3D animasyon ve oyun yapımı üzerinde emek harcıyor. 2009′dan bu yana çeşitli mecralarda sinema ve TV üzerine yazılar yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sevgi Bulaşıcı ve İyileştiricidir: Bahar Dizisi ve Konfüçyüs Ahlakı

Bahar, izleyicinin kendisini bulabileceği, yaşamını yeniden sorgulayabileceği, yapmayı hayal ettikleri
blank

Efsane Dizi Breaking Bad’in Ardından

Büyük hayranlık uyandıran Breaking Bad efsanesi, tam zamanında, bitmesi gerektiği