Gotham 1×07 “Penguin’s Umbrella” Bölüm İncelemesi

5 Kasım 2014

Gotham’ın bugüne kadar yayınlanan en iyi bölümünü izledik. Bu konuda kimsede herhangi bir fikir ayrılığı olacağını zannetmiyorum. Ha, kusursuz bir bölüm müydü? Hayır. Fakat Gotham, sonunda izleyicisinin taleplerine cevap vermeye başladı. Tabii bunun bir dezavantajı da yok değil. Dizinin ana damarı olan Penguen karakterine öyle bir yükleniyorlar ki yakında cephaneleri bitebilir. Ve eğer bu gerçekleşirse, şimdilik, ellerinde bir B planı varmış gibi görünmüyor. Ne Gordon, Barbara, Montoya aşk üçgeni, ne Maroni, Falcone ya da Fish Mooney bermuda üçgeni şimdilik bu diziyi taşımaya yetmez. O nedenle Penguen’e doymak güzel ama ilerde aç kalır mıyız gerçekten merak ediyorum.

Bu bölümün birçok artısı vardı. Her şeyden önce Batman’in dedektiflik hikâyelerini özleten “her hafta bir kötü adam” konseptine sağlam bir nokta koyarak, ana çatışmaya odaklanan bir bölüm izlememiz iyi oldu. Artık Gotham’daki ana güç odaklarının temel motiflerini, silahlarını ve zaaflarını net olarak görmüş olduk. Böylece karakterlerle kurmamız beklenen bağ biraz olsun güçlendi. Bu noktada Penguen’in olağanüstü çabasıyla gerçekleşen bölüm sonu şaşırtmacasını başköşeye almamak olmaz. Maroni’ye kazık atacağını biliyordum ama bunu hemen ve Falcone aracılığıyla yapacağını tahmin etmemiştim.

Falcone’un Gordon’ın üzerine saldığı süper kötü Victor Zsasz diziye biraz dinamizm kattı. DC okuru olmayan ya da hiç çizgi roman takip etmeyen Gotham izleyicileri için küçük bir ara verip, bu ruh hastası karakteri biraz tanıtalım. Victor, Bruce Wayne’in koordinat tablosundaki zıttı gibi. Oldukça zengin bir aileden geliyor, büyük miktarda kişisel servete haiz bir tip. Fakat 25 yaşındayken, bir kaza sonucu ailesini kaybedince içinden uzun süre çıkamadığı bir depresyona giriyor. Depresyon batağında sürüklenirken kendini kumara veren Victor, bir gece Penguen’in işlettiği bir mekânda herşeyini kaybediyor. Daha sonra “yaşamak için bir nedeni kalmadığını” düşünerek Gotham köprüsüne gidiyor ve tam intihar etmek üzereyken hayatını değiştiren bir deneyim yaşıyor; ilk defa öldürüyor ve Batman’in en ruh hastası düşmanlarından biri olma yolundaki ilk adımı atıyor.

Gotham_107_2

Gördüğünüz üzere, şimdiki zaman çizelgesi ile epey alakasız bir kökeni var Victor’ın. Dizide Penguen, henüz hiç kimseyken Zsasz önüne geleni öldürmeye başlamış ve karakterine has manyaklıklardan birini yaparak ölüm çetelesini vücuduna kazıyor. 28. kurbanı da ne yaptığını bilmeden onu durdurmaya çalışan bir polis memuruydu ki zaten dizinin bu kısmı, gerçekten çok başarılıydı bence. Victor’dan kaçan Gordon’ın telaşını, polis istasyonunda herkes tarafından yalnız bırakılışını ve herşeye rağmen doğru olanı yapmaya çalışmasını çok sevdim. Maroni’nin de dediği gibi “Dürüst bir adamdan daha tehlikelisi yoktur.” Bu bölümde Gordon’la ilgili tek sorun hayati organlarına denk gelmemiş bile olsa ciddi yaralar almış haldeyken, Falcone’un evine o kadar kolay girebilmesi oldu. Neredeyse hiç zorluk yaşamadılar, hatta neredeyse değil hiç. Eğer belediye başkanını rehin alan herkes Falcone’un evine böyle apar topar girebilecekse, bizim dede tavuklarıyla inzivaya çekilsin artık.

Bu arada Falcone’un mu yoksa Maroni’nin mi tarafını tutmalıyım bilmiyorum. Gordon’ı ikinci kere bağışladığı ve Maroni’den daha zeki göründüğü için Falcone’a yakın gibiyim, fakat Maroni’nin pasta şefi kıvamındaki sevimliliği de beni kendine çekmiyor değil. Ayrıca Fish Mooney ile açık açık dalga geçmesi ve damarındaki son damlaya kadar kana kan, dişe diş kapışmak istemesi onu daha dürtüsel fakat hoşlanılabilir bir karakter yapıyor. Falcone ise Mooney’nin tuzağından haberdar biçimde, Liza’ya ev işi yaptırmakla ve tavuk okşamakla meşgul. Açıkçası mafyanın eline düşecek olsam, Maroni gibisini tercih ederim. Fakat çizgi romandan fırlamış gibi duran “rahibe” sahnesi, Gotham’daki hiçbir kötünün normal bir zihne sahip olmadığını gösteriyor. Keşke dizinin tüm mizahını Harvey Bullock’ın sırtına yüklemektense, arada bu tarz sahnelere daha çok yer verseler. Ama Bullock da işini iyi yapıyor. Şempanzelerle oturup ot içerek düşündükten sonra plan yapmak, tam da onun aklına gelebilecek bir şey.

Gotham_107_3

Bölümün en büyük eksilerinden biri, dayanılmaz salaklığı sebebiyle Gordon’ı neredeyse yakacak olan Barbara’ydı tabii. Erin Richards korkudan gerildiği yerlerde, tuvalete düşen telefonunu almaya çalışırmış gibi rol yapmasaydı belki karaktere biraz üzülebilirdik. Fakat ölmemiş olması beni Victor’dan bile fazla hâyâl kırıklığına uğrattı, öyle diyebilirim. Keşke bir mucize olsa da Barbara’dan sonsuza kadar kurtulsak. Fakat en azından yakın dönemde böyle bir hediye alacağımızı sanmıyorum senaristlerden…

Yani evet, Gotham standartlarına göre çok iyi bir bölüm izledik ama bu dizinin bir sorunu var. Karakterler kendilerine çizilen sınırlar içinde çırpınıp duruyor, kalıpların dışına çıkamıyorlar. Selina Kyle bana Cat de diye yırtınıyor, Nygma sürekli bilmece soruyor, Bullock şişman bir eskortla ortaya çıkıp Gordon’la ölüme yürümeye karar veriyor, Gordon sürekli Barbara için ölümü göze alıyor, Alfred çabasız cool’luk nedir hiç bilmiyor, Bruce yetim sempatisini sonuna kadar sömürüyor vs vs… Yani demek istediğim karakterlerin tamamı, Penguen dışında son derece tahmin edilebilir ve mekanik motivlere sahipler. Biraz daha doğal, biraz daha tiplemeden uzak olmaları diziyi belki Gotham’ın çizgi roman atmosferinden farklı bir yere taşıyacak ama aynı zamanda karakterler için endişelenebilmemizin, onları önemseyebilmemizin yolunu açacak.

Yine de ivmesiyle beraber rating’lerini de yükselten bir bölüm izledik. Akıbetine karar vermeden önce, ilk sezonu devirmeye and içmiş bulunuyorum.

Herkese iyi seyirler.

blank

Emel Bilge Çınar

1985 yılında İstanbul’da doğdu. İlk sinema deneyimi Jurassic Park olmuştur. Animasyon ve VFX alanında eğitim almak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Türkiye’ye döndükten sonra 3 yıl boyunca Post Producer olarak çalıştı. Bugünlerde bağımsız olarak 3D animasyon ve oyun yapımı üzerinde emek harcıyor. 2009′dan bu yana çeşitli mecralarda sinema ve TV üzerine yazılar yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Stand (1994)

Oldukça detaylı bir roman olan The Stand, bu mini seri
blank

Tufan Yetmediğinde: Dominion

Legion filmi işe Terminator klonu olarak başlamıştı, Dominion da süreci