Yazar-yönetmen Jeremy Saulnier’in 2013 yapımı düşük bütçeli hiti Blue Ruin’inden sonra yeni filmi Green Room ile karşımıza punk kültürü ile yoğrulmuş bir slasher ile çıkıyor.

The Ain’t Rights adlı grubun para sıkıntısı nedeni ile Oregon’da ıssız bir ormanlık alanda aldıkları konser teklifinin üstüne atlayıp, Nazi-Punk ortamına girmeleri ile olaylar gelişiyor. Grubun Basçısı Pat (yakın zamanda kaybettiğimiz Anton Yelchin) ortamı kızıştırmak için Dead Kennedys’in Nazi Punks Fuck Off şarkısını çalmaya başlıyor. Seyirci onlara bira şişeleri atarak tepki verirken Pat geri adım atmayı ihmal etmiyor: “Sadece bir cover çaldık”.

Green Room 1

Ancak konserin bitimi grup için asıl sorunların başlangıcı oluyor. Yanlışlıkla girdikleri soyunma odasında bir Nazi-Punk’ın öldürdüğü kızla karşılaşıyorlar. Olaya şahit olmaları kulüp işletmecisinin onları odaya kapatmasına ve ortamın asıl sahibini çağırması ile devam ediyor.

Patrick Stewart üstadın oynadığı Nazilerin başı Darcy karakteri ortamın en sağduyulu insanı olsa da olayların geldiği noktada grubu öldürmekten başka çare bulamıyor ve kırmızı bağcıklı ordusuna vur talimatını veriyor. Bundan sonra kıstırılan grup, kesilen kolları, köpeklere yedirilen arkadaşları arasında sağ kalma savaşı veriyor.

Darcy’nin dediği “Bu bir parti değil, bir kalkışma (hareket)” cümlesi ile özetlediği örgütü, bir dediğini iki etmezken insanların nasıl karizmatik bir lider karşısında hayatlarını hiçe saydıklarını yazar-yönetmen Saulnier kanlı senaryosu ve sekansları ile vermekte oldukça başarılı. Ancak filmin genel slasher kuralları içinde fazlaca iyimser kaldığını söylemek lazım.

Özellikle grup üyelerinin her şeyi kitabına uygun yapması, örneğin ölen elemanın ceplerini araştırması, kurşun bulabilecekleri yerleri tahmin etmeleri, kaçış yollarını iyi kullanmaları, dev adamı jujitsu teknikleri ile ekarte etmeleri, sanki onları bir süper güç, karşılarındaki ordumsu yapılanmayı ise daha bilgisiz, eline silah verilmiş çocuklar gibi gösteriyor.

Punk ruhunun da filme iyi yedirilemediğini söyleyebilirim. Daha grup üyelerinde bile filmde espri içinde de olsa punkla bir dalga geçme hissiyatı var. Bu yüzden karakterler havada kalıyor. Bu noktada filmin inandırıcılığının da yara aldığını söyleyebiliriz.

Saulnier’in kamerası John Carpenter, Wes Craven gibi türün babalarının işlerine özenirken oldukça iyi bir iş çıkarıyor. Green Room hikayede bazı pürüzler olsa da kendini seyrettiren oldukça hızlı ve slasher tarzının hakkını veren kanlı bir film. Bu tarzdan hoşlanan izleyici için yeni bir şey vaat etmese de seyir dozu yüksek güzel bir iş sunuyor.

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Haneke’nin En Derin Şiddeti: Funny Games (1997)

Funny Games kahramanlarına yüklediği anlamsız rahatlıkla ve bir nevi kostüm
blank

Müslüm Baba’nın Evlatları (2013)

Müslüm Baba'nın Evlatları kendini seyrettirmesini, seyredene dokunmasını bilen bir film.