Grindhouse Efsanesi, tam da beklenen yönetmenin elinden hayata döndürüldü. Genelde Vizyon’daki filmlerden yazmak yada onlarla ilgili basında yada net’te yayınlanmış makalelere yer vermekten mümkün mertebe kaçınırım fakat, bu defaki alelade bir şey değil! Quentin Tarantino’nun çektiği “Death Proof” ve Robert Rodriguez’in elinden çıkma “Planet Terror”den oluşan Grindhouse projesi.
“İyi de, nedir bu Grindhouse?” diyebilirsiniz, Hemen açıklayalım: Grindhouse, Amerika’da büyük film stüdyolarının (Amerika’daki Sinema salonlarının çoğu, WB, MGM, Sony, Fox gibi majör Stüdyolara aittir.) oynatmaya tenezzül etmediği, (hoş buraların da o filmleri alacak gücü yoktur) “Yetim” filmleri oynatan, genelde ufak kasabalarda kurulu bulunan küçük sinema salonlarıdır. Müşterileri, az paraya eğlenmek isteyen yada farklı bir şey görmek isteyen kasaba delikanlıları ve kızları, Pop art sanatcısı marjinaller, yada sırf yapacak bir işi yada kalacak bir yeri olmayan vakit geçirmek yada uyuklamak için takılan “Homeless”lerdir. oynattıkları filmler ise, B film geleneğini ve kült’ün oluşturan; İtalyan Giallo’ları, Uzakdoğu Kung-fu filmleri, Latin Korku filmleri, Ucuz eski Western’ler, Hammer Stüdyolarının yada başka küçük stüdyoların çektiği seri çekilmiş korku, erotik,siddet, zenci sineması adına ne varsa!
Grind House’lar 50’ler, 60’lar ve 70’ler boyunca değişen bir ivmeyle de olsa ülke sinemasını etkiledi. Fakat 80’lerin başında yaşanan video çılgınlığı ve Disney’in bu filmleri oynatan çoğu salonu alıp kapatmak yada revize etmek yoluna gitmesi yüzünden, Grindhouse’lar tarihe karıştı. Artık seyirci bir şekilde duyup merak ettikleri, Kült potansiyeli barındıran tüm filmleri evlerinden çıkmadan görebiliyordu. Tarantino’nun da uzunca bir zaman çalıştığı Video Klüpler Grindhouse’ların yerini almıştı. Yani kapanmasalar bile kimsenin bu salonlara gidecek hevesi kalmamıştı. devamında gelen DVD ve DIVX etkileşimi’de Grindhouse’un bir pop art anısı olarak kalmasını sağladı.
Ülkemizde durum: Bizde de benzer bir seyirci grubuna hitab eden Sinemamsı yerler olmasına rağmen gerçek anlamda Grindhouse benzeri bir oluşum Türkiye’de hiç yaşanmadı. 80 öncesinde, Telif ücretleri sebebiyle aşırı gecikmiş filmlerin vizyona sokulması gibi alım zorlukları yüzünden küçük yada büyük bütün salonlarımız hemen hemen aynı filmleri oynatıyordu ama 12 Eylül sonrasında dış alım güçleri iyice düşen Tual film, vs gibi alıcı firmalar yüzünden bir süre ortalık neredeyse tamamen İtalyan, Hong Kong, Filipin ve Meksika yapımı bir sürü “Ucuz film”e kaldığından neredeyse tüm ülke olarak Bir Grindhouse festivali yaşar gibiydik! (hoş kimse farkında değildi ya!) daha sonra Güçlü Stüdyoların filmleri tekrardan memlekete girdikce ve hatta Warner Bros gibi stüdyoların, Türk dağıtımcıları aradan çıkarıp hem Sinema, hem de video kanallarında kendi dağıtım kanallarını kurmasıyla, bizim Grindhouse olayımız daha doğduğunu bile farkedemeden öldü! Fakat ille de bir adres göstermek gerekirse, çoğunluğu Kasabalarda bulunan Yazlık sinemalar ve Karanlık ve izbe “2 film bir arada”cılar Grindhouse benzetmesini en çok hakedenlerdir.
Evet buraya kadar anlattıklarımla Grindhouse öldü diyebiliriz. Ucuz filmler ise artık sadece video’ya çıkan yapımlar olmak durumundaydı. Büyük Stüdyolar yada A sınıfı yönetmenler asla böyle “lanetlenmiş” bir türü finanse etmez yada yönetmezdi. Bu arada, bu “kült” potansiyeli taşıyan ucubik işlerin ve video’daki satış potansiyelini keşfeden “Troma inc.” gibi sadece bu tür filmler ve video pazarlaması ile uğraşan pek çok yeraltı stüdyosu açıldı. Hollywood cephesinde ise tek tük de olsa bazı Stüdyo karşıtı radikal yönetmenler yine bu stüdyoların güçlü bütcelerini kullanrak B filmi mirasını ve genetiğini taşıyan pahalı filmler çektiler. (Mad Max, Karate Kid,vs)
Bunlardan türün ruhuna en çok yaklaşanı, bana göre, Carpenter’in “Küçük Çin’de Büyük Bela” – “Big Trouble in Little China”sı idi. Film eski macera seriyalleri ile ucuz Kung-fu ruhunu başarılı bir şekilde buluşturuyordu, fakat filmin lansmanı sırasında buna hiç değinilmediği için bu dikkatli izleyicinin alabileceği bir tat olarak kaldı.
Ta ki Tarantino adlı çatlak yönetmen, Kill Bill ile intikam öyküleriyle dolu Ucuz Hong Kong Karate filmlerinin ruhunu Star oyunculu, yüksek bütceli bir A sınıfı Hollywood prodüksiyonuna taşıyana kadar. Eski karate oyuncularının da rol alarak onurlandırıldığı (Sonny Chiba) bu film Tarantino’nun ellerinde bile aşırı riskli bir projeydi. Neyse ki “Kill bill” içerdiği ham şiddet ve bayağılığa karşı hem seyirci hem de eleştirmen bazında kutsanan bir film oldu.
Bu sebeple “Kill Bill”in şimdi konuşacağımız bu filmin bir ön hazırlığı, adeta, yuvadan uçmak isteyen bir kuşun uçmayı denemesi gibi bir cesaret sınavı olduğunu düşünürüm hep… Tarantino ve Rodriguez’in Grindhouse projesi 2 film (“Death Proof” – “Planet Terror”) ve 4 sahte fragmandan oluşan bir bütün. (şu anda fragmanların da filme çekilmesi gündemde)
Bütünün parçaları ise:
- robert rodriguez (“planet terror”) (fake trailer “machete”)
- eli roth (fake trailer “thanksgiving”)
- quentin tarantino (“death proof”)
- edgar wright (fake trailer “don’t”)
- rob zombie (fake trailer “werewolf women of the s.s.”)
Film aslında tek parça ama 3.5 saati aşan süresi yüzünden Kill Bill’dekine benzer bir şekilde ikiye bölünecek ve 27 Temmuz tarihinde (bir Grindhouse filmi için mükemmel bir zamanlama) Rodriguez’in yönetip Tarantino’nun da oynadığı “Dehşet Gezegeni – Planet Terror” gösterilecek.
Artık tamamen eski filmlerin büyük bütceli ama başarısız yeniden çevrimlerine (“remake”) bel bağlamış Hollywood adındaki orman kelimesine tezat, bir çöl tadında ve Tarantino ve Rodriguez ortaklığı, bu yapımla “çölde bir Vaha” esintisi verecek bir iş çıkarmış. Tarantino zaten “Kill Bill” ile gideceği rotayı herkese ilan etmişti. Meksikalı harika çocuk Rodriguez ise ortalıkta ruhsuz çizgiroman uyarlamalarının cirit attığı bir dönemde (son örnek : Ghostrider) Sin City ile tüm zamnların en ruh sahibi çizgi uyarlamasını, aslına bakarsanız perdedeki uyarlama falan değil çizgi romanın kendisiydi! yapmış bir isim… Bu ikilinin yarattığı Grindhouse tüm B severler için ziyafet niteliğinde ama şu an sadece posterler ve teaserlar’ı ile yetineceksiniz!
Fakat dikkatli olmak gerek çünkü “Planet Terror”, “Ben bir B filmiyim ve türün getirdiği tüm absürdlük + bayağılığı yüksek dozlarda içimde barındırıyorum” diye bağıran ve bu sebeple özellikle ülkemizde “shopperfil”ler (Hafta sonu alışveriş merkezlerini dolduran ve yapacak hiç bir şey bulamayınca “önce bir burger menü sonra da sinema “programına uyan aslında film izleme kültürü olmayan seyirci gurubu için benim uydurduğum bir ad) tarafından “ayy ne saçma filmmiş bu!” diye nitelendirilebilecek lezzette bir yapım.
Aslında bir tarafından bakıldığında haklı da sayılabilirler. Çünkü, 60’ların, 70’lerin ve hatta 80’lerin naif ortamında bu tür filmler izleyicisini çok daha kolay kandırıyorlardı. Bilimle alakası olmayan ama bilimsel olarak sunulan tüm kurgular hayranlıkla izleniyordu. Ama şimdi “Lazer sesi ne saçma! Uzayda ses çıkmazki”. diyen bir kuşak, kopmuş bacağına protez olarak tam otomatik bir makineli tüfek takıp bununla şehri dağıtan bir, deri giysileri çinde bir afeti saçma, komik yada absürd bulacaktır. Artık B filminin, saçma ve bayağı hali onun gücü olmuştur, B filmleri komik olmak için çekilmezler, onlar ciddi filmlerdir ama, bütcesizlik ve aktörlük zaafiyetleri yüzünden komik duruma düşerler. Video kira dükkanlarında ömür tüketip, çılgınca bunları izleyen Tarantino, eminim türe ait her klişe, espri ve orjinaliteyi en doğru şekilde bizlere sunacak ve türle dalga geçen değil, kendini ciddiye alan bir film sunacaktır,(Kill Bill’de bu formülü tam anlamıyla tutturmuştu) çünkü samimiyetini ispat etmesinin yegane yolu budur.