Balboa vs Kızgın Boğa!

 

Grudge Match posterMalumunuz, çağımız devleri birbirine çarpıştırma, yaşlı kurtlar bir tarafta kapışırken, kendi köşemize çekilerek büyük bir zevk ve şevkle izleme çağı! Bu “Titanların Savaşı” eğiliminin tam anlamıyla ne zaman başladığını ayak üstü söyleyebilmek güç olsa da, 80’ler ile alakalı her mesele gibi bunun da ucunu çeke çeke The Expendables serisine bağlayarak kurumsallaştırabiliriz!

Öteki Sinema için yazan: Fatih Yürür

Biraz suyu çıkmış bir teşbih olsa da Arnold ile Stallone’u aynı filmde izleme arzumuzun giderilmesinin akabinde; Stallone suratında patlayan Van Damme tekmesiyle ihya olduğumuz bir seri söz konusu olduğunda; kolektif kafalarda harlanan geyiklerin kendini tekrar etmesi de kaçınılmaz bir hal alıyor! Yine de kısa süre içerisinde, çok kazandıran ucuz bir makyaj tekniği haline gelmeye başlayan 80’ler ruh çağırma seanslarının Mikael Hafström’ün yönettiği kalburüstü bilimkurgu – macera dokuması Escape Plan ile birlikte yavaş yavaş terk edilme sinyallerini aldıktan sonra, bu trendin ‘bir ihtimal’ dozunda bırakılabileceğine de inanmaya başladık! Diğer taraftan 80’ler konseptinin, nostaljik bir alengir olarak karşımıza yeniden dikilmesi mi daha tehlikeli yoksa döneme ait güzel hatıralarımızda yer işgal eden ne varsa birer birer iplerinin çekilmesi mi (bakınız en sıcak örnekler; Robocop, Total Recall) sorusunun cevabı da oldukça açık ve net aslında!

Lafı daha fazla dallandırıp budaklandırmadan konuya girmek gerekirse, Grudge Match, her ne kadar 80’ler harmanına yaba vuran bir film gibi görünse de; ne dönemin konseptini kullanma ne de sırtını olduğu gibi 80’ler gevezeliklerine dayama gibisinden bir amaç taşıyor. Bu tercihlerini olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirmek oldukça zor elbette! Fakat filmin, Stallone ve De Niro’nun kredisinden nemalanmak gibi sığ bir girişimden biraz daha fazlasına sahip olduğunu söylersek, hiç kimsenin canı yanmaz…

Grudge Match 1

Yine de filmin, proje aşamasındaki iddiasını küçümsememek lazım. Ringin bir tarafında İtalyan Aygırı Rock Balboa’yı, diğer tarafındaysa, Scorsese’nin dünya sinema tarihine kazandırdığı ve kitabının sayfa aralarından çıkararak yeniden silkelediği Jake LaMotta var! Eh! Vaziyet bu olunca, ringin iki devini karşı karşıya izlerken alacağımız epik hazzın beklentisini hiç de hafife almamak gerekir!

Gel gelelim 50 First Dates, Anger Management  ve The Longest Yard gibi Adam Sandler’a rağmen sevmeyi başardığımız mizah dozu kıvamında filmlere imza atan ve Get Smart ile birlikte, klişeleri kurcalama konusunda hiç de fena bir iş çıkarmayacağını cümle aleme kanıtlayan yönetmen Peter Segal, Grudge Match’ın baş rolüne taşıdığı iki dev isimin cüssesine hitaben, epik bir şova dönüştürmektense; her bakımdan bir hafta sonu seyirliği olarak değerlendirilebilecek, çerezlik bir iş çıkarıyor ortaya!

Filmde Henry ‘Razor’ Sharp (Stallone) ve Billy ‘The Kid’ McDonnen’ın (De Niro) 30 yıllık husumetlerinin rövanşını izliyoruz… Daha doğrusu izlediğimiz şey çoğunlukla Sharp ve Kid’in bu rövanş yolunda sık sık itişip kakışmalarından ibaret! 30 yıl önce ringe çıktıkları son maç, bu ikili arasında gerçek bir kazanan olup olmadığı konusunda derin şaibeler uyandırdığı için Kid, rakibine yeni bir maç önererek, durmadan hasmının kafa derisini gagalar.  Kid’in iddiasına göre kendisi, yapılan ilk maçı büyük bir puan farkıyla kazanmıştır ve son maça çıktığındaysa idmansız olduğu için yan basmıştır. Fakat aralarına giren Sally (yıllara rağmen güzelliğinden pek fazla şey yitirmemiş olan Kim Basinger), Razor’un her şeyi bırakıp gitmesine; Kid’in de yarım kalan şampiyonluğu sebebiyle kafayı tırlatmasına sebep olur!

Grudge Match posterler

İkilinin yolu, her ikisinin de şöhretini kullanarak parayı kırma derdinde olan bir yapımcının döndürdüğü dolap sayesinde, hazırlanan bir bilgisayar oyunu için, yeşil ekran önüne geçtikleri bir performans yakalama stüdyosunda kesişir. Kid, Razor’u korkaklıkla suçlar ve her ikisine de bu son maçı borçlu olduğunu öne sürer. Ununu eleyip, eleğini bir köşeye fırlatmış olan Razor, ilk etapta bu karşılaşmaya burun kıvırsa da, iki yaşlı kurt, çocukça egolarının kurbanı olur ve nihayetinde, tüm dünyanın izleyeceği sansasyonel bir maçla altın vuruşlarını gerçekleştirmeyi planlarlar.

30 yıl rötarlı biçimde gerçekleşecek olan boks maçı öncesinde, dört karakter üzerinden ilerleyen aşırı softcore bir aile dramını izlemek zorunda kalmak ise, De Niro ve Stallone maçı öncesinde adet yerini bulsun diye toksin atmamız adına filme eklemlenmiş gibi görünüyor. Razor’un sevdiceğinin, koca adamı Kid gibi bir egomanyakla aldatmasının ardından, yaptıklarından pişman olması fakat buna rağmen, Kid’in çocuğunu dünyaya getirmesi… 30 yıldır birbirinden haber alamayan karakterlerin, mevzuya hemen hemen kaldıkları yerden devam etmesi ve biri sorumsuzluk abidesi, diğeriyse duyarlılık kumkuması olan 70’lerine merdiven dayamış iki ergen ruhlu adam üzerinden yapılan ‘iyilik bul, iyilik yap’ modeli karşılıklı ozan atışmaları zaman zaman karın ağrıtacak kesiflikte olsa da, bir hafta sonu seyirliği olarak değerlendirildiğine kafamızı çok da fazla gıdıklamıyor!

Grudge Match 2

Yine de, referans anlamında böylesine zengin malzeme barındıran bir filmin çok daha okkalı göndermelere gebe olacağını düşünenlerin, ayaklarını yerden fazla kesmemelerinde fayda var! At sidiğinden medet umma, tır çekme ya da kasap reyonunda asılı duran etlere kum torbası muamelesi yapma gibisinden, miadı dolmuş yöntemlerle inceden dalga geçen Segal, bu iddiaların arasına ‘yaşlı kurtların gençlere taş çıkarması’ klişesini de gözü acıtmayacak bir şekilde yerleştiriyor!

Neredeyse bütün filme yayılan öyküyü düşe kalka takip etme amacımız ise, filmin finalinde gerçekleşecek olan Titanların Çarpışması! Gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki finalin öncesindeki gevelemelerin hepsi, bu öykünün külfeti! Şükür ki Alan Arkin’in seyri keyifli şebeklikleri, bu süreci biraz daha katlanılabilir kılıyor!

Grudge Match, izleyiciye De Niro ile Stallone’u, ringde birbirine yumruk savururken izleme fırsatı sunmanın bir adım ilerisinde, artık iyice bayatlayan aile değerleri, fedakarlık ve bencillik üzerine, bedenine birkaç numara büyük gelen kelamlar etme misyonunun altına girmek yerine, daha incelikli anlara yönelmiş olsaydı; hafızalarımızın yarına taşırken hiçbir zorluk çekmeyeceği bir yapım olarak kabul görebilirdi! Bu haliyle hısım akraba toplaşarak izlenilebilecek, emeklilik üzerine iddiasız bir gevelemeden çok da fazlasını söyleyebilmek mümkün görünmüyor…

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

1 Comment Bir yanıt yazın

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Geçmişteki Geleceğimizi Hatırlamak: 1984

Güncelliğini korumayı başarmış 1984 romanının sadece ülkemizde değil, dünyanın pek
blank

Import / Export (2007)

Modern Avrupa art-house sinemasından, ‘Sovyetler-Birliği-sonrası-Doğu-Avrupa’ ve ‘uluslararası göç’ üzerine çok