İlk olarak nefretleri üzerime çekeyim: Marvel’ı sevmem, sırf Marvel takipçisi birinin çizgi romandan anladığını da düşünmem. Dokuzuncu sanat sadece Thor, Iron Man ya da Spiderman değildir, bunların film uyarlamaları da kimsenin hayatına büyük bir dokunuş yapmamıştır.

Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz

Ancak mevzu uzay macerası ise iş değişir, o vakit buzdan kalbim eriyiverir. Space-Opera hikayelerine bayılırım çünkü. Galaksinin bir ucundan diğerine uçmak, gezegen yağmalayıp haydutluk yapmak, Andromedalı dilberlerin fosforlu bal dudaklarına yapışmak benim olayım. Bu yüzden Guardians of The Galaxy’i pek merak ediyordum.   Bu sabah filmi seyretmek için özel gösterime gittim, beklentimi ister istemez yüksek tuttum (uzay macerası bu, hafife alınacak iş değil) ama işin sonunda karşılığını da aldım. Guardians of The Galaxy için pek çok yabancı sinema sitesinin iddia ettiği gibi “Marvel’in en iyi filmi” demek şüphesiz abartılı olur; ancak aksiyonu bol ve oldukça keyifli bir bilimkugu-macera filmimiz var.

Sanırım herkesin hemfikir olacağı önemli bir nokta Guardians of The Galaxy’nin bir çizgiroman uyarlaması olup olmamasının büyük resimde çok bir şey ifade etmediği. Tüm potansiyeline rağmen bu seriyi kimsenin okumamış olduğunu itiraf ederek herkesin içini rahatlatabilirim. Marvel bilinmeyen karakterlerle (Varsa bir tek Thanos’u tanıyanlarımız vardır) yola çıkarak zor bir risk almış ama bu riski iyi de atlatmış.

Guardians of the Galaxy001

Hikayeye çok değinmek istemiyorum çünkü pek çok filmden olduğu gibi Guardians of The Galaxy’den de aldığım en büyük zevk, hikayesini önceden bilmediğim için daha da katlandı. Bir büyük zalim kötümüz (Ronan) var ve evrende bir sürü kötülük yapmak için uzayın derinliklerinde saklı bir metal küreye ihtiyaç duyuyor. Bu küreye ilk olarak filmimizin asi ve zıpır çocuğu Peter Quill (nam-ı diğer Star-Lord) ulaşıyor. Peter’ın derdi küreyi kozmik koleksiyonculara satmak, Ronan’ınkisi ise küreye olabildiğince çabuk erişmek. Sonra da diğer karakterler hikayeye yavaş yavaş eklemleniyor, ortalık şenleniyor.

Filmin kalanına kıyasla “kabir azabı çilesi” olarak nitelendirebileceğim ilk beş dakikalık girişi geçersek Guardians of  The Galaxy hep dolu dolu, hep alabildiğine sürükleyici bir şekilde akıp gidiyor. Hikaye zaten takibi gayet rahat olacak bir basitlikte (büyük kötü-kutsal küre-bizim beş kafadar galaksi gardiyanı… Denklem bu kadar basit), ancak anlatılanların başı ve sonu tamamen belirgin olmasına rağmen karakterlerin renkliliği sayesinde asla sıkılmıyorsunuz. Müthiş beşli Peter, Gamora, Drax ve (gönüllerin fatihi) Groot tek başlarına oldukça stereotipik, ancak bir araya geldiklerinde oldukça eğlenceli kişilikler. Yan karakterler de hiç fena sayılmaz. Özellikle yönetmen James Gunn’ın birlikte çalışmayı pek sevdiği Michael Rooker’ı Yondu rolünde görmek pek hoşuma gitti.

Açıkçası Guardians of The Galaxies yönetmen James Gunn’ın uzun süredir sarsılan imajını toparlayacağa benziyor. Kendisi akıllarda  bahtsızlığı ile kalmış genç yönetmenlerden. 2006’da Slither ile güzel bir korku girişi yapan Gunn, 2010’da Super ile oldukça başarılı bir iş çıkarmış, ancak bu filmle gişede umduğunu bulamamıştı. Bir de film “Kick-Ass’in kopyası” olarak nitelendirilince Gunn muhtemelen Super’i çektiğine çekeceğine pişman olmuştu. Ancak asıl felaket Gunn’ın 2013’teki Movie 43 faciasında yer almayı kabul etmesi ile gerçekleşti. “Tüm zamanların en kötü filmleri” listelerinde ilk sıraları oynayan bir filmin yönetmen kadrosunda olmak (eğer adınız Uwe Boll ya da M. Night Shyamalan değilse) sinema hayatınızda güzel kapılar açmayacaktır.

Guardians of the Galaxy005

Guardians of The Galaxy’e geri dönelim. Filmin gerek atmosfer gerekse tasarımlar konusunda harika bir iş çıkardığını özellikle belirtmek gerek. Space Opera mantığı biraz eksi bir bilimkurgu geleneğiydi, bunu hem yeniden diriltecek görselliği sağlamak hem de üzerine yeni şeyler eklemek kolay iş değil. Atmosfere harcanan emeğin yanında elimizde bolca dinamik uzay savaşı sahnesi de mevcut. Üstelik bu sahneler safi karmaşa dolu ışık patlamaları değil, üzerlerinde kafa yorulduğu belli oluyor. İlk defa bir 3-D filmde gözümün gereksiz ışık oyunlarından ötürü yorulmadığını söyleyebilirim.

Tabii filmin eksikleri de bol. Hikayenin 80’lerin eski, ucuz (ama samimi) uzay bilimkurgularına bir atıfla basit tutulmuş inşasına bir şey demiyorum, ama karakterlerin birbirlerine karşı gösterdikleri yoğun dostluk mesajları bir noktadan sonra sabır taşı çatlatan cinstendi. Senaryo aslında bunun bir miktar idrakında işliyor, hatta bazen bu durumla dalga geçildiğini de görüyoruz. Nitekim  özellikle final kısımlarında insan kendini bol CGI’lı bir Pokemon The Movie seyrediyormuş gibi hissediyor. Bu kadar dostluk mesajı gerçekten fazla.

İrili ufaklı eksiklerine rağmen, çocukluğu Space Adventure Cobra ile geçmiş biri olarak Guardians of The Galaxy’i pek beğendiğimi söyleyebilirim. Bu film sayesinde Zoe Saldana’ Avatar’ın Neftiri’sinden sonra bir kez daha renkli (bu sefer yeşil) bir uzaylı olarak görmüş oldum, ilginç ve güzel bir deneyimdi. Bu yaz sinemaya kaç kez gidersiniz bilemem, ama bir tercihiniz Guardians of The Galaxy’den yana olsun. Böyle filmler sayesinde yeni Star Wars filmi için beklentilerimiz çok yukarı çıkıyor, haberin olsun Abrams.

Guardians of the Galaxy fragmanı – Tıkla izle!

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

5 Comments Leave a Reply

  1. Aşk olsun filmin yönetmeni James gunn dan hic bahsetmemişsiniz ki o adam slither ı yazdı ve yönetti

  2. Slither, super, movie 43… ikinci görselin üstündeki paragrafa bakın :)

  3. Özür dilerim gozumden kacmis slither yeter diğerleri aman aman bosverin soylemeye değmez :D

  4. bence vakit bulursanız super’i de seyredin. ritminde aksayan noktalar var ama oldukça keyifli bir filmdir. be ilk super’i seyretmiştim, sonra yönetmeni merak edip slither’a yöneldim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Vikaren / The Substitute (2007)

Ara ara eskilere özlem duyanlardansanız, Vikaren / The Substitute, sızınızı
blank

Moon (2009)

Yönetmen Duncan Jones’un Moon adlı ilk uzun metrajının, son yıllarda