“Aman babanız duymasın, yoksa hepimizi keser…”
Karısının, kızı Nedret’e düğün yapmak için evi ipotek ettirdiğini ve borcu ödeyemeyince evlerinin ellerinden gittiğini öğrenen Yaşar Usta ona çıkışır: “Nasıl yaparsın bunu, hiç mi kafa yok sende?! Ben sizler için çalışayım, didineyim…” Kızlarının onun sözünü keserek verdikleri cevaplar ise kan dondurucudur: “Tabi çalışacaksın. Babamız değil misin, yapacaksın tabi! Mecbursun. Ne yapalım, dünyaya getirmeseydin bizi. Eve bi ekmek getirmekle baba olunmaz. Hayvanlar da o kadar bakıyor yavrularına!” Son darbeyi ise karısı Nezaket vurur: “Ehh uzattın be, sattımsa kendi evimi sattım!” Yaşar Usta neye uğradığını şaşırır, onu hiçe sayan bu sözlere inanamaz. Yıkılmış halde evden çıkar gider. Biz seyirciler de şaşkınlık içindeyizdir ve Yaşar Usta’ya yapılan haksızlığı, ona edilen acımasız sözleri kınarız. Ne yaptıysa ailesi için yapmış olan, çalışıp didinen, doğruluktan ayrılmayan bu adama yapılanlar reva mıdır? Fakat daha dikkatli bir inceleme, bu sahnedeki acımasızlığın boşuna olmadığını, Yaşar Usta’yı yıkanın yalnızca nankörlük değil, yüzüne tokat gibi çarpan başka gerçekler olduğunu bize gösterecektir…
Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci
Gülen Gözler (1977) Arzu Film bünyesinde daha önce yapılmış olan Bizim Aile (1975), Aile Şerefi (1976) gibi “aile” filmlerinin bir devamıdır. Bizim Aile ve Aile Şerefi, aileyi tam olarak kutsayan filmlerken Gülen Gözler onların antitezi gibidir. Bizim Aile’de bireyler arasında daha eşitlikçi bir yapı varken Gülen Gözler’de baba ailedeki tek otorite temsilidir. Ama bu otorite yalnızca temsilden ibarettir. Nezaket ve kızları ondan gizli bir dayanışma içinde aile içinde istediklerini yaparlar. Bir sahnede İsmet, babasının onu istemeye gelenlere vermesinden çekindiğini söylediğinde Nezaket “O istediği kadar evet desin, biz ne yapar ne eder istediğimizi yaptırırız.” der. Bundan habersiz olan Yaşar Usta ise kendini ailenin tek karar merci olarak görür.
“Bu evde ben ne dersem o olur.”
Yaşar Usta hakkaniyetlidir, iyidir, doğrudur, dobradır, vefakardır, cefakardır… Ama Yaşar Usta, aile reisinin tüm aile bireyleri üzerinde iktidar kurduğu, ne derse kanun sayıldığı bir kültürün yetiştirmesidir. Başını gururla kaldırıp “Bu evde ben ne dersem o olur” derken otoritesini bir kez daha ilan eder.
Babanın kızları üzerindeki bu tutumu daha onlar doğmadan önce başlamıştır. “Erkek adamın erkek çocuğu olur” deyişinin geçer akçe sayıldığı bir toplumda Yaşar Usta da daha çocuğu doğmadan ona İsmet adını koyar. Ama erkek adamın erkek çocuğu olmamış, buna rağmen Yaşar Usta çocuğun ismini değiştirmeyi düşünmemiştir. Daha sonra doğan kızlarına da acımasızca Nedret, Fikret, Hikmet gibi erkek adları vermeye devam etmiştir.
Yaşar Usta kızı Fikret’i sürekli isteyip duran Vecihi’ye “Kız benim değil mi, istediğime veririm!” der. Kızı kendi malı olduğu gibi onun düşünceleri, istekleri de önemli değildir. Yaşar Usta yalnızca kendi kararıyla kızlarının geleceğini belirleme hakkını kendinde görür. (Bir önceki yıl çekilen Aile Şerefi filminde ise yine Münir Özkul’un canlandırdığı Rıza, “Benim kızım satılık değil” diyerek kızının evleneceği kişiye karar verecek kişinin kendisi olmadığını belirtir.)
İsmet, sevdiği kişinin Temel olduğunu itiraf edip babası ne derse desin evleneceklerini söyleyince yaşar Usta “Bana… babana karşı geliyorsun ha?” diyerek kızına çok sert bir tokat savurup yere yapıştırır. Babaya karşı çıkmak tabudur ve buna kalkışanlar hemen cezalandırılır. (Yaşar Usta, dediğine göre kızına ilk kez vurmuştur ama babasından böyle sert bir tokat yemesinin İsmet’te ve diğerlerinde oluşturacağı travma hiç gösterilmez, hatta ertesi gün güle oynaya babasını nasıl kandıracaklarının planını yapmaya başlamışlardır bile. Oysa bu sahnedeki tokat tüm film içinde Yaşar Usta’nın uyguladığı en sert harekettir.)
Yaşar Usta elbette tam olarak despot bir baba sayılamaz. Kızlarını her şeye rağmen sever ve yaptığı şeylerin onların iyiliği için olduğunu düşünür. Kanunlarından zaman zaman taviz verir. İsmet ve diğerleri onun evden kaçtığı oyununu oynarlar ve Yaşar Usta’da bir pişmanlık duygusu yaratırlar. İsmet’in aslında gitmemiş olduğunu öğrenince Yaşar Usta ona hiç kızmaz ve sevdiğiyle evlenmesine izin verir. Buna karşılık Fikret’in de benzer numaraları yapmasına, Vecihi’yi sevdiğini sürekli söyleyip durmasına rağmen onun mutluluğuna hep engel olur. Yaşar Usta’nın uyguladığı bu çifte standart filmde bir komedi öğesi olarak sunulur ama bu onun, kızları arasında eşitlik gözetmediğini de gösterir.
Yaşar Usta’nın yukarda belirtilen olumsuz yönlerine pek aldırmayız, Münir Özkul oynadığı karakterdeki iyi ve kötü yönleri birlikte gerçekçi bir şekilde yedirebildiği müthiş oyunuyla, pek çok insanın ailesinde bulunan birini canlandırmıştır. Toplumumuzdaki aile kurumlarının pek çoğu bu yapıdadır ve gördüklerimizi yadırgamayız. Zaten Yaşar Usta’nın iyi ve hakkaniyetli biri olması onun zaaflarını ve yanlışlarını bize hoş gösterir ve film boyunca onun en olumlu ve saygı duyulacak karakter olduğunu düşünürüz. Belki de karakteri daha önceki Bizim Aile filmindeki aynı isimle var olan karakterle ilişkilendiriyor olduğumuz da düşünülebilir. Oysa Bizim Aile’deki Yaşar Usta, Gülen Gözler’dekinden çok daha başka bir Yaşar Usta’dır.
“Sen aşk nedir bilir misin?”
İsmet’in, babasına Temel’i sevdiğini söylediği sahnede Nezaket kocasını ikna etmeye çalışırken “Bey, sen aşk nedir bilir misin?” diye sorar. Yaşar Usta’nın cevabı, bilmediğini ortaya koyar: “Başlatma şimdi aşkından…” Yaşar Usta ve Nezaket’in görücü usulü ile birbirlerini hiç tanımadan ve sevmeden evlendikleri, yüzyıllar boyu pek çok çiftin yaşadığı gibi zorunlu bir kabullenmeyle, birbirlerine katlanmak durumunda kaldıkları bellidir. Bir şekilde birbirlerini sevmeye çalışmışlardır. Oysa Bizim Aile filminde iki ebeveynin evliliği çok daha doğru koşullarda yapılır.
Bizim Aile’de Yaşar Usta ve Melek Hanım ilk görüştüklerinde hemen kanları birbirlerine ısınır, baktıkça “gözleri güler”, hatta birkaç dakika sonra kahkahaları havada uçuşmaya başlar. Özgür iradeleriyle, birlikte olabileceklerini düşünürler. Birbirini seven iki insanın birlikteliğiyle kurulan aile, her soruna, her olumsuzluğa, hiç velvele yapmadan, birbirlerine güvenerek ve dayanışarak karşı koyar. Hiç birbirlerinin ardından oyun çevirmezler, yalan söylemezler. Çocuklarının başta uyuşmamalarından kaynaklanan sorunları, sonradan ekonomik sıkıntıları, en sonda ise evsiz kalmalarını hep dayanışma içinde karşılarlar. Bizim Aile filmi, bir aşk evliliğiyle kurulmuş ideal aileyi gösterir.
Gülen Gözler’deki aile ise onlarınkinden çok uzaktır. Yaşar Usta aşkı bilmediği gibi tanımak da istemez. Kızlarının “seviyorum” demesi onun için bir şey ifade etmez. Kızlarının evleneceği kişiler, kendi tanımına göre doğru dürüst bir işi olan, efendi kimseler olmalıdır. Damat adaylarını kızları değil kendisi sevmelidir. Muhtemelen kendi evliliği de böyle olmuş, başka türlüsünü bilmemiştir. Bunun acısını belki farkında olmasa da herhalde içten içe yaşamasına rağmen yine de toplumsal kuralların dışına çıkmayı düşünmez bile. Kızlarını evlendirme işini geleneklerin ona yüklediği bir görev bilinciyle yerine getirmeye kararlıdır.
Yüzyıllar boyunca kız alıp vermelerde ailelerin bu sakat tutumları yüzünden insanlar, yapmaya zorlandıkları evlilikler içinde mahkum hayatı yaşamışlardır. Günümüzde eğitim seviyesinin artması, iletişim kanallarının yaygınlık kazanmasıyla işin doğrusu söylenip durmasına rağmen bu zorla evlendirmeler halen sürüp gidiyor.
Yaşar Usta, Nedret için düzenlenen göstermelik kız isteme sahnesinde damat adayı ona kimya mühendisi olarak yutturulduğu için kızını hemen veriverir. (Doktorluk ve mühendislik toplumumuzda uzun süre diğerlerine oranla daha ciddi ve kazançlı meslekler olarak kabul edilmiş ve bu mesleklerden birine sahip bir damat adayı rakipleri önünde maça 5-0 önde başlamıştır. Ama devlet politikalarının da desteğiyle artık bu avantajlar günbegün etkisini yitirmekte, davulcu ve zurnacıların daha rahat nefes alabilecekleri koşullar oluşmaktadır.) Vecihi ise, belki de aslında o sırada işsiz olduğu için ama sözde, uçakla evin tepesinden geçip duruyor ve alışılmışın dışında bir şekilde ısrarla kız istemeye devam ediyor diye dışlanır, adamdan sayılmaz. Oysa Vecihi asla vazgeçmeyen bir aşık ve düğün için para biriktirme bilincine sahip biri olarak sünepe Temel’den de, evin ipotek edilmesine karşı çıkmayan Orhan’dan da daha iyi bir damat adayıdır. Yaşar Usta onu aklı noksan biri olarak görür ve “Senin gibi bir deliye kız verilir mi?” der. Ama Vecihi’nin deliliği yalnızca deli dolu bir adam olmasından ibarettir. (Son derece eğlenceli ve neşeli karakteri yanında sırf, uçakla evin üzerinden geçerken elindeki gülü atıp balkondaki sevgilisinin yakalamasını sağlayabilmesi bile onu sıra dışı ve olağanüstü biri yapar.)
“Düğün yapmayalım da konu komşuya rezil mi olalım?
Gülen Gözler’de, ailenin ekonomik durumu belliyken kızların evlenme çabaları şımarıkça bulunabilir. Ama bu istekler hiç de lükse varan şeyler değildir. Tek istedikleri sevdikleri insanla birlikte olmak ve bir düğünle dünya evine girmekten ibarettir. Hatta evlendikten sonra ayrı bir ev talebinde de bulunmaz, tek göz odayı yeterli bulurlar. Fakat düğünler -özellikle günümüzde- dar gelirli aileler için gelenek adı altında anlamsız ve çoğu gelenek falan olmayıp sonradan uydurulmuş masraflarla doludur. Bu aileler, çevrelerince ayıplanmamak/takdir görmek için tüm birikimlerini düğün harcamalarıyla eritmekte, hatta borçlanmaktadır. Gülen Gözler’deki gibi tüm düğün masraflarının tek bir aile üzerine yıkılmayıp iki aile arasında paylaşılması durumunda bile bu değişmeyebiliyor. Yaşar Usta düğünde masrafların belini büktüğünden yakınırken “Şu düğüne harcadığım parayla on sene evvel ev alınırdı.” der.
Bununla birlikte Bizim Aile filminde de bir düğün sahnesi bulunur. Ailenin evde kalmış kızı Feride ve usta Şener arasındaki düğün, ekonomik durumlarından ötürü bir düğün salonunda değil de evde yapılır. Bu sahnede düğünün tüm eğlencesi ve ayrıntıları ayrı ayrı gösterilir. Eller ne der diye kaygılanmadan düğün salonu yerine evde yapılan bu düğün öyle neşeli ve güzel geçer ki, izlerken keşke biz de orda olsaydık dedirtir. Hiç oynamayan Ferit’i bile oynatan bu düğün, bazı toplumsal kurallardan bağımsız hareket edildiğinde kıyamet kopmadığını, gönüller bir olunca pek ala her şeyin güzel olabileceğini gösterir. Gülen Gözler’deki kızlar ise eşlerinin beş kuruşsuzluğuna da bakmadan eksiksiz bir düğün isterler. Yine de Yaşar Usta ve karısının geleneksel tavırla yetiştirdiği kızlarının buna bağlı isteklerde bulunması kötücül bir tutum sayılamaz.
“Bu evde senden gizli ne haltlar dönüyor…”
Filmde her şeye gülen ve yaşananlarla dalga geçen çırak Tuncay biz seyircileri temsil eder. Biz de kızların hallerine, Yaşar Usta’nın arkasından döndürdükleri fırıldaklara, Hikmet’e aşık iki çırağın şaşkınlıklarına güler eğleniriz. Fakat Tuncay’ın Yaşar Usta’ya “Ohoo senin düyadan haberin yok, bu evde senden gizli ne haltlar dönüyor” diye gammazladığı gerçekler aslında gülünüp geçilecek kadar hafif olmaktan çok uzaktırlar.
Gülen Gözler’deki aile iyi ve mutlu bir aile midir? Öyle görünür ama kimsenin halinden memnun olmadığı ortadadır. Kızlar babalarına bir şey kabul ettirmek için düzenbazlık peşinde koşar, anne onların isteklerini gerçekleştirmek için gizlice evi ipotek ettirmeye kadar varan çarelere başvurur. Yaşar Usta atölyesinde çalışıp dururken evde dönen dolaplardan habersizdir. Şimdi bu aileye mi mutlu aile diyeceğiz, bu aile mi gülen gözlere sahip aile?
Aile kurumu, onu oluşturan bireylerin büyük küçük ayırt edilmeksizin eşit, düzeyli, saygılı ve güven içinde hissedip yaşayacakları bir topluluk olursa değerli ve önemlidir. Bu olguların sağlanamadığı, bireylerin yalan söylediği, açık olamadıkları, korktukları ilişkilerin hüküm sürdüğü bir yapının kutsallığından bahsedilemez.
Yaşar Usta’nın toplumsal alışkanlık ve geleneklerin etkisi altında çocuklarını belli bir baskı kültürüyle yetiştirmiş olduğu çok açıktır. Bu alışkanlık ve gelenekler Türkiye’deki ailelerle yetinmemiş, toplumun tüm kurumlarına yansımıştır. Devletin bile toplum düzeni için oluşturulmuş olduğu unutulmuş, baskıcı bir baba haline getirilmiştir. Devlet babadır. Devlet kutsaldır. Oysa toplum düzeninin devamı için görevlendirilmiş memurlar olan yöneticiler kutsal falan olmadığı gibi o konuma getirilmiş olmaları yüzünden büyüklenmeleri, kendilerini daha üstün ve önemli görmeleri, bu yüzden de belli kesimleri aşağılamaları, haklarını gasp etmeleri kabul edilemez.
“Devlet Baba”nın oluşturduğu kurallardan korkulur, o ne derse doğru kabul edilir, kararlarına boyun eğilir. “Devlet bize ne yaptı?” Devlet bize korku kültürünün yetiştirdiği babaların, çocuklarına ve ailelerine yaptığını yapmıştır. Ona koşulsuz boyun eğmemizi beklemiş, “ben ne dersem o olur” demiş, bizim geleceğimizi hiçe sayarak onu kendi bildiğine göre düzenlemeye kalkmıştır.
“Devlet malı deniz, yemeyen domuz” diye aşağılık bir deyiş vardır. Bu deyiş, sorulduğunda devletin kutsallığını kabul eden ama gerçekte onunla alay edip arkasından iş çeviren, onu soyan, kendi menfaati için tüm bir toplumu hiçe sayanların tutundukları bir deyiştir. Binyıllar önce toplum yararı için kurulmuş ve başarılı olmuş bir kurum artık yöneticilerince de hiçe sayılan bir yapı halindedir. Bu yüzden de görünürde devlete sonsuz saygı beslenirken arkasından, devletin kanunlarının tam zıttı hareketler gırla gider. Devlete saygı, öğrenilmiş bir alışkanlık ve gelenek olarak kalmış haldedir.
Yaşar Usta’nın evi de bu gelenek ve “şekilde” kalmış saygının görüldüğü bir yerdir. Karısı ve kızları onu sevip sayarlar ama arkasından yapmadıklarını da bırakmazlar. Oysa türlü çeşit entrikalarla isteklerini kabul ettirmeye çalışacaklarına doğrudan babalarına söyleyebilseler, konuşabilseler, düşüncelerini tartışabilseler… Ama baba figürünün oluşturduğu korku kültürü bunu imkansız kılar. Kızlar durumlarını, isteklerini, yakınmalarını bile çoğu zaman babaya doğrudan değil anne aracılığıyla iletirler.
“Meğer her şeyimiz oymuş…”
Yaşar Usta’nın iki çırağı, ustanın kızlarından Hikmet’e tutulmuş, birbirleriyle çekişip durmaktadırlar. Bu esnada yol açtıkları zarar ziyan yüzünden ustaları onları sorguya çekerken, film boyunca her şeyle dalga geçip duran en küçük çırak Tuncay onları “Söyliyim mi?” diye gülerek tehdit eder. İkisi de bir ağızdan “Söyleme!” diye bağırırlar. Kızından hoşlandıklarını bilirse ustalarının onlara kızıp belki de döveceğini, muhtemelen de kovacağını düşünür, böyle bir şeyin onun kulağına gitmesinden ölesiye korkarlar. Oysa gerçek açığa çıktığında Yaşar Usta onlara nerdeyse hiç kızmaz. Hatta “o bize sulanıyor” dediklerinde bile, “Siz kızım hakkında nasıl konuşuyorsunuz” demez. Hemen kızını çağırtır ve yaptığı şeyden ötürü onu azarlar. İşte bu kısa sahne Gülen Gözler filminin ortaya koyduğu gerçekleri özetleyiverir. Yaşar Usta’dan yalnızca çırakları değil, ailenin tüm fertleri çekinmektedir. Haberi olmadan arkasından iş çevrilirken “Aman duymasın bizi mahveder” diye sözler duyulur ama Yaşar Usta en sonda gerçekleri öğrendiğinde -bağırıp bir kez el kaldırmaya yeltenmek dışında- hiçbirisini de mahvetmez. Göremediği gerçeklerden dolayı üzüntüsünü belli ederek evi terk etmekle yetinir. Çünkü zaten bu çekinme Yaşar Usta’nın kendinden veya hiddetinden kaynaklanmaz, öğrenilmiş korkudan kaynaklanan bir suçluluk duygusudur bu çekinme…
Kızların ve annenin babadan korkmasının nedeni, onun imajına olan tabudan ileri gelir. Baba kurallar koymuş ve “iyi ve doğru olan budur” demiştir. Buna kendisi de gönülden bağlıdır ve bu kurallara göre yaşar. Çoğu seyirci de aynı kültürden yetişmiş kişiler olarak Yaşar Usta’nın doğru ve haklı olduğunu düşünür ve uğradığı ihanete üzülür. Ama bu bir ihanet midir yoksa kriz anında ortaya çıkmış bir isyan mı?
Küçük kızlar dışında herkesin Yaşar Usta’ya saldırdığı sancılı çözülme sahnesinde Yaşar Usta, “Neyiniz eksik be?!” dediğinde kızı ismet “Neyimiz tam ki?” der. Belli ki evde yaşanan yoksunluklar kabullenilmemiş, baba korkusundan ötürü dile de getirilmemiş ve hep içe atılmıştır.
Filmin başındaki bir sahnede bir gece anne ve kızları birlikte çakır keyif şarkı söyleyerek eğlenip gülüşmektedirler. Birlikte son derece mutlularken birden içeri “Kesin gürültüyü!” diyerek Yaşar Usta girer. Kızları hemen içtikleri likörü saklarken Fikret az önce söyledikleri şarkıya ithafen babasını kastederek “Geldi beterin beteri” der. Kızların babalarına duydukları derin memnunsuzluk daha bu sahneden açıkça görülür. Ama işte çözülme sahnesinde her şey en acımasız haliyle ortaya serilir. Ortada annelerinden kaynaklanan çok ciddi bir yanlış vardır elbette ama bunu yalnızca çocuklarını mutlu edebilmek için yapmıştır, babalarına kalsa bu mutlulukların gerçekleşmesi mümkün değildir. Fikret’in Vecihi’yle birlikte olamaması bunun en canlı kanıtıdır.
Kızlar yoksunluklarından başka aslında Yaşar Usta’nın -bilinçli olmasa da- evde kurmuş olduğu korku kültürüne isyan etmektedirler. Bunu ifade etmek içinse onun yetersizliğiyle ilgili saldırgan ve acımasız sözler kullanmayı seçerler. Fakat anlatmak istedikleri Yaşar Usta için yeterince açıktır. Ailesinin mutlu mesut yaşayıp gittiğini sanırken, durumun hiç de öyle olmadığını görür. Yanına en küçük kızı Hasret’i de alarak arkadaşının evine gittiğinde ailesine hiç kızgın değildir. Onun arkasından iş çevirmeleri, sayısız yalanlar söylemeleri, dışlamaları ve en son itiraf ettikleri şeyler, evdeki yanlış olan şeyi ona göstermiştir. Bu yanlışlıksa ne yazık ki kendisinden kaynaklanmaktadır…
Yaşananlardan sonra Nezaket ve kızları büyük bir pişmanlık yaşarlar. Her şeye karşın, ettikleri sözlerdeki nankörlük tartışılmazdır çünkü yaşadıkları sıkıntıları yaratan Yaşar Usta değildir, o yalnızca asıl sorunlu olan toplum yapısının bir üyesidir. Ama kızların “Meğer her şeyimiz oymuş” sözleriyle film, onları baba imajının dokunulmaz kutsallığına yine boyun eğdirir. Kızları, damatları ve karısı ondan özür dilemeye geldikten sonra Yaşar Usta evine döner. Kızları ona -hafif de yapmacıklık barındıran bir özenle- hizmet edip saygılı davranmaya başlarlar. Fakat neyse ki Yaşar Usta da değişime uğramıştır. Yaşar Usta’nın değişimi, Fikret’le Vecihi’nin birlikteliğini onaylamasıyla görünür olur. Şimdiye kadar uçağıyla evi sallıyor diye geri çevirdiği Vecihi’yi, bu sefer uçakla salona dalıp evi yerle bir etmesine rağmen kabullenir. Yaşar Usta’nın bu kabullenmeyi, Vecihi evin borcunu ödedi diye yaptığını düşünmek karaktere büyük haksızlık olacaktır. Yaşar Usta kızının sevdiği kişiye saygı göstermek zorunda olduğunu, onun kızlarının ilişkilerini belirleme ve yönlendirme gibi bir görevi olmadığını, şimdiye kadar uyguladığı bu yöntem yüzünden nerdeyse ailesini kaybedecek olduğunu çoktan anlamıştır.
Otoriter babanın imajı günümüzde yok olmak üzeredir. Çünkü bu imaj ondan korkmayı, ondan habersiz işler yapmamızı; sevdiğimiz bir kimse olduğunu, içki/sigara içtiğimizi, notlarımızın kötü olduğunu ondan saklamayı gerektirir. Ama bu sahteliklerin günü kurtarmaktan başka bir işe yaramadığı apaçıktır. Baba otoritesinin katılığı yumuşadığında, aile kurumu yalansız, samimi, çağdaş ve insan haklarına saygılı bir ortama dönüşür. “Gülen Gözler” “Bizim Aile” haline gelmedikçe çekirdek ailenin kutsallığı düşüncesi yıkılmaya mahkum kalacaktır.