Japon usülü Walking Dead

blankKonu mangada korku eserleri dendiğinde Junji Ito adına rastgelmemek mümkün değil. Asıl şöhretini sinemaya da uyarlanan Uzumaki serisi ile kazanan yetenekli sanatçının 2000’lerin başında yayınlanan sıradışı hikayesi Gyo, bir on senenin ardından uzun metraj anime olarak seyircisiyle buluşma fırsatı yakaladı. Yeryüzünün en garip istila hikayelerinden birini anlatan Gyo: Tokyo Fish Attack, başarılı bir uyarlama olamasa da,  yetmiş dakikalık süresi düşünüldüğünde seyrini kayıp saymayacağım bir anime.

Kaori, Erika ve Aki; mezuniyetlerini kutlamak için küçük bir tatil köyüne gitmeye karar veren üç arkadaştır. Üç genç kadın küçük kulübelerine taşındıkları ilk akşam çok hızlı ve fazlasıyla kötü kokan küçük bir yaratığın saldırısına uğrarlar. Kaori kısa bir kovalamacanın ardından yaratığı dolabın arkasında sıkıştırıp ezmeyi başarır. Üç arkadaş yaratığı incelemek için dolabı kaldırdıklarında ise büyük bir dehşet verici bir sahne ile karşılaşırlar. Şans eseri öldürmeyi başardıkları şey ilk bakışta bir balığa benzemektedir, ancak karnında altı adet örümcek bacağına sahiptir. Kaori yaratığın cesedini bir torbaya koyup çöpe atar ve herkes hayatına devam etmeye karar verir. Ancak kimsenin bilmediği,garip yaratık, okyanustan karaya tek başına gelmediğidir. Başta Tokyo olmak üzere tüm dünya büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.

Gyo hakkında konuşmak için öncelikle Junji Ito hakkında birkaç cümle sarf etmek gerek. Ito, korku alanında manga sanatına pek çok getirisi olmuş bir isim. Küçük bir sahil kasabasında insanların spirallere karşı geliştirdiği takıntıyı konu alan Uzumaki’nin yanında, lanetli bir liseli kızın maceralarını anlatan Tomie de dokuz filmlik bir seri olarak beyazperdede yerini almış durumda. Ito’nun sanatını beyazperdeye bu kadar yatkın kılansa, bana kalırsa sanatçının hikayeciliğinden çok tamamen kendine has tasarımları. Uzumaki’nin hikayesini hatırlamayabilirsiniz ama kitaptaki grotesk tasvirleri hafızanızdan kısa zamanda silmenize imkan yok. Zira Gyo: Tokyo Fish Attack da hikaye olarak seyirciyi tatmin edemeyecek, öte yandan “zombi balık” tasarımları ile de akıllardan kolay çıkmayacak bir yapım. Zombi köpekbalıklarının ortalığı yıkışı, zombi ahtapotların vantuzlarıyla insanlara saldırışı, sonlara doğru kendini gösteren sirk sahnesi… Gerçekten bazı açılardan Ito’nun neden bir hayran kitlesi olduğunu insan bu sahneler sayesinde çok net anlayabiliyor.

blank

Öte yandan projenin arkasındaki şirket olan Ufotable’ın, Ito’nun orijinal hikayesindeki karakterleri neden baştan aşağı değiştirdiği ise ayrı bir merak konusu. Kitap ve anime aynı genç çifti hikayesinin odağına alırken, bir eser kadın karakter Kaori’yi, diğeri ise Tadashi’yi protagonist seçiyor. Başlangıçta zekice bir hamle gibi gözükse de yapılan seçimin hikayeye pek de faydası olmamakta. Kitapta Kaori ve Tadashi balık saldırısından birlikte kaçmaya çalışırken filmde Kaori, sevgilisi Tadashi’ye ulaşmak için Tokyo sokaklarında zorlu bir yolculuğa çıkıyor. Ancak bu yolculukta yalnız değil, yolda tanıştığı genç bir fotoğrafçı ona eşlik ediyor. Hal böyle olunca gene kitaptakine benzer bir şekilde, hayatta kalmaya çabalayan genç bir çiftin hikayesini seyreder buluyoruz kendimizi. Tek fark olarak başrol erkeği değişmiş oluyor, ki bu değişim de sadece görsel seviyede, ortada karakterin farklılığına dair çok da ipucu bulunmamakta. Belli ki Ufotable, olayı sırf hayatta kalma hikayesinden çıkarıp Kaori’nin Tadashi için mücadele verdiği bir  “sevdiğine kavuşma” romantizmine bağlamak istemiş ama başladığı noktadan çok da uzağa gidememiş. Bunun yanında mangada bulunmayıp sırf anime için yaratılmış Erika ve Aki karakterleri de çok inandırıcılık barındırmamakta. Erika’nın ilk ciddi balık saldırısından önce ve sonra grup seks yapmasını da muhtemelen hikayeye renk katalım diye düşündüler, pek anlam ifade ettiğini söyleyemeyeceğim.

Senaryodaki tüm peynir deliklerine rağmen Gyo’yu bir vakit kaybı olmaktan çıkaran, filmin daha evvel de bahsettiğim görselliği. Tokyo sokaklarında altı ayaklı balıkların gezinişi gerçekten çok heyecan verici dakikalar sunabiliyor. Seyrettiğiniz filmi Asylum stüdyolarının sayısız canavar filminden biri, sadece kendini biraz fazla ciddiye alan bir örneği gibi düşünürseniz Gyo’dan keyif alabilirsiniz.

İlginç yaratık tasarımlarına meraklıysanız ve biraz Cthulhu çok fazla Walking Dead formüllü sıradışı bir şeyler denemek istiyorsanız Gyo: Tokyo Fish Attack seyredilebilir bir film. Gene de imkanınız varsa Gyo’nun filmini değil de mangasını bulmanızı tavsiye ederim, anlatılmak istenen çaresizlik hissi kitapta çok daha başarılı bir şekilde verilmiş. Ufotable filmi biraz daha uzun tutsa ya da gereksiz yan hikayelerle kısıtlı süresini harcamasa Gyo belki iyi bir korku animesi bile olabilirdi. Şimdi sadece “Junji Ito meraklılarına” diyebiliyorum.

Yigilante Kocagöz

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Laputa Castle In The Sky (1986)

Hayao Miyazaki imzalı efsanevi anime Laputa Castle In The Sky,
blank

Vampire Hunter D: Bloodlust (2000)

Vampire Hunter D: Bloodlust, VHD’nin devamı ve 15 yıl sonra