“Biz kalpazan değiliz!.. Biz hilekar, sahtekar değiliz!.. Biz biziz!”
‘Hababam Sınıfı’ kitabından
Hababam sınıfının öğrencileri, yıllarca güya onları eğitmek amacıyla başlarında duran baskıcı otoriteye karşı durdular. Otorite ne derse tam tersini yaptılar. Çalışkan olun dendi tembel oldular, okuldan kaçmayın dendi kaçtılar, kopya çekmeyin dendi çektiler. Yararsızlığını, kendilerine kötülüğünü bile bile sorumsuz, tembel, haylaz, bazen düzenbaz oldular. Yalnızca kendi içlerinde oluşturdukları otorite ve kurallara boyun eğip, başkaları karşısında kenetlenerek bir oldular.
Öteki Sinema için yazan Murat Kirisci
Hababam Sınıfı önce haftalık olarak yayınlanan kısa maceralar halinde, ardından kitap, tiyatro oyunu, müzikal ve sinema filmi olarak var oldu. Bunların hemen hemen tümü de çok sevildi ama Hababam Sınıfı deyince çoğunluğun aklına ilk gelecek olan 70’li yıllardaki sinema filmleridir. 40 yıldır etkisinden çok bir şey yitirmeyen bu filmler 2012 yılında restore edildi ve halen televizyonda gösterildiğinde en çok izlenen yapımlardan olmaktadır…
HABABAM SINIFI’NIN KÖKLERİ
Hababam Sınıfı’nın tiyatro oyunları ve filmlerinden bahsedilirken “Rıfat Ilgaz’ın aynı adlı romanından uyarlanmıştır” denir ama aslında bu kitap bir roman değildir. Ilgaz’ın 1956 yılında Dolmuş dergisinde yazdığı 75 kısa hikayeden oluşur. Bu kısa maceralar belli bir kronolojik sıra izliyor gibi görünse de nerdeyse her biri karakterleri aynı olan birbirinden bağımsız öykülerdir.
Rıfat Ilgaz Hababam Sınıfı maceralarını yazarken kendi okuduğu öğretmen okulundan, öğretmenlik yaptığı okullardan, arkadaşlarının anlattığı okul maceralarından, kendi çocuklarının her gün okulda yaşadıkları olaylardan yararlandığını söylemiştir. Yani Hababam Sınıfı’nı yazarken gerçekte var olmuş tek bir sınıftan değil 20 yıllık bir süreçte çeşitli okullarda yaşanmış olaylardan esinlenmiştir. Bu durum kitaptaki maceraların geçtiği zaman dilimleri arasındaki bazı tutarsızlıklardan da anlaşılabilir. Bazı maceralar 50’li yıllarda veya yakın geçmişte yaşanmış gibi anlatılırken bazı bölümlerde öğrencilerin Greta Garbo filmine gittiklerinden, bir öğretmenlerinin karısını Marlene Dietrich’e benzettiklerinden bahsedilir. Bir yerde “Bütün tıp olaylarının örneklerinin hep Almanya’dan verildiği Hitler Dönemini yaşıyorduk.” diye bir cümle geçer. Fakat açıkça bu maceralar, yazıldığı 50’li yıllardaki, Demokrat Parti’nin baskıcı yönetimine bir eleştiridir. Rıfat Ilgaz, “Hababam Sınıfı’nda üç şeyin yergisi yapılmıştır: Kopyanın, ezberin, uydurma saygının… Benim mizahım düşündürmeye dayanır. ‘Hababam Sınıfı’nda bize yakışmayan eğitimsel şeylerin yergisini yapıyorum.” dese de anlatılan öyküler ve olgular, o günlerin sosyal, siyasi, ekonomik ortamını açıkça yansıtır.
Baskı rejimini temsil eden başta okul müdürü ve onun yardımcısı olan Kel Mahmut’tur. Kitapta evli olan Kel Mahmut, camı kırdıkları için öğrencilerin okulda futbol oynamasını yasaklayan, deprem tehlikesinde bile öğrencilerin okulu terketmesine izin vermeyen despot biridir. Bulunduğu konumun avantajlarından yararlanmasını da bilir. Örneğin okulun bahçesindeki eriklere hiçbir öğrencinin dokunmasına izin vermezken, bir gece hademeye erikleri toplatıp bir sepetini kendi evine, 2 sepetini de müdürün evine yollatır. Bir kısım eriği onlardan araklamaya yeltenen Güdük Necmi’yi gece vakti kovalar. Kel Mahmut ancak kitabın sonlarına doğru yumuşayarak Hababam’dan yana tavır alan bir karaktere bürünür. Baskıcı ve despot yönetimi Müdür devam ettirir. Eski bir emniyet müdürü olan Müdür, Hababam sınıfına asıl baskı uygulayan otorite temsilidir. Yatakhane, revir, hamam ve dışarısı için ayrı renklerde izin kağıdı bastıran ve bu kağıtlar olmadan belirtilen yerlere girilmesini yasaklayan müdürü bütün sınıf “Hitler kafalı” diye anar. Öğrencilerden Çolak Hamdi şöyle der: “Başa çıkılmaz bu müdürle. Herif Doğu’da emniyet müdürlüğü yapmış, okulu cezaevine çevirdi be! Bütün parmaklıklar, bodrum pencereleri vıcık vıcık katran! Geçebilirsen geç! Kuş uçurtmuyor valla…” ‘Bir Yüzleştirme’ hikayesinde bir kıza laf attıkları şüphesiyle tüm sınıfı karakoldaymış gibi sıraya dizip teşhir eder. Müdürün acımasızlığı en çok ‘Kantin Simidi’ bölümünde ortaya çıkar. Okula koyulan simit tablasından simit çalındığını düşünen müdür, Hababam Sınıfı’nı toplayıp onlara şu dersi verir: “Diyelim ki aç kaldınız, paranız yok… namuslu insan ne yapar onu bilmeniz gerek! Namuslu insan sıkar dişini, kemerini de sıkar, nefsini de köreltmeye çalışır. Değil tabladan simit çalmak… simitin kokusunu alıp nefsinin uyanmaması için burnunun deliğini bile tıkar.”
Hababam Sınıfı’nın içinde bulunduğu koşullar ve ona dayatılan eğitim sisteminin durumu da içler acısıdır; öğrencilere çıkan yemekler her zaman sıradandır. Okulda Hababam’ın en sevdiği tatlı olan tulumba yiyebilmek büyük bir lükstür. Kalaysız kazanlarda yapılan yemeklerden zehirlenmeler olur. Öğrenci yemekleri yalnızca müfettiş geleceği zaman kaliteli çıkar.
Derslerde kullanılmak üzere, öğrencilerin incelemesi için okullara verilen haritalar, eskiyip yıpranmasınlar diye depodan yalnızca müfettiş geleceği zaman çıkarılır. Öğrencilerin uygulayarak öğrenmeleri için var olan deney tüplerine dokunmalarına bile izin verilmez.
Öğrenmek değil, sınıf geçmek önemlidir. Kel Mahmut bir öğrenciyi sözlüye kaldırırken şöyle der, “Daha önce 8 almış, paçayı kurtarmışsın…” Ama biliyoruz ki öğrenciye 8 vermiş olmak ona dersi öğretebilmiş olmak anlamına gelmez.
Hababam Sınıfı, haftalık olarak yayınlanan maceralardan oluştuğundan her bölümün kahramanı değişir. Ama en çok öne çıkan karakter Tulum Hayri’dir. Sınıfın en cüsseli ve en sözü geçer öğrencisi olan Tulum, bu özelliklerinin de etkisiyle sınıfın başkanıdır. Yatakhanenin en güzel köşesinde onun yatağı vardır. Sınıfın aldığı kararlarda son söz hep ondadır. Sınıfın futbol takımının da kaptanıdır Tulum Hayri. Hababam Sınıfı mevcudu, bu duruma uyum sağlamış gibi görünür ve yeni gelen öğrencilerin Tulum’la güç yarışına girmeye kalkmaları dışında bir sorun çıkmaz. Tulum pek çok macerada sık sık kendisinin seçimle sınıfın başına geldiğini vurgular durur. Ama ‘edebiyat bölümü’ başlıklı, okulda yeni öğretim döneminin başladığını duyuran yazıda şöyle denir: “Yeni müdürün zart zurtları Kel Mahmut’un her gün biraz daha hızını kırarken, Tulum Hayri tam tersine her gün biraz daha güçlenip bir lider gibi sivrilmekte… bütün baskı rejimlerinde olduğu gibi…” Bu ifadeden Tulum Hayri’nin sınıftakilerin biraz da zorunlu oylarıyla başkan olduğu, ona karşı çıkılamadığından Hababam Sınıfı’nı temsil yetkisi verildiği düşünülebilir.
Hababam Sınıfı kitabındaki öyküler eğitim sistemi ve hükümetin uygulamalarını, bazen açıkça bazen de gizliden eleştirir. Bazı hikayelerse yalnızca Hababam’ın yaptığı bir yaramazlığın veya başına gelen bir olayın doğrudan anlatımından ibarettir. Eleştiri ve taşlama içerikli hikayeler kitabın sonlarına doğru yoğunlaşır. Rıfat Ilgaz’ın Dolmuş’taki haftalık yazılarına, ilk başta haylaz bir sınıfın maceraları olarak başladığı ve sonradan anlatımını giderek zenginleştirdiği söylenebilir. Kitabın son hikayesinde artık Hababam Sınıfı sanki siyasi bir kurum/figür olmuş, sisteme karşı direnişin neferleri haline gelmiştir. Okul dışında karıştıkları bir kavga bahane edilerek hepsi Anadolu’daki farklı liselere sürgün edilirler: “Hababam Sınıfının genel merkezi işte böylece kapatılmış oluyordu. Genel merkez kapatılmıştı; ama Anadolu’nun bütün liselerinde teker teker Hababam Sınıfının şubeleri açılmıştı.”
HABABAM SINIFI TİYATRODA
Rıfat Ilgaz daha sonra eserini tiyatroya uyarladı ve Ulvi Uraz Tiyatrosu 1966’da Hababam Sınıfı’nı sahneye koydu. Oyunun kadrosunda Zeki Alasya, Metin Akpınar, Ercan Yazgan, Ahmet Gülhan, Ali Yalaz, Ulvi Uraz, Zihni Küçümen ve Suzan Uztan yer almıştı. Suzan Uztan bu oyunda İnek Şaban’ı oynamıştır. Yıllar sonra verdiği bir röportajda bu rolü şöyle anlatır: “Ulvi Uraz bir gün gelip yeni bir oyuna başlayacaklarını, oyunda bana da bir erkek rolü vereceğini söyleyince şaşırdım.(…) Hababam Sınıfı’nı çok duymuştum ama henüz okumamıştım. Ulvi Uraz’a ‘Ben yok olurum. Mahfolurum. Bu rolü kabul etmiyorum’ dedim. O da ısrarla ‘Hayır. Sen bu işi yapacaksın.’ dedi. İnek Şaban rolü böylece benim olmuştu.(…) Rıfat Ilgaz, İnek Şaban’ı oynayacağımı duyunca beni veto etmiş. Israrlar üzerine de oyunumu izlemeye karar vermiş.(…) İlk oyun müthiş alkış almıştı. Rıfat Ilgaz oyundan sonra sahneye fırlayıp beni kucakladı. ‘Suzan, bu oyunun yıldızı sensin!’ dedi. Mutluluğumu tarif etmem imkansızdı o an… Oyun çok büyük bir başarı kazandı. Hiçbir izleyici anlayamadı İnek Şaban’ı bir kadının oynadığını. Daha sonra basına yansıyınca öğrendiler.”
Bu oyunun büyük beğeni toplamasının ardından Rıfat Ilgaz 1971’de başka Hababam Sınıfı oyunları da yazmıştır. Ama bunlar yeni Hababam Sınıfı maceraları değil, kitaptaki var olan hikayelerin uyarlamalarıdır. Yalnızca birkaç yeni macera barındırırlar. Yeni maceralar da aslında kitaptaki anlatım ve karakterlerden uzak eklemelerdir. “Hababam Sınıfı Baskında” oyununun sonunda hırsızlık yaparken yakalanan müdürün Hababam Sınfı’na silah çektiği, Tulum Hayri ve Çolak Hamdi’nin onun elinden silahı kaptığı(!) bir sahne bile yer alır. Bu oyunlardaki doğrudan beylik mesaj verme kaygısı, kitabına göre görünür şekilde fazladır. Normalde, ezberci eğitimin sonuçlarını yermek için yaratılmış bir karakter olan, bilmek için değil sorulduğunda söylemek için ezberleyen, öğretmenlerinin yalakası, ‘Kel Mahmut’un gözdesi’ olan İnek Şaban, bu oyunlardan birinde müdüre, okulda yanlış giden bir şeyler olduğunu açıklarken bir şaire dönüşür: “Bütün edebiyat kitabını ezberledim. İçinde düşmanlık, suçlamak, yasaklamak üzerine her şey var. Dostluk, sevgi üzerine tek satır yok. Öğretmenlerimin hepsi için dilim varmıyor kötü demeye. Ama bazı geceler uykum kaçıyor da düşünüyorum. Ne işim var burda benim diye. Tek başıma sanıyorum kendimi. Yalnızlıktan korkuyorum.”
HABABAM SINIFI SİNEMADA
Kitap ve oyunlarının gördüğü ilgiden sonra Türk Sinemasının Hababam Sınıfı’na kayıtsız kalması düşünülemezdi. Fakat, bu kadar popüler olmuş bir eser 1974’e kadar sinemaya uyarlanamamıştır. 1966’da Ulvi Uraz Tiyatrosunda sahnelenen oyunun aylarca kapalı gişe oynaması üzerine sinema filmi için ilk girişimler başladı. Rıfat Ilgaz, eserin sinema hakkını Atıf Yılmaz’la Orhan Günşiray’ın sahibi olduğu Yerli Film’e sattı. Filmde, tiyatro oyunundaki kadronun yer alması düşünülüyordu. Hababam Sınıfı’nın, izleyicileri tarafından en çok aranılan oyuncusu olan Suzan Uztan da yine İnek Şaban rolünde olacaktı. Ama Atıf Yılmaz’ın çekmeye hazırlandığı senaryoya izin çıkmadı. Sansür Kurulunda “Öğretmene ‘Kel’ denmez” diyen bir üyenin karşı çıkması üzerine senaryo sansürden geçemedi ve proje bir süreliğine rafa kalktı.
Ertem Eğilmez daha sonra, Ilgaz’dan film hakkını 15 bin liraya satın aldı ve Hababam Sınıfı filminin bu seferki senaryosunu o güne kadar birkaç tiyatro oyunu ve 2 film senaryosu yazmış olan Umur Bugay’a emanet etti. Bugay şöyle anlatıyor: “Bir gün beni Halit Akçatepe, Arzu Film’e çağırdı. Yavuz Turgul da oradaydı. Ertem Eğilmez müthiş bir kadro kurmuştu. Münir Özkul, Şener Şen, Kemal Sunal ilk aklıma gelenler… Ertem abi Hababam Sınıfı serisinin sinema yapım haklarını satın almıştı. Yıllardır yapmayı düşünüyormuş. Senaryoyu benim yazmamı istiyordu.”
Yeni senaryoda Atıf Yılmaz’ın daha önceki sansür kurulu deneyimi de dikkate alındı ve ‘Kel Mahmut’ ismi ‘Mahmut Hoca’ ile değiştirilerek sansürden sorunsuz geçmesi sağlandı. Umur Bugay zaman zaman Ertem Eğilmez’le ve ekibin diğer üyeleriyle de işbirliği içinde senaryoyu tamamladı. Aktardığına göre lisede Hababam Sınıfı’nı bizzat yaşamış olan Kemal Sunal senaryoya katkısını şöyle anlatır: “Orta ve lise öğrenimimi Vefa Lisesi’nde tamamladım. Bir ara, Lise’nin en eski adamıydım. Çünkü her sınıfı iki senede geçtim. Bir tek yıl, kalmadan geçebildim. Ama bu, benim tembelliğimden, salaklığımdan ileri gelen bir şey değildi. 15-20 kişilik bir grubumuz vardı. Beraber geçiyorduk, beraber kalıyorduk. Anlaşmış bir gruptu. Bir nevi haylazlıktı tabi… bizim sınıfımız enteresandı. ‘Edebiyat-A’ dedin mi, dur. Her ders sonunda, teneffüs zili çaldığında tuvalete gidip sigara içerdik. Öteki ufak sınıflarda okuyanlar, tuvalette etrafımızı çevrelerdi. Bir hadise oldu mu, bir şey yaptık mı, bir komik durum var mı diye beklerlerdi. En çok da bunu benden beklerlerdi… Bizim Vefa Lisesi’ndeki bazı şakalarımızı ‘Hababam Sınıfı’ filmlerimize getirdik.”
Umur Bugay belli ki Ertem Eğilmez’in de yönlendirmesiyle, senaryoyu hazırlarken kitaptaki siyasi referanslardan arındırmıştır. Parasız yatılı okuyan Hababam Sınıfı öğrencileri gitmiş, aileleri her ay okul taksitini düzenli yatıran özel okul öğrencileri gelmiştir. Bunun, sansür kurulunun filmdeki olayların bir devlet okulunda gerçekleşemeyeceği hükmüyle filmi yasaklamasının önüne geçmek için yapıldığı açıktır. “Öğretmene ‘kel’ denmez”, “Türk köylüsü yalınayak dolaşmaz”, “Vatan topraklarında cılız başak yetişmez” diyerek film yasaklayan vatanperver sansür kurullarının, filmdeki öğrencilerin varlığını da reddeceğini kestirmek zor değildir. Fakat sansürden kurtulmak için benimsenen yol, hikayenin ana fikrini yok etmiştir. Okulun özel okula, öğrencilerin zengin çocuklarına çevrilmesi, artık istense de toplumsal bir anlatım oluşturmaya engel olmuştur. Bu yüzden de Hababam Sınıfı’nda okuyan bu zengin çocukları, hiç zengin gösterilmezler. Konuşma, davranış ve giyim kuşamlarıyla sanki parasız yatılı okuyorlarmış izlenimi verilir.
Müdür her öğrenciden 9000 lira alındığı ama bunun masrafları karşılamadığından yakınır. Velileri de çocuklarla ilgilenmemekle suçlar: “Ana babaları, atıp başımıza gidiyorlar.” Böylece Hababam Sınıfı, ailelerinin istenmeyen çocukları pozisyonuna sokularak onlara ayrıca sempati beslememiz amaçlanır. Rıfat Ilgaz eseri senaryoya aktarılırken yapılan bu temel değişiklik hakkında şöyle der: “Rejisörle işbirliği ederek birinci Hababam Sınıfı filminde (gerçekte devam filmindedir bahsettiği bu sahne) öğrenci velilerini karşısına alıp onlara ‘Bütün suç sizde. Bu çocukları siz bu hale getirdiniz!’ diye çıkışmasına ne buyrulurdu eğitimci Özkul’un? Bu muydu yatılı okulun eğitim ilkesi? Analarından babalarından koparılıp okula kapatılmış sahipsiz öğrencilerin velileri, ancak bu denli haksız mesajlarla suçlanabilirdi! Analar babalar neden suçlu olsundu? Oysa benim konu olarak ele aldığım Hababam Sınıfı’nın hemen tüm öğrencisi ya öksüz yurtlarından gelmeydi ya da kimsesiz halk çocuklarıydılar… Ben bile memur babamın ölümü üzerine gitmiştim muallim mektebine. Yani konu olarak ele aldığım Hababam Sınıfı’na… Şu acayipliğe bakın ki yeşilçamlı yönetmen, benim ağzımdan babamı suçluyordu, kendi yaratıcılığını taçlandırmak için.”
Yaptığı ana tema değişikliğinin eksilerini aşmaya çalışan filmde, belki bu nedenlerin de etkisiyle kitaptaki 75 maceradan yalnızca 6 tanesi kullanılmış, filmin kalanı için; bilgi yarışması, IV. Kel Mahmut oyunu, Damat Ferit’in bebeği, yılsonu müsameresi gibi özgün bölümler yazılmıştır.
Senaryo dilinin farklılığından dolayı edebiyat uyarlamaları, referans aldığı eserden farklı olmak zorundadır. Aslen bu ayrılık ‘ilk eser’i sevenlerce kötülense de aslında yeni bir eser oluşturmanın gerekliliği olarak görülmelidir. Çünkü iki sanatsal dil arasındaki fark bu ayrımı zorunlu kılar. Hababam Sınıfı filmi de senaryo yazılırken bu farklardan nasibini alıp yeni bir eser haline gelmiştir. Yeni eserdeki değişiklik; eğitim sistemindeki çarpıklıklar ve baskı yönetimi eleştirisi yerine, idealist bir öğretmenin hayta öğrencileri hizaya getirmesi olarak aktarılan, sıradan bir kahraman öğretmen anlatısı olmasıdır.
HABABAM SINIFI MAHMUT HOCA’YA KARŞI
Film, önce Hababam Sınıfı öğrencilerini tanıtıp sevdirir, öğrencilerin haylazlıkları, kötü şakaları, tembellikleri ve öğretmenlerine kök söktürmeleri seyirciyi eğlendirir. Buranın bir özel okul olduğu ama yine de yokluklar içinde eğitimin devam ettirildiği söylenir. Öğretmenler yaşlı ve artık öğretmenlik yapmaya uygun değillerdir. Bunun nedeni de genç öğretmenlere verebilecek kadar para olmamasıdır. Bu yaşlı öğretmenler de emekli maaşları geçimlerine yetmediği için burada öğretmenliğe devam etmektedirler. Filmin tek tük politik eleştirilerinden biridir bu. Ayrıca tüm okuldaki bu fakir görünüm, özel okul olgusunu devlet okuluyla bir görmemize de yardımcı olur. Hababam Sınıfı’nın bu öğretmenlerin öğretme yetersizlikleriyle dalga geçmeleri ahlaken yanlış bulunur. Mahmut Hoca gözleri iyi görmeyen Âkil hocaya sahte müfettiş oyunu oynayan Güdük Necmi’ye nasihat verirken, “Gülmek eğlenmek hakkınız ama bir insanın zaaflarından yaralanarak onu küçük düşürmeye hakkınız yok!” der. Fakat filmin başındaki sahnede kulakları işitmeyen Coğrafya öğretmeni Vak Vak Rıza, sınıfta sorduğu sorulara yalan yanlış cevap veren öğrencilere aferin derken, doğru cevap veren sınıfın tek çalışkan öğrencisi Boncuk’u “Maç anlatmaya utanmıyor musun?!” diye azarlar. Öğretmeni zaafları yüzünden küçük düşürmek kötüdür ama aynı zaaflar tarafından cezalandırılmak komik bulunup onaylanır. Senaryodaki bu tutumun dayanağını aramak sonuçsuz kalır.
Giriş bölümünün ardından Hababam Sınıfı’nın koşulsuz üstünlüğüne son verecek olan Kel Mahmut okula gelir ve bu öğrencilerle amansız bir mücadeleye girişir. Onu önceden tanıyan öğretmen arkadaşı, Mahmut’un sert biri olmadığını söylemiştir. Mahmut Hoca okula girdiğinde bahçede futbol oynamakta olan Hababam Sınıfı’nın arasından itile kakıla ilerler. Böylece Hababam Sınıfı’na kök söktürecek olan bu adamı önce zayıf zannedip sonradan şaşırmamız beklenir.
Mahmut Hoca, Hababam Sınıfı’yla ilk dersinde onlara gözdağı verir. Koyduğu yasaklara uyulmadığı takdirde ‘canlarını yakacağını’ söyler. Günümüzdeki eğitim etiğine asla uymayan bu söyleme Hababam sınıfının verdiği karşılık dalga geçmek olur. Baskıcı ve despot yönetimler karşısında toplumun zeki bireylerinin yönetime aynı dille karşılık vermek yerine öncelikle mizahı kullanmaları gibi, Hababam Sınıfı da tuvalette Mahmut Hoca’yı taklit ederek onunla dalga geçer.
Hababam Sınıfı’nın zekasına hakaret sayılabilecek bazı sahneler de mevcuttur. Okuldan kaçmak için okulun taş örme duvarında kazmayla saatlerce delik açmaya(!) kalkar, hemen dibindeki ağaca tırmanarak duvarı aşmayı düşünemezler. Bunun üstüne bir de ilerleyen sahnelerde Damat Ferit’in, Güdük’ün yardımıyla duvara tırmanıp üzerinden atlayarak kolayca kaçışı gösterilir.
Karşılıklı hamleler şeklinde ilerleyen gelişme bölümünde Kel Mahmut ve Hababam Sınıfı arasında bir sevgi saygı ilişkisi kurulmaya başlar. İlk yakınlaşma filmin ortalarına doğru bir kahvaltı sahnesinde olur. Hababam sınıfı, onları birkaç kez yakalamış ve cezalandırmış olan düşmanlarını artık ciddiye almışlardır ve onu tanımak üzere sorular sorarlar. Neden hep okulda kaldığını, evinin, bir eşinin olup olmadığını sorarlar. Mahmut Hoca öğrencileri için didinmekten evlenmeye fırsat olmadığını anlatır. Mahmut Hoca’nın bu vefakarlığı, tatlı sertliği seyirciler gibi Hababam Sınıfı’nı da yumuşatmaya başlamıştır. Başka karşılıklı çekişmeler, kovalama ve yakalamalardan sonra, Boncuk karakterinin okul taksitini ödeyerek okulda kalmasını sağlayan Mahmut Hoca bu hareketiyle artık Hababam’ın takdirini tamamen kazanmıştır.
Müsamere bölümü, orta oyunundaki bitişten önceki fasıl bölümünü andırır. Bu sahnenin sonunda Kel Mahmut Damat Ferit’i korumak adına müdüre karşı gelir ve tartışma esnasında kriz geçirerek hastaneye yatırılır. Onu ziyarete gelen Hababam Sınıfı, diplomalarını da getirmişlerdir. Sonuçta, Hababam Sınıfı – Kel Mahmut karşılaşmasını Kel Mahmut kazanmıştır. Hababam Sınıfı artık Hababam Sınıfı değildir, hepsi de mezun olmayı başarmışlardır. Sayısız bir öğrenci kitlesi Mahmut Hoca’nın zaferini kutlarcasına, onun adını haykırarak tezahürat ederken film sona erer.
Böylece filmin anlattığı, öğretmenlerin anlayışlı ve idealist yaklaşımlarıyla tüm öğrencilerin, kim olurlarsa olsunlar ne hata işlerlerse işlesinler yola getirilebileceği, vatana millete hayırlı bir vatandaş olarak hayata katılabilecekleridir. Bunu başarmanın ödülü de yıllar sonra karşılaşılan başarılı öğrenciler ve halkın tezahüratlı teşekkürü olacaktır.
ÖĞRENCİLER VE OYUNCULAR
Ertem Eğilmez, filmde oynayacak kadroya yalnızca birkaç profesyonel oyuncu almış, kadronun gerisini gazete ilanıyla bulunan amatör oyuncular arasından seçmişti. Bu aynı zamanda bir yapımcı olan Eğilmez için kazançlı da bir karardı. Filmde bu ‘öğrenci’ oyuncuların amatör heyecanlarının, oyunlarına ve sahnelerdeki dinamizme yansımış olduğu açıkça görülür. Onları rollerine hazırlamakta Ertem Eğilmez’e Halit Akçatepe’nin yardım ettiği anlaşılıyor. Bu amatör oyuncular, sette en büyük yardımcılarının Halit Akçatepe olduğunu, oyunculuk hakkında onlara ipuçları verdiğini, onları motive ettiğini ve sorunlarını dinlediğini söylemişlerdir.
Hababam sınıfının profesyonel öğrencileri ise Tarık Akan, Kemal Sunal ve Halit Akçatepe’dir. Bu üç oyuncunun filmdeki karakterlerinden yalnızca Halit Akçatepe’nin canlandırdığı Güdük Necmi kitaptaki karakterle örtüşür. Tarık Akan’ın canlandırdığı Damat Ferit, yalnızca film için yaratılmış, kitabında var olmayan bir karakterdir. Türk Sinemasında özellikle 60-70’li yıllarda, tanınmamış oyuncuların bir araya geldiği bir filmi sinemaların kabul etmesi zordu. Dolayısıyla Hababam Sınıfı’na da bir yakışıklı karakter uydurulmuş ve ‘sınıfın jönü Damat Ferit’ olarak Tarık Akan kadroya eklenmiştir. Yine kitapta var olmayan, sonraki tiyatro oyunlarında ortaya çıkan Hafize Ana karakteri de filmde önemli bir yer kaplar.
Adile Naşit’in müthiş yaratıcı oyunuyla filmin ana karakterlerinden biri haline gelen Hafize Ana, kendine has gülüşüyle öne çıkar. Hababam Sınıfı’nı, onlar için cahilce suç işleyecek kadar çok sever. Mahmut Hoca’nın odasına gizlice girerek yazılı kağıtlarını değiştirir. Başka zamanlarda da kopya çekmelerine yardım eder. Dışarıdan onlara sigara alır. Yemek cezası aldıklarında gizlice onlara yemek hazırlar. Şakalarına alet olmaya göz yumar. Mahmut Hoca’ya yakalandığında, “Elini ayağını öpeyim muavin bey, beni yavrularımdan ayırma, ben onlarsız yapamam. Söz, bir daha hiçbirine yaklaşmayacağım…” diyerek ağlar. Belli ki hiç çocuk sahibi olamamış Hafize Ana, Hababam Sınıfı’nı kendi çocukları gibi hatta onun da ötesinde sever. Bilgi yarışmasında hile yapmak üzere bodruma kurdukları ses sisteminin başında bekleyen öğrencilerden Kalem Şakir, rakip kız lisesini kastederek “Acaba kızlar güzel mi?” diye hayal kurarken Hafize Ana huysuz bir tonda “Sanmam” diye cevabı yapıştırarak onları kıskandığını belli eder.
Ertem Eğilmez’in Hababam Sınıfı’nı çekmeyi düşünürken kitaptakinden bambaşka bir vizyon oluşturmuş olduğu bu örneklerden apaçık ortaya çıkar. Eğilmez, Arzu Film çatısı altında toplamış olduğu ve birlikte daha önceki filmlerinde çalıştığı oyuncuları, Hababam Sınıfı filmine de eklemiş, metindeki tiplerle bu oyuncuların daha önce sevilmiş olan film karakterlerinden bir sentez oluşturmuştur. Bunun en belirgin örneği İnek Şaban’da görülür.
Hababam Sınıfı kitabı ve filmi arasındaki anlatımsal fark dışındaki ana değişiklik olan İnek Şaban karakteri, ezberci ve gerçekten ‘inek’ olan bir öğrenciyken; bazen saf ve çocuksu, bazen bencil ve kurnaz, çoğu zaman da aptal ve sarsak birine dönüşür. Ama aslında İnek Şaban Kemal Sunal’ın daha önceden oynadığı ve çok sevilen Salak Milyoner, Mavi Boncuk ve özellikle Salako filmlerindeki karakterlerinin bir devamıdır. Bu filmlerdeki tipin özelliklerine bir de şark kurnazlığı eklenmiş ve Türk Sinema tarihinin en sevilen karakterlerinden İnek Şaban ortaya çıkmıştır. İnek Şaban öyle çok sevilmiştir ki, yapımcılar bu isimden vazgeçememiş ve Kemal Sunal’ın sonraki filmlerindeki karakterlerine çoğunlukla Şaban ismi verilmiştir. İlk Hababam filmin afişinde ismi Münir Özkul ve Tarık Akan’dan sonra yazılmışken devam filmi olan Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı’nın afişinin en üstünde tek başınadır. Kemal Sunal 1985 yılında verdiği bir röportajda şöyle demiştir: “Bundan sonra filmlerde ‘Şaban’ adını koymasak bile, değişen bir şey olacağını zannetmiyorum. Millet ‘Şaban’ olarak biliyor. Bu yıl, firma yanlışlık yaptı. Film adım Niyazi… Adının “Atla Gel Niyazi” olması lazım. Afişler, lobiler hepsinde “Atla Gel Şaban” oldu. Seyircilerden bir kişi çıkıp da, ‘Filmdeki adın Niyazi, afişte Şaban’ demedi. Farkına bile varmadı… Kemal Sunal’ın adı Niyazi olsa ne olur, Şaban olsa ne olur…”
Kitaptaki İnek Şaban’ın filmdeki İnek Şaban’a dönüştürülmesi kitaptaki karakterin varlık sebebini yok sayar. Üstelik bu yeni karakter var olanı sildiği gibi yerine yeni bir anlatım da getirmez. İnek Şaban ne bir anlatım, bir yergi için oluşturulmuştur ne de bir şeyin yergisini yapar. O yalnızca komiktir ve filmin çok sevilmesindeki en önemli neden olduğu da bir gerçektir.
HABABAM SINIFI GİBİ HABABAM FİLMİ
Filmdeki komik karakterlere, esprilere, yapılan şakalara, düşüp kalkmalara gülmekten başımızı kaldırıp nesnel bir şekilde baktığımızda karşımızda gerçekten de ha babam hazırlanmış son derece özensiz bir film olduğunu görürüz. Bu gelişigüzellik senaryodan başlar.
Hababam Sınıfı filmi arka arkaya komik durumların eklenmesiyle meydana getirilmiş, düzgün bir öyküleme ve dramatik altyapıdan yoksun bir filmdir. Kurgu ve seslendirme aşamasında bile farkına varılamamış hatalar vardır. Damat Ferit’in çocuğunun fotoğrafı elden ele dolaşırken, biri “Ferit, bu sana hiç benzemiyor be” der. Ferit de “Annesine çekmiş oğlum” diye cevaplar. Daha sonra, Ferit’in Mahmut Hoca’ya evli olduğunu itiraf ettiği sahnede Ferit “Evet hocam, bir de kızım var, 5 aylık.” der.
Bilgi yarışması sahnesinde soru “X ışınlarının diğer adı nedir” iken İnek Şaban, “Röntgen… ” diye bocalarken doğru cevabı vermiş olur ama herkes sanki soru “Röntgen’in diğer adı nedir?”miş gibi davranır.
Filmde neye hizmet ettiği anlaşılmayan bazı sahneler de bulunur. Sabah tuvalette ayna karşısında güne hazırlanan sınıfta, biri arkadaşından diş macununu isteyince “Az ye de kendine macun al” diye terslenir. Bir diğeri tıraş olduğu için arkadaşına sitem eder. Gece şaka olsun diye yüzü boyanan Domdom, yüzünü aynada görünce “Hangi o. çocuğu yaptı bunu lan?” diye küfreder. Sınıftakilerin birbirlerine karşı hoşgörüsüz ve bencilce tutumlarını gösteren bu garip sahne, filmin ilerleyişine hiçbir katkıda bulunmaz. Yalnızca bu sınıftaki adamların kişilikleri, genel tutum ve davranışları adına bir fikir verir. Ve buna göre de; asla nazik olmadıklarını bildiğimiz, birbirlerine ya da öğretmenlerine yaptıkları yakışıksız şakalara güldüğümüz Hababam Sınıfı filmindeki öğrenciler, küfürbaz, lümpen ve son derece kaba tiplerden oluşmaktadır. Bu özellikler, sınıfa beslediğimiz sevginin nedeni değil, o sevginin hoş gösterdikleridir.
Senaryo tüm bu özellikleriyle, üzerinde fazla çalışılmadan bir çırpıda, çalakalem yazılmış izlenimi uyandırır. Senaryodan ayrı olarak, film boyunca her derste sınıf tahtasının yanında asılı kalmakta ısrar eden Avustralya haritası(?), Okul müdürünün Mahmut Hoca’yı Hababam Sınıfı’na takdim ettiği sahnedeki, bir kısmı şaha kalkmış halde sallanıp duran saçları bu baştan savmalığın ve özensizliğin en belirgin göstergeleridir. Görüntü yönetiminin de kurgunun da alelacele kararlar ve kolaycı yaklaşımlarla gerçekleştirildiği apaçık görülür. O yıllardaki pek çok filmde karşımıza çıkan; sahne bitmeden kesilen planlar, yarım kalan diyaloglar, seslerde ve senkrondaki sayısız hatalar, Türk Sinemasının 90’lara kadar en büyük eksiklerinden biri olan, filmin kötü banyo edilmesi sorunları Hababam Sınıfı’nda da çokça bulunur.
HABABAM MÜZİĞİ
Hababam Sınıfı’nı Hababam Sınıfı yapan olgulardan biri de müziği olmuştur. Melih Kibar’ın yaptığı ilk film müziği ve en bilinen eserlerinden biridir Hababam Sınıfı. Melih Kibar, bu müziğin öyküsünü şöyle anlatmıştır: “Hababam Sınıfı’nın müziğini benim yapma nedenim şudur; TRT, ilk defa 1975 yılındaki Eurovision’a katılmaya karar verdiğinde ben ‘Çoban Yıldızı’nı yaptım. Çoban Yıldızı Eurovision sinyal müziğiydi. O zamanlar yarışmaya katılan parçalardan daha çok ilgi görünce ve Ertem Eğilmez de o parçayı duyunca, ‘Bana o genç adamı bulun’ demiş. Beni ofisine çağırdı Taksim’e. Taksim’de 45 dakika içinde bana bütün filmi öyle bir oynadı ki, o heyecanla ‘Yapıyorsun değil mi?’ dedi, yapıyorum dedim ama ne yapıyorum bilmiyorum, hayatımda daha önce film müziği yapmamışım. Taksim’e doğru yürürken ‘Melih bir söz verdin ama nasıl üstesinden geleceksin’ diyorum kendi kendime… Her şeyden önce, konuşmamızda sevgili Ertem Eğilmez bana o kadar büyük bir heyecanla anlattı ki, bazen diyorum benim yerimde başka bir müzisyen de olsa, Ertem Eğilmez’le o heyecanı yaşama şansına sahip olsa herhalde benzeri temayı o da bulurdu. Yalnız bir tek şeyi sonradan fark ettim. Öyle bir tema bulmuşum ki, bu kadar hüzün dolu olan bu parçanın sadece temposuyla oynandığı zaman dünyanın en neşeli parçasına dönüşmesi gerçekten herhalde benim yeteneğimle birazcık örtüşen, büyük bir şans olayı oldu. O görüşmeden sonra eve geldiğimde rahmetli babamla beraber yemek yerken birden bire kalktım piyanoya gittim, baştan sona kadar Hababam Sınıfı’nı çaldım.”
Hababam Sınıfı müziği Türkiye’de en çok bilinen müziklerden biri olmuştur. İlk birkaç notasından hemen tanınır. Pek çok okulda teneffüs zili olarak kullanılan, öğrencilik ve okul hayatıyla ilgili pek çok çalışmaya fon olan bu müziğin ne kadar popüler olduğu ve çalınıp kullanıldığı hakkında fikir vermesi için Aydın Ilgaz’ın aktardığı şu sözler yeterli olur: “Filmin unutulmaz müziğini yapan Melih Kibar ‘Hababam Sınıfı için yaptığınız müzikten bu güne kadar ne kadar telif ücreti aldınız?’ diyen gazeteciye şu yanıtı vermişti; ‘Eğer ben Avrupa’da yaşayan bir müzisyen olsaydım; siz benimle söyleşi yapmak için tapusu bana ait olan özel adaya, özel helikopterimle gelirdiniz.”
EĞİTİM SİSTEMİMİZ ve HABABAM SINIFLARI
Rıfat Ilgaz Hababam Sınıfı’ndan bahsederken, “Kitaptaki olaylar sizi anılarınızın denizinden geçirip, sorumsuz yıllarınızın başıboşluğunda katıla katıla güldürürken içinizde bir burukluk beliriyorsa bize kızmayın. Nedenlerini her birimizin başka türlü acısını çektiğimiz eğitim düzenimizin bozukluğunda arayın.” demiştir. Hababam Sınıfı yazıldığı sırada da filme çekildiği zaman da eğitim sistemimiz oldukça kötü bir düzeyde bulunuyordu. Bu sistem yıllar geçtikçe daha da kötüleşmeye devam etti. Eğitim tarihindeki en akılcı ve verimli sistemlerden birinin uygulandığı Köy Enstitüleri, tüm yurt çapında yaygınlaştırılıp şehirlere de uyarlanması gerekirken, inanılmaz ahmakça gerekçelerle kapatıldı. Bu okulların programlarında Matematik, Türkçe, Fen Bilimleri ve Sosyal Bilimler gibi dersler dışında, Tabiat Bilgisi, Ruhbilim, Pedagoji dersleri; ormancılık, elektrikçilik, ziraatçilik, demircilik, balıkçılık, dokumacılık, hayvancılık, bağcılık gibi birçok meslek dalları üzerine derinlemesine eğitim-öğretimler; tüm sanat dallarıyla ilgili hem teorik hem de uygulamalı eğitimler vardı. Günlük yaşamın her türlü gereğini her öğrenci görüp öğrenebiliyor ve pek çok koşulda kendi kendine yetebilecek yeterlilikte bilgiler edinebiliyordu.
Bu kapsamda ve sürekli güncellenen bir eğitim, hayata tam yetkinlikte hazırlanmış, özgüvenli ve düşüncesi özgür gençler yetiştirilmesini sağlayabilir. Günümüzde devlet okullarında uygulanan eğitim sistemi halen aynı düzeyde seyretmeye devam etmektedir. Özel okulların eğitim programları, rekabetin de etkisiyle daha modern yaklaşımlara, daha eğlenceli ve kolay öğretimlere, nefret ettirmeyen eğitimlere daha yakındır. Fakat değişmeyen şey milli eğitim müfredatı adı altındaki eğitim, öğretim ve ders kapsamının çağdışı olmasıdır. Bu sistemde çocuklara ilkokuldan itibaren ortaokul, lise ve ardından önlisans eğitimlerinde hep aynı ders ve konuları kapsayan bir eğitim verilmektedir. İnsan hayatındaki bu oldukça uzun sürelerde, aslında çok daha verimli ve kapsamlı bilgi ve deneyimler verilebilecekken, öğrencilerin merak duygularını söndüren, yontan, ders ve okuldan nefret ettiren, bilgi edinmeyi kazanım olarak değil ceza olarak gören kişiler yetiştirmeye odaklı bir eğitim söz konusudur. Uygulanan eğitim sistemi okullarda Hababam Sınıfları yaratmak amacı güder gibidir.
Hababam Sınıflarımızda hiç kitap okumayan, tembel, merak etmeyen, araştırmak nedir bilmeyen çocuklar yetişmesine neden olan şey işte bu çağdışı ve hantal eğitim sistemidir. Mahmut Hocalar dahil hemen hemen tüm öğretmenler de içinde bulundukları sistemi sorgulamayan kişilerdir. Öğrencilerini eğittiklerini söylerler ama acaba bu doğru mudur? Hababam Sınıfı’na ne öğretmişlerdir? Matematiği, coğrafyayı, tarihi öğretemedikleri kesin…
Okullarımızdaki Hababam Sınıfları bu sisteme tepki olarak tembel ve haylazdırlar. Kendi isteğiyle bu sisteme boyun eğip, sıkıntılara katlanmayı seçenler de bu savaşımlarına karşılık başarılı öğrenci olmuş olurlar. Herkes çocuğunun çalışkan, başarılı, büyüdüğünde yetkin ve donanımlı bir halde bulunmasını ve bunun için de iyi bir eğitim almasını istiyor. Doğu’nun pek çok köyünde çocuklar halen yalnızca tarlada çalışacak iş gücü olarak yetiştirilse de artık Türkiye’nin her yerindeki aileler çocuklarının iyi bir eğitim almasını, akranlarından geri kalmamasını sağlamak için canla başla çalışıyorlar. Çocuklardan daha fazla emek harcayan, dersleri, ödevleri, okul-dershane-sınav saatlerini çocuklarından daha iyi bilen, çocuklardan daha fazla endişelenen aileler hiç de az değil.
Bu gerçeklere rağmen, pek çoğu Hababam Sınıfı filmini ve oradaki öğrencileri çok sevdiklerini söyleyeceklerdir. Filmin tüm olumsuzluklara rağmen çok sevilmesi, yalnızca karakterlerine, esprilerine, akıcı kurgusuna ya da müziklerine bağlı değildir. Bu sevginin nedenini kendisini defalarca izlettiren birlik beraberlik duygusunda, dayanışmada ve aynı ideal çevresinde birleşerek hep birlikte hareket etmenin hazzında aramak gerekir. Toplumsal yapımızın temelinde var olan bu temel duygu ve düşünceler, kitabın da filmin de bizde uyandırdığı yakınlığın ana nedenidir. Mahmut Hoca’nın ilk kez Hababam Sınıfı’nın dersine girdiği sahnede, kısa sessizlik anında sınıfın tamamının masum yüzleri gösterilir ve hüzünlü müzikle birlikte sanki bu haylaz adamların içlerindeki masum ve temiz çocuklar kısa bir an görünür olurlar. İlhan Selçuk’un 24 Mayıs 1965 tarihli yazısında dediği üzere: “Türkiye’nin gerçeği içinde ortaöğretim hayatını mizah edebiyatında klasikleştiren bir eserdir ‘Hababam Sınıfı’… Köy gerçeği, Anadolu gerçeği, İstanbul gerçeği diye yürüyor edebiyatımız, görülüyor ki bir de Hababam Sınıfı gerçeği var… Ve Türk toplum yaşamının çok önemli bir kesimidir o…”
Hababam Sınıfı’nın çağrıştırdığı bu duygular öyle güçlüdür ki, bu sınıfın olumsuz olarak tanımlanan eylemlerini gözümüzde haklı çıkarır. İnek Şaban rahat rahat okulda sigara içebilsin, Damat Ferit kopya çekebilsin, Güdük Necmi öğretmenlere eşek şakaları hazırlarken yakalanmasın isteriz. Onlar haylazlıklarına son sürat devam etmeli, bizi de böylece türlü çeşit komiklikler, şaklabanlıklar, oyunlarla eğlendirmelidirler. Eğer ders çalışmaya, çalışkan birer öğrenci olmaya yeltenirlerse herhalde hemen onlardan soğuruz. Günümüz okul düşüncesinin, başlı başına hapishane benzeri bir yapı olduğu açıktır. Pek çok okul, insanı belli kurallar, zamanlar ve daha da ileri giderek belli bilgi ve düşünceler içinde hapseder. Kitapta açıkça söylenen “okulun bir hapishaneye dönmüş olması”, filminde dikenli tellerle çevrili okul bahçesi ve okuldan kaçan Ferit’in bu tellerde parçalanan elbiselerle geri dönmesi gibi ayrıntılar bu düşüncenin dışavurumudur.
Hababam Sınıfı bu yüzden, “memelilerin ‘niiiyle’ beslendikleri, akşam sefası bitkisinin üreme şeması, Akdeniz Bölgesi’ndeki geçitler, Sessiz Gemi şiirinde aruz vezni” gibi sorulara hep alaylı cevaplar vererek, bu ilk elde yararsız, yalnızca ezberlemeye dayalı ansiklopedik bilgilerin kendilerine dayatılması saçmalığıyla dalga geçerler.
Hababam Sınıfı mevcut sistemin dayattığı hapsolma düşüncesine direnen ve bunu mizahla yapan bir topluluktur. Ve işte hepimiz, Hababam Sınıfı’nda asıl olarak bu direnişi severiz.
Harika bir araştırma olmuş, hemen hemen her satırında hayranı olduğumuz seriye dair yeni bir bilgi öğrenmek mümkündü. Benim için özellikle Melih Kibar ve film müziğiyle ilgili hikâyesini öğrenmek güzel oldu. Bu kısma dair birkaç paragrafı hoşgörünüze sığınarak (kaynağını da belirterek) Ekşi Sözlük’teki Melih Kibar başlığında paylaştım. Bu arşiv niteliğindeki benzersiz incelemeniz için tekrar teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla…
Hababam Sınıfı hakkında bilmediğiniz birçok bilgiyi aşağıdaki videoda izleyebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=gKl0ZANFVJk