20. Uluslararası Çok Kısa Filmler Festivali’nin Antalya ayağında Portakal filminin yönetmeni Hakan Ünal ile bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Söyleşinin ses kaydının olduğunu öğrenince deşifre edip siz okuyucuların faydalanmasını istedim. Söyleşinin ruhunu bozmamak için çok fazla düzeltme yapmadım yazıda. Okurken orada olduğunuzu hissedeceğinize inanıyorum. Deşifre için asistanım Ecem Tanrıkulu’na buradan çok teşekkür ediyorum. Benim tembellikten aylarca yapamayacağım bu işi birkaç saatte halletti. Birkaç yıl sonra da ismini filmleriyle duyacağınıza eminim.
Merhaba Hakan, hoş geldin. Ben seni tanıyorum ama seyirciye kendini tanıtır mısın? Nerede yaşıyorsun, ne iş yapıyorsun? Bence ilginç bir hikaye var çünkü.
Antalya’nın Manavgat ilçesinde yaşıyorum. Daha doğrusu bu filmi de zaten Antalya Kaleiçi’nde ve Manavgat’ta çektim. Aslında benim işim tam anlamıyla yönetmenlik ya da senaristlik değil. Bir otelin ön büro departmanında çalışıyorum. Yalnız uzun zamandır sinemayla uğraşıyorum. Yaklaşık 6-7 yıldan beri sinemanın içerisindeyim. Tabii sinema bir heves. Bu sonradan kazanılan ya da doğuştan gelen bir şey, içimizde mutlaka varsa bir şekilde bir yerden çıkıyor. O da maalesef 40 yaşında çıktı.
Sinemayla uğraşma meselesini konuşmak istiyorum. 6-7 yıl dedin. Bu sürede tam olarak ne yaptın? Film mi izledin, senaryo mu yazdın?
Doğrudur. Bundan önce de aslında amatör birkaç çalışmalarımız oldu bizim ama ondan önce tabii senaryo alanında çalışmalar oldu. Bundan önce mesela amatör olarak çekilmiş 2010 yapımı bir tane uzun film denemem vardı.
Manavgat’ta mı?
Antalya’da. O da Kaleiçi’nde. Onu yapıp bitirdikten sonra 2011 yılında Fransa’da bir iki festivale gönderdik. Amatörlerin de katılacağı bazı festivaller vardı. Orada da senaryo bölümünde ön elemeyi geçti, finalist oldu hatta bir yerlerde duruyorlar. O aslında bir barajdı benim için orada en azından ne yaptığımı bir göreyim ona göre hareket edeyim istedim. Sonra doğru yolda gidiyoruz dedim ve sinema yolculuğuna devam ettim.
Portakal filmini çok beğeniyorum. Şimdi içerik ve biçimle ilgili birkaç tane sorum var. Kolayından başlayayım, ilk diyalog sahnesinde, iki kadının konuştuğu sahnede, ayna kullanmışsın. Tam olarak o aynayı kullanma niyetin seyircinin biraz dikkatini mi çekmekti yoksa estetik göründüğü için mi kullandın ya da başka bir anlamı mı var?
Yok aslında ben film içerisinde görüntülerle, ışıklarla oynamayı da seviyorum açıkçası. Ama aynayı özellikle sadece bu filmde değil diğer bütün filmlerimde kullanırım. Bu filmde de hatta tek bir yerde ayna kullanılmıyor, yaklaşık üç yerde ayna kullanımı var. Ayna filmlerde kişinin kendisiyle yüzleşmesi ya da içsel kısmı ile karşılaştığı o eksantrik anlardan bir tanesidir aslında. Burada da ilk etapta o iki kadının bütün olaylardan önce konuşup anlaştıkları andan itibaren aslında o tecavüze uğrayan kadını sırtından görünüp asıl konuşan kadının yüzünün görünmesini tercih ettim. Onu da kamera açısıyla dik almayı değil de en azından bir yerden bir yansımasının gelmesini bu şekilde daha güzel bir hava katacağını düşündüm. Özellikle filmin görselini değil de daha çok oradaki olayın hislerine dokunmak istedim.
Dikkat çekiyor. Ben ilk izlediğimde ‘aa ilginçmiş’ dedim. Seyirciyi yakalamak lazım, aslında iyi bir başlangıç yapıyorsun müzikle. Ama aynadan sonra aa diyorsun, tamam burada bir şeyler var. İyi bir yönetmenle karşı karşıyayım. Bu müzikleri konuşmak lazım aslında. Sözleri sen mi yazdın?
Sözlerini ben yazıyorum evet.
Müzikleri kim yapmıştı?
Müziklerini yine Manavgat’ta arkadaşım var müzikle ilgilenen, o müziğini çıkardı ben de sözlerini yazdım.
Şunu sormak istiyorum, film müzikle başlıyor, arada da yine aslında 22 dakikalık bir filmde uzun sayılabilecek sürede müzik var. Ama jenerikte müzik yok. Şimdi normalde benim film izleme deneyimim Türkiye’de yönetmenler şarkı sözü yazabiliyorlarsa müzik yapabiliyorlarsa jeneriği mutlaka müzikle bitirirlerdi! Bu tercihinin nedeni nedir?
Ben jenerikte özellikle müziği koymadım dikkat edersen son kısımda kocasının tecavüzüne uğrayan bayan bir şarküteriden portakal alıyor bir poşet ve evine giderken o poşetin içerisinden bir tane portakal yolda o sıkışmış olan poşetin içerisinden kurtulup tamamen özgürleşiyor. Ve ana kahraman da hiç bilmediği bir kalabalığın içerisinde tamamen o şehrin keşmekeşine dönüyor. Aslında orada ondan sonra büyük bir sessizlikle bitirmek istedim. Özellikle jeneriğe müzik koymak istemedim. Çünkü baştan verdiğim zaten oradaki ibreyi yükseğe taşıyordu son anda ekstrem bir müziğe gerek yoktu orada sadece bir süsleme sanatı olmuş olacaktı. Hiç gerek yok dedim sonu tamamen sessiz bitsin çünkü orada sessiz bir yürüyüş vardı.
Seyirci: Bu kadar şeyi hiçbir eğitim almadan mı yaptınız?
Evet, ben herhangi bir sinema eğitimi almadım.
Seyirci: O zaman tebrikler. Peki bu çekimleri nasıl yapıyorsunuz? Amatör bir insan nasıl yapabilir?
Yani kişisel olarak fikir bazında destek aldığım yerler oldu, olmadı değil. Ama genelde zaten senaryoya bağlı kalındı bütün sahneler senaryoda istediğim şekilde oldu.
Seyirci: Neden bu konu? Bu film ile birlikte bir soru mu soruyorsunuz ya da ne anlatmak istiyorsunuz?
Bu 2015 yapımı bir film. 2015 yılı esnasında Türkiye’de kadına şiddet konularının istatistiğinin çok fazlalaştığını görebilirsiniz araştırdığınız zaman. Özellikle benim bu konuyu filme ya da senaryoya geçirme fikrim çok uzun zamandır vardı. Bir olayla karşılaştım. Ben genelde değişik yerlere gidip halkın içerisinden ilginç öyküleri dinlemeyi seven bir insanım. Yabancı bir meslektaşımdan yine bir festivalde nekrofili olayıyla alakalı bir şey duymuştum. Orada da bir şahsın kendi ölmüş olan eşine karşı duyduğu sevgiyi ölü sevicilikle hala devam ettirdiğine dair enteresan bir hikayeydi. O aslında birazcık fitilledi beni. Aslında böyle bir fikir vardı kafamda çünkü kadına şiddetin bu tarz bu bakış açısıyla Türkiye’de çok fazla yapılmış olan kısa film ya da uzun da yoktu. Bir anda böyle şekillendi.
Var da kötü yapıyorlar. Gerçekçi olmak lazım.
Seyirci: İçinde siyaset de vardı özellikle şafakların olayı, haberlerde. Yani sadece kadına şiddet değil birkaç şeyi karıştırmıştınız. Biraz enteresan geldi bu da bana o konuşma anında haberlerde özellikle onu almıştınız benim çok ilgimi çekti. Neden?
Onun aslını şöyle söyleyeyim açıkçası kurguda haberler kısmında hususi o haberin konulması benden çıkmadı yani kurgucu arkadaş ayarlamıştı onu.
Ama son kararı sen veriyorsun yönetmen olarak.
Son kararı ben veriyorum da o fikri buldu ben de kabul ettim açıkçası.
Seyirci: Ama şafakcılık da biraz erkeklerden geliyor.
Şimdi orada bir tezatlık da var açıkçası. Kadına şiddeti yapan bir erkek ve evdeki haberin içeriğinden çıkan da bir erkek aslında ve filmin sonunda acı çeken yine erkek kadının dışında. Acı çeken kısım feminen ya da maskülen diye bir ayrım yapılmıyor filmde.
Seyirci: Erkeğin acı çektiğinden emin misiniz? Ben tabi ki kendi açımdan şahit olmadım böyle şeylere ama bu doğru bir saptama mı size göre?
Genel anlamda soruyorsanız bu hayırdır mutlaka ama ben burada kendi erkek karakterime de acı çektirdim.
Seyirci: 2015 yılında çektiğinizi söylediniz filmi 3 senelik süreçte tekrar çekme fırsatını elde etseniz ne gibi farklılıklar olurdu?
Bu filmi tekrar çekmezdim ben. Ama tekrar çekseydim farklılık olurdu. Mesela bu filmde benim en büyük handikabım dublaj kullanmak zorunda olduğum sahneler. Çünkü bizim kullandığımız jeneratör sistemi resmen bahçe motoru gibiydi. O yüzden acayip derece onun büyük bir zaafını hissettik ve mecburen dublaj kullanmak zorunda kaldık. Dublaj benim çok tercih ettiğim bir olay da değildir. Tekrar yeniden çekimi olsa asla dublaj olmazdı.
Seyirci: Neden siyah-beyaz bir film çektin?
Siyah-beyaz olmasını tercih ettim. Çünkü hikaye renkli olmaya müsait bir öze, bir konuya sahip değildi. Yani bir şiddet, tecavüz, acı olayı. Bunların bir rengi yoktur diye düşündüm. Siyah-beyaz olayın mekan ve zaman algısını ortadan kaldırıp karakterleri tamamen sert ışıkla lezzetli görüntülerle çok da ajitasyona girmeden anlatmayı denediğim için siyah-beyazı tercih ettim.
Seyirci: Öncelikle emeğinize sağlık. Aynayı görsel açıdan değil de sinema dili açısından kullandığınızı söylediniz. Bir de tecavüze uğrayan kadını sırtından göstermeyi tercih ettiğinizi söylediniz. Bunun da ayrıca bir alt anlamı var mı? Hikayesini izleyeceğimiz karakter veya kendi ile yüzleşeceği karakter o karakter olduğuna göre bir anlam içeriyor mu yoksa görsel açıdan mı kulandınız? Çünkü o zaman sırtından değil de yüzü açık görmemiz gerekiyordu gibi algıladım ben. Ne düşündünüz o noktada?
Şöyle bir açıklama getireyim ben ona: Toplumda şiddete maruz kalan kadınlar genelde ötelenir ve dışlanır. Bu kadının sırttan görmemizle yüzden görmemiz arasında çok ince bir nüans var aynadan yansımasının. Bizim toplumda bir şiddet haberleri duyduğumuz zaman televizyonda, haberlerde ya da güncel medyada mutlaka bu tarz haberlerin sonrasında ne o kadınla ilgili bir gelişme ne tedavisi ne onun bir yerlere ulaşmasıyla ilgili bir şey görüyorsunuz. Bu sadece haberin ortaya çıkmasıyla olup biten bir şey. Orada da böyle bir nüans gizli aslında. Şiddete uğramış kadının çok ön planda değil de daha geri planda, ufak şeylerin yansımasıyla, sanki kuyunun derinliklerinden bir çığlıkla bize ulaşmaya çalıştığını göstermek amacıyla şiddete uğramış kadını çok ön plana taşımamaya çalıştım.
Seyirci: Bu işe yeni başlayan gençlere ‘ben bu hatayı yaptım keşke siz yapmasanız’ diyeceğiniz bir şey var mı kısa film çekerken?
Dublaj yapmayın.
Ben olsam, haddim değil ama doktor sahnesini çekmezdim orası gerçekten zayıf.
Şimdi ilk defa bu tarz profesyonel diyelim artık buna şeyler çektiğiniz zaman çok ehli oyuncular da bulamıyorsunuz. Kısa film ile uğraşan insanlar oyuncu olarak önce etrafındaki insanları düşünürler. Anne, baba, kardeş onlar bir oyuncudurlar ona göre. Nuri Bilge Ceylan’dan pay biçelim. Ve diğerleri de aynı. İlk etrafındakileri görür ve onların oyunculuğunu zaten uzun zamandır yaşadığı için, bildiği için ilk etapta aslında karakterleri ona benzetmeye çalışır bir yandan ya da anneye benzer ya da babaya benzer karakterler ortaya çıkarır. İş böyle olunca bazen filminizin içerisindeki karakterler çoğaldıkça onlara nasıl dışardan bunu oynayabilecek biri olabileceğini tam ayarlayamıyorsunuz. Doktor sahnesi benim için de zayıftı. Ama ilk kısa filme başlıyorsanız eğer dublaj konusunda kesinlikle yapmayın bunu çünkü filmin özelliğini ve orijinalliğini kaybediyor.
Dublaj kötü değildi. Çok daha kötülerini gördük. Son bir sorum var: Şimdi sen filmi 2015’te yapıp Türkiye değil de uluslararası festivallere gönderiyorsun. Bu bir tercih mi zorunluluk mu? Bir de çok fazla yurtdışı deneyimin oldu bu filmle, orada insanların bu filme bakış açısı nasıldı, neler düşündüler? Sonuçta Türkiye’de yapılmış bir film. O deneyimi de merak ediyorum.
Ben bu filmi aslında Türkiye’de de çok festivale göstermeyi istedim. Bir tane festivale gönderdim filmin gösterime girmesi için çok açık olduğu söylendi bana bu tarz hikayelerin Türkiye’de gösterilmesinin çok normal olmayacağını söyleyince ben açıkçası küskünlük yaşadım ve bir daha da herhangi bir festivale göndermedim.
Ama bizde sansür yok.
Burada yok evet. Ondan dolayı yurtdışında yaklaşık 55 tane festivale gitti ve şu ana kadar 32 tane de ödülü var. Yurtdışında da bu şekilde röportajlar yaptık gerek medya ile gerek izleyiciler ile. Çok güzel övgüler aldım hatta yurtdışında en çok sorulan soru ‘Türkiye’de kaç festivale girdi? Türkiye’den gelen izlenimler nasıldı? Türkiye’den bir destek aldınız mı?’ diyeydi. Mesela bu film Türkiye’den herhangi bir destek alınmadan yapılmış bir filmdir. Yurtdışında özellikle hikaye ve sinematografi üzerine oyunculuklar da var tabi çok fazla pozitif geri dönüşler aldım. Hatta bu film aracılığıyla diğer şu an için bitirdiğimiz ‘Duvardaki Çatlak’ filmi için çok güzel destekler aldım. Yani benim gibi sinema eğitim almamış ya da okumamış biri adına bu tarz bir adımı ben çok büyük bir adım olarak değerlendiriyorum. Umuyorum bu tarz işler ülkemizde kısa filmle uğraşan amatör ya da profesyonel hiç fark etmez onlar için de çok güzel bir örnek teşkil eder.
Seyirci: Filmin bütçesi ne kadar?
20 bin lira.
Hakan geldiğin için çok teşekkürler, umarım önümüzdeki yıl yeni filmin Duvardaki Çatlak’la da seni ağırlarız. Başarılar diliyorum.
Ben teşekkür ederim.