Hande Kaptan kimdir? diyerek başlayalım röportajımıza. Biraz kendinizi okuyucularımıza tanıtır mısınız?
Bir Ocak Bin Dokuz Yüz Seksen Beş’te Ankara’da yirmi gün gecikmeli olarak on ayda doğdum. Babam bürokrattı, bugünlerde ise çiftçi olarak tanımlıyor kendini. Annem resim öğretmeni, yağlı boya, sulu boya, ebru, cam tabak boyama çalışır. Bir evin bir kızı, bir tarafın en küçük, bir tarafın tek kız torunu; kıymetlisi ben. Bir de benim kıymetlim var kedim Marla (kedisi de instagram ünlüsü sayılır).
İlköğretim ve lise eğitimimi TED Ankara Koleji’nde tamamladım. Sürecin büyük bir kısmında başarı bursuyla okudum. İki Bin Altı yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldum ve o yıl Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatlar Fakültesi Tiyatro Ana Sanat Dalı Oyunculuk Bölümünü yetenek bursuyla kazandım. Eşzamanlı olarak Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İnsan Kaynakları Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans yaptım.
Dans etmeye çocukluğumda başladım ama on yedi yaşımda Türkiye Dans Federasyonu’nun lisanslı Latin Amerikan dansçısı olarak yarışmaya başladım. İki Bin Sekiz yılından beri ise ayaklarımı Flamenko dansçısı olarak takırdatmaya devam ediyorum. Aynı zamanda dans eğitmenliği yapıyorum.
İngilizce, Almanca ve İspanyolca konuşabiliyorum, oynayabiliyorum. Şan, eskrim, sahne dövüşü, binicilik, yoga eğitimlerim var. Sunuculuk ve seslendirme de yapıyorum. Mesleğimi her ne kadar turist, gezgin olarak tanımlamak istesem de, dansçı olarak profesyonel hayatıma başlasam da, ben “oyuncu”yum. Daha önce ‘Muhteşem Yüzyıl’da Carmina karakterini oynadım, şu anda ‘Benim İçin Üzülme’de Filiz karakterini oynuyorum.
Bunca eğitiminizin yanında sizi oyunculuğa iten ne oldu?
Ben hep sahnede olmak istiyordum, bunun için çalıştım, eğitim aldım. İlkokuldan beri sahneye çıkıyorum. Tesadüfen olmadı, her şeyi bilinçli olarak istedim. Aslında bu dürtü hemen hemen herkesin içinde var ama bunun üzerine gitmek cesaret istiyor. Uzun bir eğitim sürecinden geçmek gerekiyor, meslek hayatı boyunca da bu süreç bitmiyor. Bunu göze almak zor. Birçoğu da kolay yolu tercih ediyor haliyle. Bu iş ‘şurada keşfedildim’ denecek kadar kolay ve rahat bir iş değil maalesef.
“El Cin” uzun bir bekleyişten sonra vizyona giriyor. Öncelikle merak ettiğim, proje size nasıl geldi? Filmin genç bir oyuncu kadrosu var. Filmde özellikle oynamak istemenizin sebebini öğrenebilir miyiz?
Mezun olduktan sonra Hasan Hoca’nın yönettiği Kurşun Bilâl dizisinde bölüm başrolü olarak cinayet işleyen bir kızı oynamıştım. Üç gün çalışmamıza rağmen hoca oyunculuğumdan etkilenmiş ve en başından beri El-Cin’i tasarlarken kafasında ben varmışım. Nerdeyse bir yıl sonra beni aradı, senaryo üzerine konuştuk, hatta hangi karakteri oynayacağıma birlikte karar verdik. Jale daha mistik ve diğer tarafla bağlantısı kuvvetli bir karakter olduğu için benim de isteğim onu oynamak oldu. Hasan Hoca’nın tarzını bildiğim ve birlikte iyi iş çıkartacağımıza güvendiğim için hemen kabul ettim.
Hasan Karacadağ farklı bir tür filmi yönetmeni oldu. Dabbe serileri ve Semum ile İslami Korku janrını yarattı. Daha önceki işlerini seyrettiniz mi? Filmleri hakkında düşünceleriniz nelerdir?
İtiraf etmem gerekirse korku filmi izlemiyorum. Mesleki deformasyon benim için söz konusu değil, zira yabancılaşamıyorum, inanıyor ve rahatsız oluyorum. Etkisini günlerce atamıyorum üzerimden. Hoca’nın ilk filmlerini vizyonda izlemiştim. Filme hazırlık sürecinde de hepsini edindim ama cesaret edip izleyemedim. Senaryoyu okuduğumda bile çok etkilendim. Bizim topraklarımızda dînin de etkisiyle korktuğumuz çok fazla olgu var. Herkesin anlatacak yaşadığı doğa üstü bir hikayesi vardır. Ya da ailemiz anlatır. İnanırız, çekiniriz. Bu yüzden Hoca’nın yarattığı janr bana çok gerçekçi geliyor. O her zaman var olan, yaşanan şeyleri anlatıyor. Bu yüzden de çok inandırıcı.
Hasan Karacadağ ile çalışmak nasıldı? Setler de filmler kadar ürpertici mi?
Hasan Karacadağ hikayelerini o kadar yaşayarak anlatır ki adeta size geçirir. O ona verilen ve inanmadığı hiçbir şeyi çekmez. Bu yüzden siz de inanırsınız duruma. İnanmak zaten oyuncunun en sağlam motivasyonu. Bunun dışında her an sohbet ederiz sette, oyunculuk üzerine ya da yaşanmışlıkları üzerine, zaten derya deniz derinlikli bir adam, sürekli hocam anlatın derdik. Çok da sabırlıdır. Çalışırken hiç yorulduğunu da görmedik, 24 saat çalıştığımızı bilirim. Şubat ayında denize girmek de ürkütücü oldu tabii ama kayıt anı dışında çok da eğlenip güldük.
Türkiye’de korku filmi çekimlerinde hep gariplikler olduğu söylenir. İlginç kazalar, yangınlar vb. Bir tür pazarlama olduğu yönünde eleştiriler alan bu gibi vakalara siz de “El Cin”‘de rastladınız mı?
Sabahladığımız gecelerden birinde Aramice dua okuyup filmimize konu olan varlıkları çağırıyorduk. Ben zaten inanıyorum, tedirginim. Tabii bu süreçte de algım hem o yöndeydi. Ama o gece önce dışarıdaki kinolardan biri patlayıp yandı. Daha sonra bütün enerji sistemimiz yandı, akülerimiz patladı. Çekim yaptığımız evi yanık kokuları kapladı. Orda bulunmak istemediğim bir andı maalesef. Sonra da evde yalnızken aklımı kurcalamaya başladı. Şimdi daha rahatım.
Genel olarak ülkede adının söylenmesi bile tabu olan Cin başta olmak üzere öteki dünya varlıkları hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Benim bütün varlıklarla aram iyi olmuştur. Spiritüel inançlarım ve ritüellerim de vardır. Nasıl bir enerji yayıyorsanız evrenden de size o şekilde yansır. Ben buna inanıyorum. O yüzden başıma herhangi negatif bir şey gelmedi. Ama yine de bu konuları pek kurcalamamak, gündeme taşımamak lazım.
Bir korku filminde oynamanın sizin için artıları ve eksileri neler oldu?
Türk korku filminin geliştiği bir dönemde bu tür bir filmde yer almak benim için büyük bir şans oldu. Aslında bir taraftan riskli de. Çünkü farklı bir oyunculuk stili geliştirmeniz gerekiyor. Benim daha minimal bir tarzım vardır ama bu filmde daha grotesk oynamak gerekiyordu. Farklı bir şey denemek kısa vadede ne getirecek bilmiyorum ama uzun vadede benim için artı bir değer olacak.
Genel olarak ne tarz filmlerden hoşlanırsınız? İdol diyebileceğiniz bir sinema oyuncusu ya da yönetmen var mı?
Mesleki açıdan her tür filmi izliyorum ama gönlüm tabii ki Avrupa sinemasında. Hatta en kısa zamanda oyuncu olarak yer almak istiyorum. Yol filmleri beni her zaman içine almıştır. Film noir da severim. Almodovar, Tony Gatliff, Lars von Trier… Bir de kim sevmez Tim Burton’ı, Miyazaki’yi?
Biraz da gelecekteki projelerinizden söz eder misiniz?
Şehir dışında çekilen bir dizide rol aldığım için bu yıl başka hiçbir projeyi kabul edemedim. Aslında işitme engelli bir kızı oynayacağım bir tiyatro oyunu teklifi almıştım, oynamak biraz içimde kaldı. Sırada henüz kesinleşmemiş bir sinema filmi var. Eylül – Ekim gibi de Okşan Dede’nin yöneteceği ‘Ölümden Kalma’ filminde oynayacağım. Ölüm orucuna yatmış ve Wernicke Korsakoff hastalığına sahip olmuş bir kadının hikayesi anlatılacak filmde. Hazırlık çalışmalarımız başladı ve heyecanla kayıt demeyi bekliyoruz.
Son olarak Öteki Sinema okurlarına söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Anlatırken çok keyif aldım, en kısa zamanda yeni projeler üzerine tekrar konuşmak üzere. Sevgiler.
Biz de sizi dinlemekten çok keyif aldık. Filminizin gişede yolu açık olsun…
Öteki Sinema için röportajı yapan: Masis Üşenmez
Güzel bir oyuncusun