2000’lerin sessiz ama seyircisine bazen hoş sürprizler sunmayı ihmal etmeyen bir alt türü şüphesiz vigilante sinemasıydı. Amerikan sineması Death Sentence, Gran Torino ve Hobo with a Shotgun ile özellikle 2000’lerin ikinci yarısında kişisel adalet hikayeleri açısından bize gayet renkli bir dönem yaşatmıştı. Çok keskin olmayan gözlerin dikkatinden kaçan bir vigilante filmi ise 2009’da İngiltere’de vizyon yüzü gördü. İlk bakışta “Bir İngiliz Gran Torino’su” izlenimi veren Harry Brown, kötü reklamcılığa kurban gitmiş bir film diyebiliriz; zira benzer plotlara da sahip olsa Harry Brown kesinlikle bir kopya film değil, Gran Torino’dan çok farklı ve onun kadar sürükleyici bambaşka bir deneyim. Sir Michael Caine de intikam savaşçımız olunca bu filmi geri plana atmak sinema tanrılarına hakarete eşdeğer.
Hikayemizin kahramanı Harold “Harry” Brown, şehrin fakir mahallelerinden birinde yalnız yaşayan bir donanma emeklisidir. Uyuşturucunun ve kaçakçılığın alıp başını gittiği mahallesinde Harry’e yoldaşlık eden tek insan, kendi gibi yaşlı bir mahalleli olan Leonard’dır. Bir gece Leonard sürekli tacizine uğradığı genç serserilere meydan okumaya karar verir, ancak bu hareketi ölümünü beraberinde getirir. Zanlı gençler yakalanırlar ve delil yetersizliğinden ertesi gün serbest bırakılırlar. Daha da kötüsü Leonard’ın yanında taşıdığı uzun bıçaktan ötürü “saldırgan” sıfatı alma ve kendi katillerini haklı konuma getirme tehlikesi vardır. Tüm bunlara seyirci kalmaya mahkum, yozlaşmanın ve adaletsizliğin ortasında nefes almak için savaş veren Harry’nin de sınırları vardır. Ve bu sınırların ötesine geçmesi, bir serserinin onu bıçağıyla tehdit etmesine bağlıdır artık…
Harry Brown, İngiltere’de son birkaç yıldır çokça dile gelen Broken Britain kavramı üzerine çekilmiş nadir filmlerden. İngiltere’nin gelir seviyesi en düşük gettolarında büyümüş ve hayatta kalma dinamiklerini tamamen saldırganlaşma üzerine kurmuş lümpen Britanya gençliğini konu alan Broken Britain hikayeleri/filmleri, ilk olarak aykırı korku çalışması Eden Lake ile geniş kitlelerin ilgisini çekmişti Eden Lake, “kırık Britanya”yı bir korku unsuru olarak yansıtırken Harry Brown ise onu karşısında savaşılacak bir düşman olarak gösteriyor.
Tipik bir vigilante hikayesinin tüm sinyallerini veren Harry Brown’u başarılı ve özgün kılan öğe şüphesiz ki işlenişindeki ustalık. Film ilk bir kaç dakikasını found footage şeklinde yansıtıyor ve serseri gençlerin genç bir kadını nasıl öldürdüklerini dehşet içinde seyrediyoruz. Açıkçası bu çok çarpıcı girişin ardından Harry Brown’un vigilantizminin neye karşı olacağını çok net bir şekilde anlıyoruz; kontrolünü yitirip masumu da kendini de bir anda yoketmekten çekinmeyen bir histeri Harry Brown’un kırık Britanya’sı. İş bu noktadan sonra bu histerinin Michael Caine’in hayatına dokunmasında bitiyor.
Peki bir vigilante olarak Caine nasıl bir seçim? Bu sorunun cevabı belli; tek kelimeyle mükemmel! Sanal ortamlarda yapılan pek çok benzetmede dendiği gibi Harry Brown’da Alfred Pennyworth’un iki Batman filmi arasında yaşamış olabileceği bir macerayı seyrediyoruz sanki. Michael Caine’in Alfred’i ile, gerek fiziki görünüş/giyim tarzı gerekse karakter geçmişi olarak büyük benzerlik gösteren bir karakter Harry Brown, muhakkak yaratılışında da Alfred etkin bir öğe idi. Ama Michael Caine’in karizması tabii ki Alfred rolüne indirgenemez; yaşlılığın getirdiği savunmasızlık ve buna rağmen avına doğru anda saldırmayı bekleyen zeki bakışlar Caine’in oyunculuğuna net bir şekilde işlemiş. Özellikle silah satın almak için gittiği uyuşturucu satıcısının evi/bahçesinde babacan ama tehlikeli Caine’i net bir şekilde tanıyoruz ve onun gerçek bir vigilante olduğuna ikna oluyoruz. Tabii bu sahnede Caine’e eşlik eden Sean Harris’in de oyunculuğuna hakkını vermemiz gerekiyor; filmin ortasındaki bu kısmın seyirciye en gerilimli anlarıyaşatmasında Sean Harris’in büyük payı var.
Harry Brown’un oyuncu kadrosunun genel olarak başarılı olduğunu söylemekte yarar var. Michael Caine’in ilahi yeteneği ve Sean Harris’in başarı yüklü performansı dışında filmin baş kötüsü sayabileceğim serseri liderini de İngiliz rap şarkıcısı Plan B canlandırmış ve iyi bir iş çıkarmış. Bunun dışında Game of Thrones hayranlarının ilgisini çekeceği üzere kısa ama tatmin edici rolleri ile Iain Glen ve Liam Cunningham da Harry Brown’un kadrosundaki isimlerden.
Harry Brown bir vigilante filmi olarak çok iyi bir yapım, belki de türün yakın dönemdeki en iyi eserlerinden. Buna rağmen filmin muhtemel zayıf noktası Broken Britain temasına kendinden önceki filmler gibi yaklaşması ve bunalımlı gençliğe yapıcı bir eleştiri getirmeyip, bu gençliği doğuran sebepleri irdelemeyip daha ilk dakikasından onu bir korku/düşman faktörü olarak tanımlaması. Ancak bu tanımlamadaki hatalı yaklaşımın tüm suçunu da filme atmak istemem; çünkü Harry Brown tabiatı gereği (vigilante filmi olmak) çarpık sistemi analiz etmeyi değil bu sisteme karşı isyanını gerçekleştiren bireyi (romantize ederek) anlatmayı seçiyor. Dileğim gelecekteki filmlerin bu konuda daha ince düşünmeleri.
Özetle iyi bir intikam hikayesi seyretmek istiyorsanız Harry Brown’u kaçırmayın. İster Michael Caine için, ister vigilante sineması için, isterseniz de insanoğlunun adaletten uzak günlerine lanet okumak için bu filmi seyredin, Harry Brown elindeki doksan dakikada istediğinizi size fazlasıyla verecek.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz