Edebiyat dünyasına girdiği 1995 yılından sonra tüm dünyada çok büyük bir hayran kitlesi yaratan Harry Potter serisi, sonraki dönemde sinema sektörüne taşınmış, büyük sansasyonlara, tartışmalara sebep olmuş, farklı heyecanlar doğurmuştur. Beğenenleri ve eleştirenleriyle birlikte devam eden macerada artık 6 film geride kalmış ve sona gelinmiştir. Serinin son bölümü; iki film halinde çekilen Harry Potter ve Ölüm Yadirgarları’nı tek bir yazı altında toplamanın daha doğru olduğu inancındayım.
Öteki Sinema için yazan: Nuri Şimşek
En sonunda oldu sanırım. Başı yönetmenleriyle ve film aralarındaki kopuklukla sürekli dertte olan Harry Potter filmleri, yapımcıların pek hevesli olmadan yönetmenlik görevini verdikleri David Yates’in ellerinde muhteşem bir finalle son buluyor. Son film için M. Night Shymalan ve Alfonso Cuaron düşünülmüş fakat bu gerçekleşmemiştir. Serinin bence en güzel filmi olan Azkaban Tutsağı’nı çeken Cuaron gelseydi bile Ölüm Yadigarları bu kadar hoş olmayabilirdi. Çünkü Yates’in eli sıcak ve kendini göstermeye yeni başlıyor. Senaristlik görevinde önceki filmlerden hatırlayacağımız Steve Kloves’un yer aldığı serinin son filmi olan Ölüm Yadirgaları’nın, iki bölüm olarak çekileceği ilk duyurulduğunda insanların kafasında tilkiler dönmeye başlamıştı. Filmlerin yapım sürecindeki yoğun baskısıyla zaten eleştiri bombardımanına tutulan şirket, sırf para için mi iki bölüm halinde yayınlayacaktı son filmi? Öyle olmadığını, anlatım yelpazesini daha geniş tutmak için yapıldığı çok belli olan Ölüm Yadırgarları Bölüm 1 ve 2 David Yates ve Steve Kloves ikilisinin de hafızalarımızda daha hoş bir tarafta kalmalarına sebep oluyor. Önceki filmlerdeki eksikliklerini telafi edebilen bu filmler, her zamanki gibi eksik tarafları olduğu halde seyredenlerin büyük bir kısmını tatmin etmiş gibi gözüküyor.
İki filmi genel olarak ele alacağım Ölüm Yadirgarları, kötülüğün ve karanlığın her yere yayıldığı bir dönemde karakterlerimizin, çıkacakları hortkuluk avı yolculuğuna hazırlıklarıyla başlıyor. Bu yol; tehlikeli ve ölüm dolu bir yol. Dursley’lerin evlerini terk edişleri, Harry’nin her zaman içinde olmaktan rahatsızlık duyduğu eve bir daha dönememe ihtimalinden ötürü farklı gözle bakması, Hermione’nin ailesinin hafızasından kendisini silmesi ve Ron’un yaşadığı gelgitler ile biz de bu yolda nasıl şeylerle karşılaşacağımızı az çok tahmin edebiliyoruz. Film ile ilgili araştırma yaparken silinmiş sahnelerde, Dursley’lerin evi terk ederken Petunia Hala ile Harry arasında geçen bir diyaloğa rastladım. Neden silindiğini hiç anlamadığım bu muhteşem sahneyi siz okuyucularla paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Harry Potter and Deathly Hallows genel olarak; Harry ve arkadaşlarının, Voldemort’un kendi ruhunu sakladığı hortkulukları yok etme serüvenlerini anlatmaktadır. Nasıl bulacaklarını ve nasıl yok edeceklerini bilmedikleri hortkuluklar peşinden giderlerken, bu defa kendilerine yardım edebilecek kimse yoktur. Bu yolculukta tamamen tek başlarınadırlar. Bütün dünya tehlike altındadır. Büyü Bakanlığı ve Hogwarts Voldemort’un emrindeki Ölüm Yiyenler’e geçmiştir ve kendi isteklerini yerine getirmeyen herkesi cezalandırmaktadırlar. Voldemort’un asıl peşinde olduğu Harry, hortkulukları aradığı sırada eski efsanelerde geçen bir hikaye öğrenir. Bu “Ölüm Yadirgarları”nın hikayesidir. Eğer bu hikaye doğruysa Voldemort aradığı mutlak güce kavuşacak ve yükselişini tamamlayacaktır. Harry ile Voldemort arasındaki mutlak savaş Hogwarts’ta gerçekleşecek ve kehanetler tamamlanacaktır.
Bölüm 1, kitabın da ilk yarısında olduğu gibi daha ağır bir yapıda ilerliyor. Harry Potter filmlerinde görmeye alışık olduğumuz, o aceleci, azcık şunu gösterelim, biraz bundan katalım düşüncesinden çok uzak, gayet sakin ve derinden ilerleyen bir film. Hikayeyi anlamlandırma adına belki de en önemli misyonun yüklendiği, karakterleri biraz daha iyi anlamamıza, açığa çıkan sırları daha net oturtmamıza olanak sağlayan Bölüm 1, bizlere son bölüm iyi ki iki parça olarak çekilmiş dedirtti.
Harry’yi Kovuk’a götürmek için gelen Yoldaşlık üyeleri, herhangi bir saldırı halinde Ölüm Yiyenleri şaşırtmak için Harry Potter’ın görünümüne giriyorlar. Sinemanın en büyük gücü olan kurguyu kullanarak genelde seyirciye gösterilmeden hissettirilen buna benzer dönüşüm sahnelerinin aksine Harry Potter filmlerinde bu tarz açık değişimleri oldukça sık gördük. Kovuk yolunda uğradıkları saldırıda Hagrid ve Harry’nin motorla trafiğe karıştıkları sahne pek keyifliyken, Hedwig ve Deli-Göz’ün ölümü, Harry ile Voldemort arasındaki çatışma çok basit bir şekilde geçilmiş olmasaydı daha da güzel olabilirdi.
Bill ve Fleur’ün düğününe yapılan baskın ardından, Harry, Ron ve Hermione’nin cisimlenerek İngiltere sokaklarında amaçsızca yürüdükleri bölüm ve bir cafede kendilerine saldıran Ölüm Yiyenler ile dövüştükleri sahne oldukça güzeldi. Oyunculuk konusunda kendilerini sürekli geliştiren Rupert Grint ve Emma Watson bir çok yerde Harry’yi canlandıran Danile Radclieff’ten rol bile çaldılar. Ron’un hortkuluk bulma sürecinde, gruptan ayrılırkenki hareketleri ve kıskançlıkları görülmeye değer bir performanstı.Okula gitmek yerine, kötülüğü engellemek için yola düşen kahramanlarımız yüzünden ilk bölümde Hogwarts’tan ziyade Britanya’nın eşsiz doğa manzaralarıyla karşılaştık. Genelde kapalı mekanlara alışık olduğumuz Harry Potter serisinde, hikaye için soluklanma fırsatı yaratan Bölüm 1 bu işlevini görüntüleriyle de pekiştirebilmiş.
Bakanlık sahneleri, sanat yönetimi açısından oldukça dikkat çekiciydi. Kılık değiştirmiş Harry’nin, Dolores Umbridge’in karşısında durup “Yalan söylüyorsunuz. Yalan söylememelisiniz…Sersemlet” cümlesi çok iyiydi. İnsanın Dolores’i görünce Avada Kedavra’yı patlatası geliyor ama Harry Potter büyük adam, yapmıyor öyle. Bakanlıktaki kovalamaca sahneleri oldukça güzel bir şekilde aktarılırken, bu bölümle ilgili tuhaf bir detay dikkat çekiyor. J.K. Rowling’in ilk film için en çok istediği fakat bir türlü seride film yönetememiş Terry Gilliam’ın 1985 yapımı Brazil filmindeki bazı sahnelerine David Yates tarafından selam gönderilmiştir. Görmek isteyenler için:
Serinin tüm filmleri içinde kanımca en güzel anlatılabilmiş detay; Büyücü Kardeşler ve Ölüm Yadirgarları masalının, muhteşem bir animasyon tekniğiyle yansıtıldığı bölümdür. Her şey çok yerinde, kararında ve profesyonelce hazırlanmış, görseller anlatımla muhteşem bir uyum yakalamışlar bu bölümde. Mürver Asa ve Diriltme Taşı dışında yadigarların üçüncü parçası olan Görünmezlik Pelerini’nin üzerinde hiç durulmaması ise filmin büyük bir eksikliği olarak dikkat çekmektedir.
Malfoy Malikanesi’nde geçen bölümlerde Draco’nun git gellerini çok güzel bir şekilde hissederken, Bellatrix rolünde Helena Bonham Carter yine döktürmüş. Tim Burton’ın eşi olan ve girdiği her rolü, müthiş bir inandırıcılıkla canlandıran Carter’in Hermione’ye işkence ettiği sahne karakterin psikopat yapısını bizlere bir kez daha göstermesi açısından oldukça güzeldi.Başları dertte olan Harry ve arkadaşlarına yardıma gelen Dobby, onları güvenli bir yere cisimlemeyi başarsa da Bellatrix’in son anda fırlattığı bıçaktan kaçmayı başaramaz. Serinin en sempatik karakterlerinden biri olan ve kritik zamanlarda kritik müdahaleler ile hikayenin seyrinde önemli yeri olan Dobby’nin ölürken Harry ile arasında geçen diyalog ölçülü yapısıyla ajitasyona kaçmadan üzüntümüzü yaşamamıza olanak sağladığı için takdir edilmeyi hak ediyor. “Dobby, Özgür Ev Cini.”
Mürver Asa’nın Dumbledore’un mezarında olduğunu öğrenen Karanlık Lord, tam bir tasarım yetersizliği olan, kitapta inanılmaz güzel bir şekilde gösterildiği halde filmde 4 tane mermer bloktan oluşan mezarı açarak Mürver Asa’yı alır ve Bölüm 1 burada son bulur. İkinci film işte ilk filmin kaldığı bu noktadan devam eder. Yol filmi havasında geçen ilk filmin aksine, Harry’nin geleceği hakkında bazı şeylerin netleştiği, daha dinamik, adrenalin ve melankoli yüklü , büyük savaşın olduğu bölüm serinin finaline yakışan cinsten bir film.
Peter Jackson’un Yüzüklerin Efendisi dünyasını yaratırken harcadığı enerjinin benzerinin, serinin farklı ellerde şekillenmesinden ötürü hiç bir zaman yakalanmadığı Harry Potter serisinde, son filmde kendini göstermeyi başarıyor gibi bu enerji hissiyatı. Gringots Bankası’nda Bellatrix’in kasasında bir hortkuluk olduğunu anlayan Harry, Malfoy’lardan kurtardığı Kreacher yardımıyla bankaya girer. Bu sırada Hermione de Bellatrix’in görünümüne bürünür. Bellatrix görünümünde bir Hermione’yi oynamak, hem de bu kadar güzel oynamak her baba yiğidin harcı değil. Tamam tamam Helena’ya iltifatı abartmıyorum. Bankada çalışan elflerin çok başarılı tasarımlar olduğunu söyleyebiliriz fakat aynı tasarımların kasaların olduğu bölüm için çok yetersiz kaldığını da belirtmeden geçemeyeceğim. Ucuz bir bilgisayar oyununu görüntüsünden daha farklı şeyler bekliyor insan. Bellatrix’in kasasında, hortkuluklardan biri olan Hufflepuff’ın Kupası’nı aldıkları sırada dokunulan eşyaların çoğaldığı ve Gringots’tan bir ejderha yardımıyla kaçtıkları bölümü izlemek oldukça keyifliydi. Bölüm 2’nin diğer bütün Harry Potter filmlerinden ayrıldığı bir nokta da çekimlerin sürekli hareketli yada elde kamera yöntemiyle yapılmasıdır. Hikayeye hakim olan gerginliği filme yansıtmak için böyle bir yöntem kullandığını söyleyen Yates, yapmak istediğini başarmış gibi duruyor.
Harry, geri kalan hortkuluklardan birinin Hogwarts’ta olduğunu anlar ve uzun bir aradan sonra okuluna gider. Fakat artık bu noktadan sonra geri dönüş yoktur. Lord Voldemort Harry’nin okulda olduğunu öğrenir ve bütün yandaşlarını alarak, okula doğru saldırıya geçer. Büyük Hogwarts Savaşı başlamak üzeredir.
Dumbledore’un geçmişiyle yüzleştiğimiz, onunda kusurlu yanlarını gördüğümüz bu son bölüm bu güne kadar doğru bilinen yanlışların ortaya çıkması açısından da oldukça önemliydi. Eski neşesi ve coşkusundan çok uzak, bir Nazi kampı modunda olan Hogwarts’ın müdürlüğünü yapan Severus Snape üzerinde biraz durmamız gerektiğini düşünüyorum. 8 film boyunca değişmeyen bir ustalık, hiç bir zaman aşağıya inmeyen bir başarı grafiği. 1946 Londra, İngiltere doğumlu olan Alan Rickman yerine başka biri canlandırsaydı eminim ki bu kadar etkili olamayacaktı Snape karakteri. Tüm zamanların en büyük ters köşesi benim için Park Chan-Wook’un OldBoy’udur. Bir eserde şimdiye kadar gördüğüm ikinci en büyük ters köşe ise kesinlikle ve kesinlikle Severus Snape karakteridir. Yıllar yılı nefret beslediğimiz, hakkında her türlü kötülüğü düşündüğümüz ve Dumbledore’u öldürdüğünde ölmesini istediğimiz Snape’in gerçekte ne kadar cesur ve ulu bir insan olduğunu, her hareketinin bir plana hizmet ettiğini görmek büyük bir olaydı. Lord Voldemort’un saldırısından sonra ölmek üzereyken Harry’nin akan gözyaşını alması ve buna düşünselinde bakarak öğrendiği gerçekler inanılmaz bir başarıyla yansıtılmış. Bu kadarını beklemiyorduk gerçekten.Zümrüdüanka Yoldaşlığı ve Melez Prens’teki yetersizliklerinden sonra David Yates bu işte ne kadar mesafe kat ettiğini bu bölümde ispatlıyor. Harry’nin annesi Lily ve Severus’un küçüklük hallerini gördüğümüz muhteşem kadrajlar, dumanlı geçişler, hayatla beraber öğrenilmeye çalışılan büyülerin heyecanın ritmi, James (Harry’nin babası) ile Lily’nin tanışmasından sonra Severus’un içine girdiği psikoloji yansıtılırken kulanılan renkler, her şey muhteşemdi. Karanlık tarafta olan Severus, Lily’ye duyduğu aşktan ötürü Dumbledore’dan yardım ister ve bu andan itibaren hayatını Harry’yi gizliden korumaya adar. Böyle bir aşk görmedim ve duymadım şimdiye kadar. J.K.Rowling büyüksün. Alan Rickman’ın Lily’nin ölümü karşısında üzüntüden kahrolan Severus’u bu kadar güzel yansıtmış olması kitapta hissettiğimiz duygunun birebirini filmde de bulmamızı sağladı. Dumbledore’un “After all this time? (Bu kadar zamandan sonra mı?” diye sormasından sonra Snape’in “Always! (Daima!) dediği an kendi içimde, bütün En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini verdiğimi söyleyebilirim Rickman’a. Keşke Düşünseli sahnesinin sonunda Daniel abimiz biraz daha inandırıcı bir performans sergileyebilseymiş. Hayatının en büyük şokunu yaşayan biri bu kadar soğuk kanlı olabilir mi?
Gelelim Hogwarts Savaşı’na.Voldemort ve arkasındaki Ölüm Yiyenlerin yüksek bir tepeden Hogwarts’ı izledikleri bölüm, savaşın ne kadar zor geçeceğinin bir sinyaliydi. Yüksek burçları ve duvarlarıyla savunma avantajlarına sahip olan Hogwarts’ta öğrenciler, öğretmenler ve Yoldaşlık üyeleri var iken, karşı tarafta Ölüm Yiyenler, Ruh Emiciler, Troller ve dev örümcekler bulunmaktadır. Bu arada Profesör McGonnagall’ın canlandırdığı taş asker heykeller Stuart Craig yönetimindeki tasarım ekibinin başarısının bir dışa vurumu olarak dikkat çekiyor. Yoldaşlık Cephesi’nde savaşan At Adamlar ve Hogsmade Halkının filmde gösterilmeyişi ise savaşın boyutlarını biraz daraltmış. Fred, Lupin ve Tonk gibi kilit karakterlerin ölümlerinin gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sahnelerin eksikliği fark edildi. Onun dışında okuldaki kargaşanın aşağı yukarı koşturan insanlarla yansıtılmayacağını da hatırlatmak gerekiyor sanırım. Harry koştururken gözümüzü bir anlığına ondan ayırdığımız takdirde arka plandaki oyuncuların ne yapacaklarını bilmeyen halleri böyle büyük bir projenin yan role verdiği değeri görmemiz açısından önemliydi. Daima heybetiyle görmeye alıştığımız Hogwarts’ın parçalandığını görmek kendi evim parçalanıyor gibi hissetmeme sebep oldu. Yıllarımızı verdiğimiz okul, gözlerimizin önünde eriyordu. En son noktada bile insanlara yardımı esirgemeyen Harry Potter’ın Draco Malfoy’u yangından kurtardığı sahnede ki alev görselleri ise oldukça iyiydi. Yoğun çatışmalardan sonra Voldemort’un güçleri kontrolü ele geçirir. Bu noktada Karanlık Lord, okuldakilere seslenerek Harry’nin kendisine gelmesi halinde okula ve okuldakilere zarar vermeyeceğini belirtir. Harry ölümü kabul eder bir biçimde Karanlık Orman’a doğru gider. Lord Voldemort’un Avada Kedavra büyüsüne karşı koymaz. Fakat Harry daha bebekken ilk saldırısını yapan Voldemort, o zaman bir parçasını Harry’ye aktarmıştır ve bu büyüsü o parçanın ölmesine sebep olöuştur. Bu sırada oğlu Fred’i öldüren Bellatrix’le bir düelloya girişen Moly Weasley kötü cadıyı öldürür ve Voldemort’un en önemli yardımcısını ortadan kaldırmış olur. Neville’in yılan Nagini’nin başını Gryffindorr’un kılıcıyla uçurmasından sonra hortkuluğu kalmayan Voldemort Harry ile bir düello yapar. Fakat kendisine ait olmayan Mürver Asa geri teper ve Voldemort ebediyen ortadan kalkar. Ölüm Yiyenler Azkaban’a gönderilir. Kötülük yenilmiştir. Karanlık günler geride kalmıştır. Fakat savaş sonrasında o kadar büyük kayıplar verdikten sonra herkesin kahkahalar ata ata bir şeyler içmeleri ve Harry’nin Mürver Asa gibi bir asayı eliyle ikiye bölebilmesi kitapla taban tabana zıt olan bölümler olarak dikkat çekiyor. Olaylardan 19 yıl sonra çocuklarını Hogwarts’a göndermeye hazırlanan Harry, Ron, Hermione ve Ginny’nin büyümüş halleri ise oldukça komikti. Oyunculara olgun insan kıyafeti giydirmekle yaşlandırma tekniği, efekt koymayı unutan STV’de bile yapılmıyor yahu. Böyle devasa bir projenin son sahnesi böyle olmamalıydı.
Benim akranlarım ve bana göre biraz daha yaşça büyük çevrelerde fantastik edebiyat denince akla gelen ilk isim Yüzüklerin Efendisi’dir. Karşılaştırmalarını sevmesem de hiçbir zaman tam anlamıyla ısınamadığım Yüzüklerin Efendisi dünyasının aksine İngiliz yazar J.K. Rowling’in kaleminden çıkan Harry Potter ve onun dünyası her zaman beni daha çok heyecanlandırmıştır. Karakterlerle özdeşleşmede daha rahat olduğum, okurken kendimden geçtiğim ve bir sonraki hikayenin çıkacağı günü heyecanla beklediğim günlerin ardından gelen filmler aynı heyecanı bir kere daha yaşamama sebep oldu. Hiçbir filmin kitabın yerini doldurmayacağını bildiğimiz halde düşüncelerdeki imgelerin başka zihinlerce nasıl canlandırıldığını görmek açısından oldukça heyecan vericiydi Harry Potter filmlerini izlemek. Bazen yapılanı beğendik, bazen çok kızdık yapımcılara, yönetmenlere, senaristlere. Fakat üzerine bu kadar konuşmamızı sağlayan ve Harry Potter ateşinin sönmemesine sebep olan filmlere imzasını atan bütün yönetmenlere teşekkür etmek lazım. Chris Columbus, Alfonso Cuaron, Mike Newell ve David Yates. Eksileriyle, artılarıyla bizlere çok güzel deneyimler yaşattılar. Çocukluğumu ve gençliğimi derinden etkilemiş olan Harry Potter’a bu yazı serim sayesinde gönül borcumu ödediğimi düşünüyorum. “Muziplik tamamlandı.”
Bölüm 1’i genel olarak çok beğendim. David Yates beni şaşırtmıştır. Bir eksiklik varsa o da dediğiniz gibi pelerin olayını pek bir atladılar.(İkinci bölümde dahil) Birde Moody’nin ölümü. İkinci bölümden genel olarak memnunum. Ama keşke savaş sahneleri biraz daha uzatılsa ve savaşa giren evcinleri, atadamlarını görseydik. Kesinlikle Tonks, Lupin ve Fred karakterlerine yazık edilmiştir. En azından bu kadar süre bağ kurduğumuz karakterlerin ölümleri beyazperdeye yansıtılmalıydı. Snape’in hikayesi kesinlikle mükemmeldi. Herkesi göşyaşlarına boğdu. Alan Rickman (kitabı okuyanlar için) girişteki hüzünlü haliyle bile bizi bir yas havasına sürüklemiştir. Düellolarda Bellatrix ve Voldemort’un parçalara ayrılmasını hiç beğenmedim. 3D için girişilen bir numara kanımca. Yaşlandırma kısımlarına gelirsek olmamış. O izlediğimiz aslında ikinci kez çekilen veriyon. Çekimler bittikten bir süre sonra tekrar toplandılar. İlk çektiklerini beğenmemişler. Ve oyuncuların açıklamalarına göre ilk versiyonda çok daha yaşlı duruyorlarmış. İkincisinde neden öyle bir şey yapmışlar anlamadım. Kısaca olmamalıydı.
Son paragrafınıza katılıyorum. Bu kadar olay bir seriyi artılarıyla ve eksiklikleriyle bize anlattıkları için içtenlikle teşekkür ediyorum. En önemlisi de Rowling’e. Sanırım hepimiz için muziplik tamamlandı. Ama stüdyo bizim nesilin biraz yaşlanmasıyla bir re-make olayına girecektir diye düşünüyorum.
Kesinlikle bende tekrar çekileceğini düşünüyorum. Aradan biraz zaman geçsin ortalık biraz durulsun, yeni bir Harry Potter serisi izleyeceğiz gibi geliyor bana da. İzlemeliyiz de zaten, şöle hakkını verecek bir yönetmenin elinden gelecek bir seri hakkımızdır. Yazılara yapmış olduğunuz katkılar ve geri dönüşler için çok teşekkür ederim. Sevgiyle ve sihirle kalın.
Bir gün öyle bir şey olduğunda umarım ellerine yüzlerine bulaştırmazlar. Rica ederim benim için büyük bir keyifti. Bu karşılıklı sohbet için bende teşekkür ederim :)
Öncelikle hp’ı ciddiye alıp böyle bir eleştiri yazısı için teşekkürler.Genel olarak bütün seriyle ilgili yorum yazıcam biraz uzun olabilir,
-ilk iki filmin biraz çocuksu olduğunu keşke ilk olarak azkaban tutsağındaki yaşlarıyla başlansa daha iyi olabileceini hep düşünmüşümdür ama Jk R. böyle tasarlamış ve karar verilmiş(saçma bulabilirsiniz)
-Azkaban serinin en iyisi olmayı gerçekten hak etmiştir özellikle yeni karakterler ve karanlığa geçiş çok iyi tanılmıştır.Yönetmenlik ve uyarlanma kusursuzdur.
-Ateş kadehi’ni bu kadar beğenmemenizi anlamadım ama kitap çok iyi olduğundan dolayı böyle bir eleştiryi haklı buluyorum ama konusu ve olayları itibariyle bile bana göre iyi hatta beni ve bir çok kişiyiy seriye yeniden bağlamıştır.
-Zümrüanka keşke daha fazla politik olabilseydi ama özellikle son yarım saatteki artan tempo,müzikler,ve savaş sahneleriyle başarılıdır.
-Melez prenste biraz daha duraklama ve tekinsiz bekleyiş vardır ama mağara sahnesi gibi kitapta gerçekten korkutucu ve geren bir çok öğe varken filmde ne yazıkki aynı duygu yoktur dumbledore’un cenazesi ve kitapta yer alan birçok iyi bölümün filmde yer almaması saçmalıktır.Görüntü yönetmenliği harikadır bunu da belirteyim oscar adaylığı vardır zaten.
-Ö.Y part 1’de gene Melez p. gibi durağan ve daha çok yol filmi gibi geçmiş
-Ö.Y part 2 benim en beğenmediğim filmdir.Kitabın bu kadar iyi olmasında bunun etkisi bir hayli var.İkiye bölünmesinin en önemli nedeni denilen savaş sahneleri ağıza çalınan bal gibi hiç bir etkileyiciliği yok ve aşırı kısa özellikle filmin son sahnesi(büyümüş halleri) ve Neville’ın Voldemortla konuşmaları sinemada bana kahkahalar artırmıştır.Voldemorta gibi korkunç bir karakter son filmde iyice etkisini kaybetmiştir.Bellatrix gibi güçlü bir büyücünün ölümünün bu kadar basit gösterilmesi ne kadar kolaymış halbu ki benim bütün seri boyunca en çok beğendiğim Lupin karakterinin ölümü,yaptıkları ve daha bir çok yan karakterin yaptıkları gösterilmemiştir ki buna göre kitaplara ve seyirciye en önemli saygısızlıktır.Tam olarak hatırlamıyorum ama Grindelwald’un hayıtı ve Dumbledore’la yaşanan olayları yeterince aktarılmamıştı.
-Son olarak seriyle ilgili ben her zaman harry potter evrenini beğenmişimdir (diğer okullar,büyücüler,önceden var olan savaşlar düellolar gibi)ve filmlerde ve kitaplarda sürekli (100
/95) harry’nin üstünden gitmesini beğenmemişimdir.
-Yapılan yüzüklerin efendisi karşılaştırmalarında kaybetmesinin en önemli sebebi bu ve savaştır çünkü LOTR’in 2 ve 3 serileri tamamen savaş filmleriydi aslında fazla hikaye derinliği ve birçok özellik yoktu.
-Oluşturulan atmosferin fantastik (gerçekliliği) aynı (Game of thrones)’un başarılı olmasındaki faktör gibi harikadır. -Ayrıca filmlerin süreleri hem kitaba hemde yapılan epik filmlere göre çok kısadır bu yüzden tam filmin evrenine ve diğer yan unsurlara hakim olamamışızdır.
—-Okuyan varsa teşekkürler…
Doğrudan Azkaban Tutsağı ile başlansaydı kitapları okumamış seyircinin iyice beyni yanardı. Hem zaten ne kadar çocuksu şeyler olsa da ileriye dönük küçük küçük bilgi kırıntıları alıyor ve büyü dünyasını tanıyoruz. O yüzden önemlidir bence ilk iki film. Azkaban candır, seriyi seven bir çok kişinin ben dahil favorisi gördüğüm kadarıyla. Ateş Kadehi hikaye olarak en bomba konuya sahipti belki de seri içinde. Benim kızdığım çok daha hoş bir şekilde anlatılabilecekken bu kadar vasat kalması. Bir çok kişinin beğenmesinin sebebi film değil, hikayedir bence. Yoldan geçen bir adam da çekse insanlar aynı beğeniyi gösterecektir gibi geliyor. Ateş Kadehi’ni Alfonso Cuaron çekseydi mesela dünyadaki bütün en iyi filmler listeleri değişebilirdi bence. Voldemort filmlerde görünüş olarak muhteşem olsa da davranışları Karanlık Lord gibi değil, daha çok kabadayı gibi, külhan beyi gibi esip gürleyip, fevri hareket eden biri olarak resmedildi. Halbuki bizim bildiğimiz Voldemort konuştuğu yerde insanların altına yapmasına sebep olabilecek cinsten bir kötüydü. Daima Harry’nin üstünden gitmesi sanırım Rowling’in başta bir şey yaptık, bu saatten sonra değiştirmeyelim dedi. Çünkü ben de bütün maceralar olurken, Harry tek başına kahramanlık yaparken Ron, Hermione, Dumbledore neler yapıyor neler konuşuyor çok merak ediyordum. Üşenmemişsin yazmışsın, neden okumayalım, ben teşekkür ederim. Harry Potter seven insanlar ile seri üzerine konuşmak çok keyifli her zaman. Saol.
dostum keyifle okuduğum bir yazı olmuş. detayları çok iyi yakalamışsın. neredeyse hemen hemen her konuda aynı fikirdeyim seninle :) özellikle en sonda yüzüklerin efendisine ısınamama konusunda ben de aynı şeyleri hissediyorum. harry potter ın yeri daha farklı. daha canlı daha ilgi çekici ve fantastik bir yanı var sanki. sonuç olarak emeğine sağlık :))
Felsefe taşı kitabını okudum. Diğerlerini de okudum sayılır. Kitaplarına filmlerden sonra okuma fırsatı buldum. Son kitabı filmden sonra acele acele bölük pörçük okudum. Kitaplarına ulaşamadan önce internette o kadar çok araştırdım ki bu seriyi daha kitapları okumadan okumuş kadar bilgiye ulaştım. Bir ara sırlar odasından itibaren adam akıllı okumak istiyorum kitapları.Ancak şunu söylemeliyim ki,kimilerine çok gülünç gelecektir belki ama bu seri 10-20 yıl sonra batı klasiklerine girmek için aday bence, hatta şimdiden.Bu serinin bu kadar başarılı olmasının anahtarı bence şudur; büyük bir özveri ve bağlılık ile yazılıp gerçekçi karakterler yapmak ve inanılmaz olay örgüsüdür. Harry Potter kitaplarında şu vardır, bir cümle bile heba edilmez yani demek istediğim birçok cümlelerde asıl hikayenin ipuçları yatar. Harry Potter büyük bir kasvetin ve derin duyguların olduğu bir kitap. Hikayesi ise akıl almaz. Düşünsenize ana karakterin kendisini feda etmek zorunda kalması. Bu başka kahramanlık filmlerinde de karşımıza çıkabilir diyebilirsiniz, ama onlarda bir başkası gelipte kahramanlık yapıpta kendini feda edebilir, ama hp serinde harry de hortkuluk olduğu için, o hortkuluğu yok etmesi gerektiği için sadece harry’dir kendini feda eden.Ha, tabii ki seride bir çok insan fedakarlık yapmak zorunda kaldı o ayrı ama burada kötünün ölmesi için gereken şey harryde. Bunu nasıl düşünmüşte yazmış J.K.Rowling hayret doğrusu.