Hasan İnce alaylı, aynı zamanda meraklı bir kısa filmci. Diyarbakır’da yaşamasına rağmen onu birçok etkinlikte gördüğümü ve son filmi Mirov / İnsan’ı çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Onun üç filmlik kısa yolculuğunda anılarını, deneyimlerini bizimle paylaşmasını istedim, o da içtenlikle söyledi… İyi okumalar
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Önce seni biraz tanıyalım Hasan, kısa film çekmeye ne zaman, nasıl bir duyguyla başladın?
Diyarbakır doğumluyum. Lisans eğitimimi İktisat bölümünde yaptım. Kısa filme abimin çektiği ‘’Buğdaylar Dökülürken’’ filminde oyuncu olarak başladım. Ardından diğer kısa filmlerinde yapım, reji en son filminde de sanat yönetmenliği ve birkaç tane sinema filminde çalıştım. Benim için büyülü bir yolculuğun ilk adımı olan ilk kısa filmim olan Bir Damla’yı çektim.
Abin Orhan İnce de iyi bir kısa filmci. Onun film çekmende etkisi oldu mu, onun filmlerine yardımcı oldun mu? O senin filmlerine destek bildiğim kadarıyla…
Ben onunla başladım bu yolculuğa. Kendisi sinema okulunda öğrendiklerini bizlere de öğreterek dayanışma içerisinde ilk filminden itibaren çalıştık. Benim sinema ile tanışmamın en önemli sebebidir. Benim filmlerimin ilk aşamasından son aşamasına kadar her türlü desteğini gösterdi. Küçük imkânlarla çektiğimiz filmleri nasıl zenginleştirebiliriz üzerine akılcı çözümler sunarak kendi hayal dünyamı resmetmemde bana çok yardımcı oldu.
Üç tane kısa filmin var bildiğim kadarıyla, dert edindiğin, öne çıkardığın konu ya da anlatım biçimi var mı?
Beni etkileyen bana dert olmuş şeyler bilinçaltımı daha fazla meşgul ettiği için çektiğim şeyleri de direkt etkiliyor. İnsana dair şeyleri anlatmayı seviyorum. Bunu yaparken de hayattan yaşadıklarımdan besleniyorum. Varlığını çok hissetmediğimiz bir kamera kullandım. Çünkü anlattığım hikâyeler bunun için müsaitti. Biraz filmin atmosferi biraz da konusu filmin anlatım biçimini etkiliyor. Şimdi üzerine çalıştığım bir hikâye var onda da önceki kısa filmlerimden farklı olduğu için daha farklı bir anlatım biçimi deneyeceğim.
Mirov / insan son filmin olarak diğerlerinden daha yetkin bir dile sahip, onun çekim hikâyesini kısaca anlatabilir misin?
Bir dönem öğretmenlik yaptığım köyde buna benzer durumları yaşayan öğrencilerim benim bu filmi çekmemde etkili oldu. Oturup beni etkileyen bu olayın hikâyesini oluşturup filmini çekmeye karar vermiştim. Aradan geçen zamanla kâğıt üstünde her şeyi tamamlayıp artık çekime gitme zamanı gelmişti. Canon 550D tripod ve küçük bir strafor alıp köye gittik. Işık ve ses malzemesi de yoktu. Toplamda 4 kişiydik. İlk gün şiddetli yağmur, kar, dolu derken çekim yapamamıştık. Benim de üç günlük iznim olduğundan dolayı ne olursa olsun çekecektim. Yaşlı kadın çok huysuzlanıyordu, neden bitmiyor, hani bir saat sürecekti, burada saatlerdir hep ayaktayım, aynı şeyi yapıyorum diye sürekli söyleniyordu. Ertesi gün çekime gelmedi, yalvar yakar zar zor ikna ettik. Çekimler zor olsa da bir gün de ekstra izin alıp çekimleri tamamladık.
Bir çocuk ile yaşlı kadın arasında geçen çok naif aynı zamanda acıtıcı bir hikâye. Ama ajite katmadan, sakince çekmişsin ve bu da filmine daha üst bir anlam katmış. Ne demek istersin bu konuda?
Bizim büyük dertlerimiz olabilir ve bu dertler ajite edilmeye de müsaittir. Fakat içinizdeki o derdin büyüklüğü anlattığınız küçük şeylerle daha derinden etkileyebilir. Asıl önemli olan şey bir şeyi bağırıp çağırmadan anlatmak olduğuna inanıyorum. Bir şeyi ajite ederek anlatmaya başladığınızda o şeyin sanatsal değerinden taviz vermeye başladığınız an olur. Bu da yaptığınız işin değerini düşürür bence.
Vicdan galiba bu aralar dünyada en fazla aranan, gerekli olan kavram?
Vicdan aslında her insanda olan bir şeydir. Kimileri için her zaman hissedilen, kimileri için de varlığı unutulan bir şeydir. Aslında üçüncü bir şık da var o da günümüzde geçerli olan ve sadece kendi başına bir şey geldiğinde hatırlanan bir kavramdır. Çektiğim kısa filmlerde de vicdanlı olmanın öneminden bahsetmeye çalışıyorum. Bir insan vicdanını kaybetmişse, onu yolundan caydıracak bir iç sesi kalmamış demektir.
Kısa filmin yolculuğunu takip eden, bu anlamda mesai harcayan bir kısa filmci olduğunu düşünüyorum. Sırada ne var?
Bu işin okulunu okumadım, tamamen tesadüfî bir şekilde dâhil oldum bu dünyaya. Öğrenmeye çalışıyorum çektiğim ve çalıştığım filmler bu anlamda ileriyi görmemi sağlayan küçük ışıklar gibi oldu. Bu işi seviyorum ve keyif aldığım bir alan. O yüzden hikâyelerimi oluştururken derdimi kısaca nasıl dile getirebilirim düşüncesiyle yeni arayışlar peşindeyim ve kısa zamanda üzerine çalıştığım bir filmi çekmeyi düşünüyorum.
Bu arada festivallerle aran nasıl, çok fazla festival var hepsinin hakkıyla yapıldığını düşünüyor musun?
Filmimi seçti iyi ya da filmimi seçmedi kötü diye bir şey yok. Hakkıyla yapılan şeylere şüpheyle yaklaşıldığı bir zamanda yaşıyoruz. O yüzden gülerek normal diyorum sadece. Her sene yapılan festivaller artarak devam ediyor. Bu filmini gösterme anlamında iyi bir şey bence. Fakat niceliğin artması demek niteliğin de artacağı anlamına gelmiyor maalesef. Ortalık sadece yapılmak için yapılan festivaller mezarlığına dönüşüyor. Sadece kısa filmlerin gösterildiği festivaller benim için daha önemli, diğerlerinde sanki çeşitlilik olsun diye duruyoruz gibi hissediyorum. Özgün yönetmenler olmalı istiyoruz ya, aynı şekilde festivaller de özgür ve özgün olmalı. Bir ruhu olmalı her festivalin, kendi özgünlüğüyle ön plana çıkmalı. Nasıl ki birbirine benzeyen filmler itici geliyorsa birbirini aynısı festivallerin de çekici bir tarafı olmadığını söylememe gerek yoktur herhalde…
Filmlerin için destek konusuna gelirsek, nereden kaynak yaratıyorsun?
Kendi imkânlarımızla çok küçük ekip ve ekipmanlarla çekmeye çalıştık. Herhangi bir destek olmadan çekmeye çalışmak çok zorluyor. Bundan sonrasında verilen destekler umarım artar. Yerel yönetimlerin, sponsorların artması gerekir.
Bundan sonraki planların nedir, uzun metraj çekme düşüncesi var mı yoksa kısa filmini kariyerine katık mı edeceksin?
Daha yolun çok başındayım. Kısa filmi seviyorum ve kendimi daha özgür hissediyorum o yüzden uzunca bir süre kısa film çekmeye devam edeceğim.
Çoğu kısa film bir fikrin ilk sıçraması gibi, devamı gelmiyor senaryonun. Senin senaryoların nasıl şekilleniyor?
Beni etkileyen, bana dert olan durumlar üzerinden hareket ederek kendi dünyamı yazdığım hikâyelerde şekillendiriyorum. İnsan, inanıp ikna olduğu şeyleri çektiğinde o zaman samimi bir film ortaya çıkmış oluyor. Benim inanmadığım bir şeye başkasının inanmasını beklemek çok boş bir uğraş gibi geliyor. Tabi bu şu anlama gelmiyor. Benim düşündüğüm her şey doğrudur düzgündür diye. Kısa filmlerin aslında en büyük problemi de aslında sizinde bahsettiğiniz mevzu üzerinedir. Çoğunda güzel bir fikir ama kötü bir senaryo vardır. O yüzden o güzel fikri heba etmeden senaryonun gereklerini yerine getirip, karakterinden mekânına filmin atmosferine hizmet edebilecek bütün öğeleri senaryonun yapısına hizmet edebilecek şekilde işleyip ona göre şekillendirmek gerekiyor.
Kısa filmcilerle bir araya gelip dertleşip, konuşup, ürettiğiniz oluyor mu, yoksa dağınık mı herkes?
Kısa filmcilerle ancak festivaller sayesinde tanışıp bir araya gelebiliyoruz. Herkes farklı bir kapıdan kendi kişisel yolculuğuna çıkıyor. Beraber konuşup fikir alışverişinde bulunduğum kısa filmci arkadaşlarım var. Kısa filmde dayanışma içerisinde olmak çok önemli. Zaten zor şartlarda üretip çekebiliyoruz. Birbirimize desteğimiz çok önemli bu noktada. Dayanışma ile daha güzel filmlerin ortaya çıkacağına inanıyorum.
Son olarak neler söylersin?
Bin bir zahmetle çektiğimiz kısa filmlerin daha fazla gösterim alanına kavuşması ve daha çok desteklenmesi dileğiyle…