Tekinsiz bir yurt, katı bir okul, katı mürebbiyeler, bir sürü kız öğrenci, fırtınalı havalar, kasvet, kasavet… Aklınıza Suspiria’nın (1977) geldiğine eminim. Ama Hasta El Viento Tiene Miedo (Rüzgar Korkana Kadar / İngilizce adı şöyle: Even The Wind Has Fear), Suspiria’dan on yıl evvel çekildi.
Bu filmi ilk izlediğimde ciddi ciddi korktuğumu hatırlıyorum. Rüzgar korktu mu korkmadı mı bilemeyeceğim, ama beni bir gece uyutmamıştı. Şimdi izledikten sonra kanaat getirdim ki Carlos Enrique Toboada, Meksika’nın Dario Argento’su. Ve kesinlikle açılış sahnelerinde bir usta! Şöyle söyleyeyim. Bir yurt odasındasınız. Dışarıda yağmur, fırtınayla yağıyor. Şimşekler çakıyor. Fonda dehşetli bir müzik (filmin müziği şimdiye kadar duyduğum en iyi korku filmi müziklerinden). Kabus görüyorsunuz ve yurdun koridorlarında ürkütücü bir kadın sesi adınızı fısıldıyor. Bir anda dehşetle uyanıyorsunuz. Göz hizanızda sallanan bir çift ayak. Ve şimşek çakıyor. Duvarda kendini asmış birinin eğik başlı silueti. Bu sırada camlar, çerçeveler rüzgarın etkisiyle yıkılmakta… Sizi bilemem ama orada ben olsaydım, geri kalan hayatımı saksı bitkisi olarak sürdürürdüm herhalde.
Hasta El Viento Tiene Miedo, imbd’de aldığı 7,6 puanıyla parıl parıl parladığı halde, cennet yurdumuzda göz ardı edilen muhteşem filmlerin kabarık listesinde ön sıralarda. Film pek çok Meksika sinema blog’una ve sitesine göre Meksika’nın en bilinen korku filmlerinden biri. Ve hatta bazılarına göre en iyisi. Kimisi de yakında yazacağım El Libro de Piedra’yı (Taş Kitap/The Book of Stone) gelmiş geçmiş en iyi Meksika korku filmi olarak kabul ediyor. Ben de içtenlikle itiraf ediyorum ki izlediğim en iyi korku filmlerinden biri. Hele de 68 model olduğu düşünülürse.
Film, Meksika’da kız öğrenciler için kurulmuş özel bir kolejde geçiyor. Baş karakterimiz Claudia, sürekli kabuslarla uyanıyor. Kendini asmış bir kız var kabuslarında. Bir de girilmesi yasak olan okul bahçesindeki kule, durmadan aklını karıştırıyor. Doktoruna göre o sinir krizinin eşiğinde genç bir kız. Ancak Claudia, düşünde gördüğü kızı araştırmaya karar veriyor. Bir gün arkadaşlarıyla kilidi açık unutulmuş kuleye giriyor ve rüyalarında gördüğü yerin orası olduğunu anlıyor. Bir de olmazsa olmaz, okul tatile giriyor ve öğrencilerin büyük bölümü okuldan ve yurttan ayrılıyorlar. Sadece Claudia ve bir grup arkadaşı, “bruja” (cadı) dedikleri otoriter öğretmenleriyle, nam-ı diğer Bayan Bernarda’yla beraber okulda kalıyorlar. Çünkü bruja onları kuleye girdikleri için cezalandırıyor. Bruja öyle bir karakter ki, herkesin eğitim hayatında en az bir tane onun gibi öğretmeni olmuştur. Tahmin edileceği üzere olanlar, okulun neredeyse bomboş olduğu bu zamanda oluyor. Claudia’ya seslenen o ses artık sadece rüyalarında seslenmeyi bırakıyor, daha da canlanıyor. Geceleri, uyanık olduğu zamanlarda dahi genç kızı çağırıyor. Bir gece Claudia kalkıyor ve sesi takip ediyor. İki arkadaşı da onu… Ve kulede, kulenin tepesinde bir genç kız görüyorlar. Daha sonra soruşturduklarında, kulede gördükleri kızın, yani Andrea’nın beş yıl önce intihar ettiğini öğreniyorlar. Ancak bu elbette hikayenin görünen kısmı. Madalyonun diğer yüzündeki hikayeyi öğrenmek için, Andrea’nın Claudia’ya neden musallat olduğunu anlamak için kolları sıvıyorlar. Ancak hiç hesapta olmayan bir şey gerçekleşiyor. Ve bundan sonra, aralanan sislerin arkasından gerçekler açığa çıkıyor. Söylemeliyim ki, o “hesapta olmayan şey” gerçekten etkileyici. İzleyiciyi ters köşeye yatırıyor. Andrea Claudia’ya yol gösterecek, o da bu işi çözecek derken bir anda farklı bir noktaya gidiyor film.
Filmde bir gotik filmde olması gereken her şey var. Ürkütücü rüzgar (Uğultulu Tepeler’de bile bu kadar rüzgar esmiyordu), kara kedi, gece sesleri, uçları sivri karakterler, camda birden beliren ve birden yok olan yüz, bahçede beliren hayalet, büyük ve kasvetli eski binalar, karanlık, gölgeler, katı mizaçlı müdire, meraklı öğrenciler, derdini anlatmaya çalışan huzursuz hayalet, onu anlamaya çalışan iyi niyetli kişi, gerçeklerin üzerini örtmeye çalışan eski kafalı insanlar…
Atmosfer, tıpkı Veneno para las Hadas’ta olduğu gibi son derece sade ve buna rağmen son derece sağlam. Görsellik, kusursuza yakın. Sinema severler bilirler, gotik bir korku filmi yaparken ince bir çizgi vardır. Film ya iyi olur, izleyiciyi içine alır ve gerçekten korkmanıza neden olur. Ya da tüm o kasvet, kasavet insanı germekten uzaklaşır. Sıkıcı ve hatta gülünç olur. İşte Hasta El Viento Tiene Miedo ilk kategoride yer alıyor. Film, çok çabuk alıyor izleyiciyi içine. O sakin, yavaş yavaş ilerleyen hikayeye kaptırıyor insan kendini. Gerilim, kontrollü olarak giderek artıyor. Özellikle ikinci yarıdan sonra da tavan yapıyor. Hele Andrea’nın öcünü alacağı anlaşıldıktan sonra zaman geçmek bilmiyor. Gerilim hiç düşmüyor. Nasıl ve ne şekilde olacaksa bu ölüm, derhal gerçekleşsin diye düşünüyor insan.
Hasta El Viento Tiene Miedo, Meksika’da Meksika sineması severlerce “kült klasik” olarak kabul ediliyor. Meskika’da her Dia de los Muertos (Ölüler Günü/Meksika’da kutlanan ve Cadılar Bayramı’nın temelini oluşturan festival) günlerinde, Todos Los Santos (Tüm Azizler Günü) festivallerinde hala gösteriliyor. Hasta El Viento Tiene Miedo, kuşkusuz gotik sinema ve Meksika korku sineması içinde son derece önemli bir yapım. Zaman içinde defalarca taklit edilmiş, feyz alınmış değerli bir film. Ve muhakkak izlenmeli.
Ayrıca küçük bir not; filmde bir de akıllara zarar bir striptiz sahnesi var ki, es geçilmemeli. Ceza olarak öğretmenin ve diğer öğrencilerin önünde soyunan kızımıza diğer kızların bakışları görülmeye değer.
Küçük bir not daha; filmin aynı adla 2007 yapımı bir de remake’i mevcut. Ama kuralı bozamıyor, oldukça başarısız bir kopya.
kesinlikle izlenmesi gereken bir film, seyrettiğimde ödüm kopmuştu.Gothic korku filmlerinin atlanmaması gereken süper örneği. Lokum gibi bir yazı olmuş.