Adam Green’in 2006 yapımı çıkış filmi Hatchet, korku seyircisinin hala tam olarak keşfedemediği bir film. İflah olmaz korku hayranları arasında bile Hatchet’in sınavını vermemiş olanlar çoğunlukta. Bunda filmin vizyonda ses getirmeyip asıl şöhretini DVD piyasasında kazanmasının etkisi büyük. Zaten Hatchet, hem mensubu olduğu slasher türüne yaklaşımı hem de hayatta kalışını DVD raflarına borçlu olması ile tam da buram buram 80’lerin VHS kültürünü hissettiren bir film. Nostalji sevenler kaçırırsa yazık olur.
Ben ve Marcus, New Orleans’taki çılgın festivallerde vakit geçirmeye gelmiş iki gençtir. Ben sevgilisinden yeni ayrılmıştır ve festivalin ruhuna bir türlü uyum sağlayamamaktadır. Sonunda kafasını dağıtmak için bulduğu bir “perili bataklık turuna” katılmaya karar verir ve Marcus da ona takılır. Birbirinden ilginç turistleri bünyesinde barındıran bataklık turu, tur rehberinin sakarlığından ötürü hezimetle sonuçlanır. Grubun botu bataklıkta sıkışır ve bunu acımasız bir sağnak yağmur izler. Yağmurun, bataklığın ve New Orleans’ın meşhur timsahlarının ortasında kalan grup, yolculuklarından şikayet ederken Ben’in hoşlandığı gizemli bir yolcu onlara bataklıktaki asıl büyük tehlikeyi anlatır: Yıllar önce trajik bir şekilde can vermiş ve ruhu bataklığın toprağına bir lanet gibi çökmüş olan Victor Crowley onları avlamak için doğru zamanı beklemektedir.
Korku-komedilerin en büyük trajedisi iki tür arasında dengeyi tutturamamak olsa gerek. Eğer gerçekten çılgın bir aklın eseri değilse, korku-komedi sıfatını alan melez bir filmin daha çok komediye yakınsaması kaçınılmaz oluyor. Hatchet ise ilginç bir şekilde, çok büyük orijinallikler içermemesine rağmen iki türün de gerekliliklerini büyük ölçüde yerine getirmeyi başarmış. Filmin ilk yarısı olan bot turunda karakterlerin tezatlığı size gerçekten kahkaha attıran bazı anlar yaşatıyor (Ben’in durmadan konuyu eski kız arkadaşına getirmesi ve yaşlı turist çiftin tur rehberinin her dediğini düzeltmesi gayet keyifli dakikalardı). Büyük oranda ikinci yarıya kalan Victor’ın katliamı ise gerek gore düzeyi gerekse (katilin bir anda ekranda belirmesi gibi) kullandığı ortodoks slasher hamleleri ile seyirciyi koltuğunda zıplatacak potansiyele sahip. Özellikle filmin makyaj ve gore efektleri çok iyi kotarılmış. Victor’un bir kurbanını çenesinden tutup ikiye ayırdığı sahne, tam da bir korku komedinin ihtiyacı olan, seyirciyi korkmakla kahkaha atmak arasında kaybolmaya sürükleyen bir performans olmuş. Film son kırk dakikasında seyirciye buna benzer pek çok malzeme veriyor.
Ve tabii bir slasher-komedinin (film ne kadar çok sıfat aldı değil mi?) baharatı, içindeki cameo’lardır. Biz film başına bir kült yıldıza şükrederken Hatchet bize iki adet bağışlıyor. Filmin başında Robert Englund, Victor’ın ilk kurbanı olarak kendini gösterirken çoğumuzun sevgisini Candyman ile kazanmış Tony Todd da Reverend Zombie adlı karakteriyle bizde tebessüm yaratıyor. Robert Englund’lı giriş sahnesini filmin geneline kıyasla biraz yavan buldum ancak Tony Todd’un birkaç dakikalık sahnesi, ince mizahı ile hayranlarına güzel bir jest olmuş. Filmin tek eksiği Bruce Campbell, o da iki dakikacık görünse Hatchet resmen korku sinemasına yapması gereken tüm atıflarını tamamlamış olacaktı.
Peki Hatchet’i nasıl seyretmek gerekiyor? Eğer aradığınız kendini ciddiye alan, belli ölçüde mantık çerçevesi barındırmaya çalışan bir slasher ise Hatchet size bunu sunmayacak. Victor Crowley inandırıcılıkla hiçbir derdi olmayan bir karakter. Hatchet, bize karbon kağıdına kopya bir Jason Voorhees arkaplanı verip Leatherface hiperaktifliğinde bir katil sunuyor (Özellikle bazı sahnelerde Victor insanları kovalarken içimden “nerede bu adamın elektrikli testeresi?” demedim değil). Victor’ın ölümden döndüğünü biliyoruz ama “yokedilemezliğinin” kaynağını film hiç sorgulamıyor, zaten biz de çok merak etmiyoruz. Hayatta kalanların karikatürize tasviri bize filmden istediğimizi fazlasıyla veriyor.
Adam Green korku sinemasına güzel tatlar sunan ama gişede hep hezimete uğramış bir isim (Bilet satışlarındaki en büyük başarısı 2010 yapımı Frozen filminden kazandığı 3,1 milyon dolar olmuş). Hatchet de vizyona girdiği tarihte sadece 200.000 dolarlık gişe yapabilmiş bir yapım. İlerleyen yıllarda ise filmin dvdsi sadece Kuzey Amerika’da yarım milyon adet satılmış ve 8 milyon dolarlık bir hasılat gerçekleştirmiş. Bu geç gelen başarı da doğal olarak Green’in Hatchet 2’yi çekmesine vesile olmuş. 2010 yapımı Hatchet 2’yi seyretme fırsatı bulamadım, ancak ilk filmin bende devam filmini seyretme isteği doğurduğunu söylemeliyim. İkinci film için kendime fırsat yaratmaya çalışacağım.
Özetle gerçek bir korku fanatiği iseniz, eski usül slasherları seviyorsanız ve işin içinde biraz da kendiyle dalga geçen bir üslup görmek istiyorsanız büyük ihtimalle Hatchet sizi tatmin edecektir. Hatchet büyük beklentilerin filmi değil, ama beklentisiz bir seyre zevkli bir seksen dakika bağışlayacak bir yapım, orası kesin.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Hatchet yakın dönemde çekilmiş ‘slasher’lar içerisinde en sevdiklerimden biri. Bu arada meraklısı için es geçilmemesi gereken önemli bir not: Crowley rolünü oynayan aktör Kane Hodder’ın daha önce Friday the 13th 7, 8, 9 ve 10. bölümlerinde Jason Voorhees’i canlandırdığını unutmayalım.
sanırım Friday the 13th’e hiç ısınamadığım için bu bilgiyi göz ardı etmişim. Ekleme için teşekkürler:)