Anlaşılan o ki, Vincenzo Natali Cube zamanlarına geri dönmek istiyor. Tıpkı James Wan gibi posası çıkmış bir korku sineması türü olan “tekinsiz ev” fenomenine el atıyor, ancak ondan farklı olarak klişeleri ustaca kullanarak korkutmak değil derdi. Türü, içini dışına çıkararak giydirmeye/izletmeye çalışıyor seyirciye Hayaletli Ev ile…
Ortada mutlak bir başarı yok ve hatta kafası karışık bir film bu ancak bazı sekansları yüzünden de mutlaka izlenmesi gerekiyor, en azından korku sineması meraklıları tarafından…
Filmden kısaca bahsetmek isterdim ancak neresini anlatsam sürprizbozan vermiş olacağım, o yüzden zaten giriş bölümünde açıklanan halinden bahsedeyim. Güzel bir evde yaşayan, mutlu mesut bir Amerikan ailesi düşünün. Bir gün kızları “uyanıyor” ve aslında hep aynı günü yaşadıklarını fark ediyor. Ailesini uyarmaya çalışıyor ama nafile… Sonra anlıyor ki aslında ölüler ve evlerinde yaşayan “canlı” insanlar var. Hikaye bu tersyüz olayından bir seri katil öyküsüne eklemleniyor. Bu da izleyenin üzerinde, yarım saat boyunca Bugün Aslında Dündü izleyip sonrasında The Lovely Bones’a geçmek gibi bir etki bırakıyor.
Vincenzo Natali, Hayaletli Ev’de anlık gerilimi yaratma konusunda oldukça başarılı… Lisa’nın odası, “gizli mağara”, çamaşırhane, garaj sekanslarında gerçekten ürkmeye hazır olun. Hem de birden fazla kez. Dışarı çıktığınızda ise uzun zamandır bu kadar ürkütmeyen çok başarılı bir “sis” gerilimine şahit olacaksınız. Yani bu filmi parça parça izlemek daha zevkli ancak hikayeyi serme kısmında sıkıntılar var. Çok dikkatli bir izleyici değilseniz olay takibini kolayca kaçırabilirsiniz ve ayrıca bu kadar tahmin edilebilir bir hikayede böylesine keskin dönüşler yapmak bir TV seyirliği basitliğine yol açıyor.
Filmi sonuna kadar izlenebilir kılan oyun ise Lisa’yı canlandıran Abigail Breslin’e ait. Filmin bütün yükü de bu genç oyuncunun üzerinde desek yeridir. Little Miss Sunshine’nın gözlüklü ufaklığı büyümüş, hayaletlerle takılır olmuş (Bir dakika! hayalet olan kendisi…)
Hayaletli Ev adını aldığı türe yeni bir soluk getirmeyi amaçlıyor ancak bu temayla uyumsuz bir seri katil meselesini işin içine soktuğu andan itibaren giderek zayıflayan ve en sonunda önemsiz bir seyirliğe dönüşen bir film. Alacakaranlık Kuşağı dizisinin herhangi bir bölümü gibi… Benim gibi iflah olmaz korku filmi meraklıları bu filmde mutlaka sevecekleri şeyler bulacaklardır, geri kalanlara tavsiyem ise filmi olabildiğince dikkatli izlemeleri yoksa perdeye acıklı gözlerle bakıp “bu şimdi niye böyle oldu?” diye sorduğunuzla kalırsınız.