İşte öteden beri yazmak istediğim bir film daha. Benjamin Christensen’in akıllara durgunluk veren çalışması “Häxan”. “Häxan” dünya sinemasında daha çok “Witchcraft Through the Ages” (Çağlar Boyunca Cadılık) adıyla bilinen ve cadılığın, büyücülüğün, şeytani güçlere tapmanın asırlar boyunca gelişimini inceleyen benzersiz bir deneyim, kural-koyucu bir başyapıt. “Kült filmler” dizisinde ilk yazımız Nikos Nikolaidis’in “Singapore Sling: The Man Who Loved a Corpse”u (1990), ikinci yazımız ise Nobuo Nakagawa’nın “Jigoku”su (The Sinners of Hell, 1960) olmuştu. Bu sefer sizi sinema tarihinin ilk yıllarına götürüyorum ve çekildiği dönemde eşi menendi olmayan, hastalıklı, kurnaz ve şeytanca bir sinemasal zekanın ürünü “Häxan”la başbaşa bırakıyorum. Dönemine göre sarsıcı, meydan okuyucu, tabu-yıkıcı ve öncü kült bir film mi arıyorsunuz? İşte size bilinen ilk kült filmlerden biri…
Önce filmin yapım öyküsünü kısaca anlatayım, çünkü burada filmi sinema tarihi açısından bambaşka bir noktaya taşıyan küçük ama önemli bir detay var. Genelde internet üzerinden ulaşacağınız kaynaklarda, 1919 yılında İsveçli bir film şirketinin (Svensk Filmindustri), o güne kadar iki filme imza atmış olan Danimarkalı yönetmen ve aktör Benjamin Christensen’e cadılıkla ilgili bir belgesel çekmesi için teklifte bulunduğu anlatılır. Baştan söyleyeyim, Jack Stevenson’un aktardığına göre bu bilgi yanlış. Christensen zaten Batıl İnançlar konusunda bir üçleme yapmayı kafaya koymuş, bunu da Vitagraph’dan Albert Smith’e açıklamış. Christensen’in yaptığı şey şu. Danimarkada böyle bir projeyi destekleyecek şirket bulamayacağı için İsveç’e gidiyor ve Victor Sjostrom ve Mauritz Stiller gibi isimlere büyük yaratıcı özgürlükler ve ekonomik açıdan iyi imkanlar sunan yapımcı Charles Magnusson’la anlaşıyor. Magnusson’un çalıştığı kurum Svensk Filmindustri.
1919 Şubat’ında sözleşme imzalanıyor. Derken hikaye şöyle gelişiyor. Araştırmalarına başlayan Christensen, Berlin’de bir kitapçıda bulduğu ve cazibesine kapıldığı efsanevi cadılık ve büyücülük kitabı “Malleus Maleficarum”dan (meraklısı için kitabın İngilizce versiyonunun link’ini yazının sonundaki kaynaklar bölümüne ilave ettim) sonra çalışmalarını derinleştirmeye karar verir ve konu ile ilgili ne bulursa toplamaya ve incelemeye başlar (ilüstrasyonlar, büyü kitapları, elyazmaları, cadılar ve cadılık hakkında ne varsa). Christensen’in ön çalışması 2 yıl sürer (özellikle 7 ayrı bölümden oluşan filmin daha belgeselvari duran ilk bölümünde bu ön-çalışmanın başarılı sonuçlarını görmek mümkün). 2 yıl, o güne kadar belgesel nitelikli çalışmalar için görülmemiş bir süre. Hatta bu süre zarfında parası bitince, evindeki antika mobilyaları satıyor adam, sıfırı tüketiyor. Belki de bu nedenle evliliği kötüye gidiyor ve 1920 yılında eşinden boşanıyor. Neyse, Christensen ilk başlarda konunun uzmanı olan akademisyenlerden de faydalanmak ister ama her kimle konuştuysa, filmin yapılmasına şiddetle karşı çıktığını görünce bu konudaki ısrarından vazgeçer. Çekimler 1921 yılının Şubat ayında Danimarka’da başlar ve aynı yılın Ekim ayında biter. Post-prodüksiyon da 1 yıl kadar sürer ve filmin nihai versiyonu ilk defa 1922 Eylül’ünde gösterime girer. Bu uzayan proje süresi filmin maliyetini birkaç misline katlar ve film, İskandinavya Sessiz Sinema Tarihi’nin en pahalı filmi olarak kayıtlara geçer (araştırmalara göre, halâ bu ünvanı elinde tutmaktadır). Ama “Häxan”ın sinema tarihi açısından asıl önemi bence bu değil. Belgesel Sinema Tarihi kitaplarını incelerseniz, sadece görüntülemekle/belgelemekle yetinmeyip, ele aldığı konuyu enine boyuna, derinlemesine inceleyen, sosyolojik çıkarsamalar yapan, meseleyi görüntülerle desteklemek adına gerekirse mizansen kullanan ve ticari gösterime konu olan ilk büyük uzun metrajlı, çığır açıcı, sessiz sinema dönemi belgeseli olarak karşınıza sık sık Robert J. Flaherty’nin “Nanook of the North”u (Kuzeyli Nanook, 1922) çıkar. Tarihsel gerçekler göstermektedir ki, Benjamin Christensen’in “Häxan”ı (Witchcraft Through the Ages) –her ne kadar ilk gösterimi Nanook’tan birkaç ay sonra olsa da- Nanook’un övgülere boğulmasına yol açan birtakım özellikleri bünyesinde ondan çok daha önce toplamayı başarmış öncü bir belgesel olarak değerlendirilmelidir.
“Häxan”ın Sinema Tarihi açısından bir başka önemi de, anlatımında kullandığı çeşitli metotların derinliği ve inceliğidir. “Häxan” basit bir belgesel olarak kabul edilemez, çok sayıda aktör ve aktrisin yer aldığı canlandırmalarıyla, özel efektleriyle, optik oyunlarıyla, set ve sahne tasarımıyla ve çeşitli görüntü hileleriyle “korku ve dehşet sineması” tarihi açısından da büyük önem taşımaktadır. Christensen’in hem filmi hikaye etme biçimi hem de hikayeleri görselleştirme çabası, görüntü yönetmeni Johan Ankerstjerne’nin ve sanat yönetmeni Richard Louw’un unutulmaz katkılarıyla, o tarihe kadar -Georges Méliès‘in bazı çalışmaları haricinde- sinema sanatında pek eşi benzeri görülmemiş nitelikte bir çalışmaya dönüşür. Mesela benim filmdeki favori sahnem cadıların süpürgeleriyle uçtukları sahne. Bu sahne muhtemelen kendinden sonra çekilmiş yüzlerce filmi tek başına etkilemiş bir sahnedir. Seyredin, eminim size de tanıdık gelecektir. “Häxan”da bunun gibi çok sayıda yaratıcı sahne mevcut. Sonuçta bu film; kurmaca, belgesel hatta animasyonun özel bir karışımı olarak kabul edilmektedir.
“Häxan”, yönetmen Benjamin Christensen’i aynı zamanda “Şeytan” rolünde de oynarken izlememiz gibi küçük sürprizler barındırıyor. Genel olarak oyunculukların iyi olduğunu öne süremeyiz ama özellikle çekim teknikleri dikkat çekici. Bu anlamda benim filmde en çok sevdiğim bölüm cadı avını içeren sekanslar. Engizisyon kavramının dehşetinden midir, davalıların kusursuz resmedilmesinden midir nedir, o bölümlere bayıldım. Ankerstjerne’nin kamerası öfkeyi, korkuyu ve çaresizliği yakalamakta son derece başarılı. Filmde sıklıkla kullanılan yakın plan yüz çekimleri bir başka büyük Danimarkalı yönetmen olan Carl Theodor Dreyer’in başyapıtı “La Passion de Jeanne d’Arc”ı (The Passion of Joan of Arc, 1928) etkilemişe benziyor. Hatta sadece yakın plan çekimlerde yakalanan hüzün ve korku değil, mahkeme/yargılama sekansı da Dreyer’in filmi üzerinde etkili olmuş olabilir. Bu arada otoritelerin, Dreyer ve Christensen’in Danimarka Sessiz Sinema Dönemi’nin en büyük iki yönetmeni olduğu konusunda hemfikir olduklarını not düşelim.
“Häxan” sadece içerdiği yoğun grafik şiddet, çıplaklık ve dehşet verici hikayeleriyle değil, cadılık, büyücülük ve cadı avı ile modern çağın hastalıkları arasında kurmaya çalıştığı bağlantılar sayesinde sosyolojik açıdan da söyleyecek sözü olan bir filmdir. Filmin son bölümünde, bazı netameli konularda geçmişte görülen uygulamalarla filmin çekildiği dönemlerde tercih edilen uygulamalar arasında hınzırca bağlantılar kurar Christensen. Bazı konuları tartışmaya açar. Filmin çekildiği dönemdeki (1920 civarı) sosyal ve psikolojik sorunlarla ortaçağdakiler arasında kuvvetli korelasyonlar yakalar, kimi hastalıklar, sapkınlıklar ve suçlar karşısında medeniyetlerin takındığı tutumları karşılaştırır.
Christensen bununla da yetinmez. Filmin bir başka dahiyane özelliğini hikayenin içine ustaca saklar. İlk başlarda batıl inançlar, zihin oyunları ve hastalıklar gibi gösterilen cadılık ve büyücülük faaliyetleri, film ilerledikçe ciddiye alınmaya başlanır, zamanla ete kemiğe bürünür ve anlatıcı (dış-ses) tarafından da kabullenilen korkunç bir gerçeğe dönüşür. Yani ilk bölümde bir belgesel olduğu izlenimini veren film ilerleyen bölümlerde manipülasyonlarını arttırır ve giderek bir korku filmi hatta bir mockumentary (sahtelik içeren “belgesel”) olduğu düşüncesini aşılamaya başlar. Yani Christensen’in “Häxan”ı, Flaherty’nin sahte mizansenler, izleyiciden gizlediği gerçekler ve yaptığı küçük hilelerle “Nanook of the North”u yer yer taşıdığı erken dönem “mockumentary” statüsünde de rakibi olur. Bir önemi de bence budur. Christensen dakikalar ilerledikçe çok tehlikeli sulara dümen kırar, gerçekliği çeşitli yerlerinden eğip, büküp parçalama gayreti içine girer (yani tıpkı “Şeytan” gibi insanları aldatmaya başlar), objektifliğini yitirip belgeseli “belge” olma hüviyetinden koparıp seyircisinin ele aldığı konudan zevk almasını sağlamaya çalışır ve filmin anlatısını farklı okumalara imkan verecek ölçüde zenginleştirir. Bize de şunu sormak kalır. Christensen bunu niye ve/veya neyin etkisiyle yapmıştır?
Bu ilk yazıda detaylı bir inceleme yapmayacağım, yine de merak edenler oluyordur, kısaca değineyim. 7 ayrı bölümden oluşan “Häxan” (Witchcraft Through the Ages) kabaca neyi anlatıyor, ne var bu kült filmde? Cadılık, şeytana tapma, büyü? Din, engizisyon, cadıavı? Şeytan, iblisler, batıl inançlar? İşkence, çarmıha germe, mezar soygunu? Kadın düşmanlığı, çıplaklık, kleptomani? Kan, kemik ve gözyaşı? Ateşte yakma, kırbaçlama, insan kurban etme? Cevap veriyorum. Hepsi! Ve daha fazlası.
Kimsenin bugüne kadar sormadığı bir soruyu sorarak yazımıza son verelim. “Nunsploitation” akımının da dedesi sayılan, bariz bir şekilde “kilise”ye eleştiri okları gönderen, bir aşamadan sonra cadılığı, büyücülüğü ve şeytana tapmayı sanki hoşgörmeye hatta bundan haz alınabileceğini göstermeye çalışan, cadı ve büyücülük faaliyetlerinin modern toplumdaki bireylerin işlediği günübirlik suçlardan ya da ister istemez yaşadıkları krizlerden, ruhsal çıkmazdaki insanların akıl oyunlarından, sanrılamalarından bir farkı olmadığını öne sürmeye cüret eden ve olayı bir medeniyet meselesi olarak ele almaya çalışan “Häxan”ı (Witchcraft Through the Ages, 1922) acaba bizzat “Şeytan” mı çekmiştir, yoksa filmde “Şeytan”ı canlandıran yönetmen Benjamin Christensen mi? Cevap basit. İkisi beraber!..
https://www.youtube.com/watch?v=fMN3i4tUy8M
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
KAYNAKLAR
Paszylk, Bartùomiej. “The Pleasure and Pain of Cult Horror Films: An Historical Survey”, 2009. McFarland & Company, Inc., Publishers, İngiltere.
Stevenson, Jack. “Witchcraft Through the Ages: The Story of Häxan, The World’s Strangest Film and the Man Who Made It”, 2006. FAB Press, İngiltere.
https://www.youtube.com/watch?v=Jl6NvqUM5IM
http://www.acinemahistory.com/2015/11/haxan-1922-witches.html
https://en.wikipedia.org/wiki/H%C3%A4xan
Malleus Maleficarum (İngilizce’ye tercüme edilmiş full versiyon – pdf)