Hayalet Vasıta Mitleri ve Popüler Kültüre İzdüşümleri

26 Mayıs 2016

POPÜLER KÜLT yazıları

Ted Kaczynski’nin peşimi bir türlü bırakmayan bir tespiti var; “teknolojik gelişme sadece bir yönde ilerler ve hiçbir teknoloji tersine döndürülemez”. Bu tespit, insanoğlunun yaşadığı gerçekliğe adapte olma yeteneği de göz önüne alınırsa, tüm varlığımızın özetini çıkarırcasına hala parlıyor.

Tavukla civcivin hikayesi yetiştirme çiftliklerine taşındığından beri yeni açmazımız; “biz mi teknolojinin kölesiyiz, teknoloji mi bizim hizmetkarımız” oldu. Oysa aynı tavuk ve civciv hikayesi gibi, ikisi birden pekala da aynı anda zuhur edebiliyorlar. Lakin Teknoloji aslında şehirli insanın hüsn-ü kuruntusudur. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı için hala uzak bir ihtimalden ibarettir ve güneş, bir yerlerde buğday başaklarının üstünden güne yansımaktayken, teknolojinin gölgesi sadece biz sefil metropollüler için boyundan büyüktür.

İşin uzmanları, yaşadığımız çağa internet çağı ya da yapay zeka çağı diyorlar. Henüz bilim-kurgu neşriyatta bahsi geçen akıllı robotların bir hücresini dahi nasıl yapacağımızı bilmiyoruz ama Terminator evreni hepimizi korkutuyor. Çünkü analogdan dijitale geçişimiz son derece ani ve beklenmedik oldu. Açma-kapama düğmesinin yerini, kendi kendine kararlar veren makineler almaya başladı ve biz şimdiden dünyayı robotların ele geçirdiği alternatif bir geleceğin korkusuyla titriyoruz. Çünkü biz, insanoğlu, ezelden beri bilinmeyenden korkular devşiririz. Genimizde var bu, kendimize engel olamıyoruz.

İnsanın binlerce yıllık yolculuğu sırasında hikayeler efsanelere, efsaneler mitlere, mitler masallara dönüştü. Bu yolculuk sırasında, her dönemin teknolojisinden lanetler yarattık ve bu lanetlerden, tatlı ve keyifli bir ürpertiyle sakındık. Çünkü bilirsiniz; efsaneler anlatılmak, lanetler ise sakınılmak içindir.

Teknoloji Kendi Mitlerini Yazıyor

Şehirli insanın sadece kendini ilgilendiren ve dünya ülkesinin kırsalında, dağında, bucağında yaşayanları hiç de tedirgin etmeyen efsaneleri var. Tıpkı kırsalın kendi efsaneleri olduğu gibi… Çünkü gemiye binmesi son derece uzak bir ihtimal olan bir dünyalının, hayalet gemilerden korkması son derece absürt olur. Örümceksiz memleketlerde kimse örümceklerden korkmaz zira.

Hayalet uçakların, tayf otomobillerin ve kaynağı belirsiz anomin internet videolarının laneti; Tibet dağlarındaki bir keşişin endişe duyargalarını gıdıklamaz bile. Çünkü bu “yeni mit” ve tüm bileşenleri, bizim ormanımızın efsaneleridir. Birer uzay çağı metoforu olarak da, bizim hayatımıza dahil olurlar. Şehirlilik gezegeni, kendi mitleri üzerinde yükselen içi boş bir kaledir zira. Tarih boyunca da bu içi boş kale, dönemin teknolojisinin tedirginliğinin ve coğrafyanın getirdiği engellerin masallarıyla dolduruldu durdu.

Malaysia Havayolları 370Kısa bir süre önce Malaysia Havayolları’na ait 370 sefer sayılı uçağın birden bire kaybolması ile konuyla ilgili anında üretilen şehir efsanelerine gark olduk. Kimileri uçağı uzaylıların kaçırdığını iddia ederken, kimileri de uçağın bir kara deliğe ya da zaman tüneline girmiş olabileceğini iddia ediyordu.

Uyduların teker teker insanları bile gözetleyebildiği bu çağda, koca bir yolcu uçağının adeta yer yarılıp – bu hikayede gök yarılıp olsa gerek – içine girmesi, mit mekanizmalarını da çalıştırmıştı. Oysa 370 sefer sayılı uçak ne ilk kaybolan uçak, ne de lanetli hava araçlarına dair anlatılacak son hikaye olacak. Ama son teknoloji uçaklara gelmeden önce, bir diğer çağ atlatan “makine”ye bakmak gerekiyor; aydınlanma çağının denizler aşırı giden yelkenli kadırgalarına…

Hayalet Gemi Kültü ve Popüler Sinema

Liman kentlerinde anlatılan hayalet gemi hikayelerinin bolluğu, insanı hayrete düşürüyor. Titanic gibi batmaz denilen gemileri bile yutan koca okyanusların, kagırgaların boyunu aşan dev dalgaların ve uçsuz bucaksız mavinin tam olarak kaç gemiyi yuttuğu belirsiz. Keşifler çağında nice cesur kaptan ve mürettebatı, çıktığı yolculuktan hiç dönemedi. Yeni dünya hayalleri, sonsuz ve derin bir mavinin kalbinde kabus olarak son buldu. Antik çağda yitip giden gemiler ise, çoktan unutuldu gitti. Zaten lanetli gemi dendiğinde ilk önce akla Mary Celeste ve Flying Dutchman geliyor.

Hayalet Gemi Flying Dutchman

Mary Celeste, 1872’de çıktığı yolcukta kaybolmuş, 1885’te bulunduğunda gemide mürettebat ve kaptan hariç her şeyin yerli yerinde olduğu tespit edilmişti. Geminin ne ticari kargosuna dokunulmuştu, ne de mürettebatın eşyalarına. Yiyecek ve su stoğu olduğu gibi duruyordu. Gemide hiçbir çetin fırtına izi de yoktu. Mary Celeste bulunmuştu bulunmasına ama; mürettebatın, kaptanın ve ailesinin nereye kaybolduğu hiç çözülemedi. Mary Celeste’nin hala okyanuslarda gezindiğine ve fırtınada ölecek denizcilere göründüğüne inanılıyor.

Flying Dutchman ise asla limana varamayan ve sonsuza kadar okyanusları dolaşmakla lanetlenmiş bir gemi. 17. yüzyıldan beri binlerce denizci tarafından görüldüğü iddia edilmiş ve yüzlerce esere konu olmuştur. Hatta II. Dünya Savaşı sırasında bir Avustralya savaş gemisinin gönderebildiği son mesajın sadece “Flying Dutchman” kelimelerinden oluştuğu iddia edilir. İddiaya göre, bu savaş gemisine daha sonra ulaşılmış, ancak mürettebata dair hiçbir iz bulunamamıştır.

Flying Dutchman, halayet gemi mitinin kalbi olarak ondan fazla romana konu oldu ki en bilineni Frederick Marryat’ın 1839’da yayınlanan gotik romanı The Phantom Ship’tir. Flying Dutchman ayrıca operalara konu olmuş, ressamların tuvallerine hapsolmuş ve modern çağda sinema perdesini defalarca ziyaret etmiştir.

Amerikalı ressam Albert Pinkham Ryder’ın The Flying Dutchman tablosu, dönemin romantik deniz ve gemi tablolarından ayrılır. İşin uzmanlarına göre, Ryder’ın Flying Dutchman’ı modernist öğeler barındırır. Ancak mitten romantik bir imge çıkaranlar da var. Gizem ustası Albert Lewin’in “Pandora and The Flying Dutchman”ı (1951) gibi.

Dönemin en büyük yıldızlarından Ava Gardner ve James Mason’u buluşturan bu klasik film, gizemli bir kaptan ve ona aşık olan çekici bir kadının hikayesini, romantik ve sisli bir üslupla aktarıyor. Bu bağlamda filmin 1943 yapımı The Ghost Ship‘ten daha başarılı olduğu söylenebilir. 1952 yapımı Ghost Ship ise, doğrudan hayalet gemi mitini işleyen ilk filmlerden. Filmin 2002 yapımı bir de remake’i mevcut.

Hayalet Gemi Filmleri

John Carpenter klasiği The Fog (1980), küçük bir balıkçı kasabasına musallat olan yüz yıllık hayalet gemi Elizabeth Dane’in zombimsi hayalet mürettebatıyla mücadelenin hikayesini işliyor. Mite döneminin öğelerini de ekleyen ve bu nedenle çoktan kültleşen bir film. Gerçi 70’lerin sonlarında, 80’lerin başlarında pek çok zombili hayalet gemi filmi var. Ancak The Fog, açık ara önde.

Dönemden bir de B-Film analım; İspanya’da Tabernas Çölü’nden bolca spagetti western çıktığı bir dönemde yüzünü denize dönmüş bir hayalet gemi filmi olan El Buque Maldito‘dan (1974) bahsedelim. 17. yüzyıldan kalma bir gemideki “şeytana tapan tapınak şövalyeleri”nin zombimsi-mumyamsı hayalet bedenlerinin insanlara saldırdığı El Buque Maldito, bir B filme yaraşırcasına, berbatımsı makyajları ve ortalamanın hemen altı senaryosuyla, bir tür filmi olarak tam da beklendiği kadar bir film.

Hayalet gemi faslını kapatırken, 2009 yapımı Triangle‘den bahsetmemek olmaz. Zira Christopher Smith’in yönettiği Triangle, hayalet gemi mitini bir diğer mitle, Bermuda Şeytan Üçgeni ile birleştiriyor ve hikayeyi sündürmeden derdini anlatıyor.

Hayalet Otomobiller ve Uçaklar

Aslında hayalet gemi mitleri ve hayalet gemi filmleri bitmek bilmiyor, ancak tüm anlatıyı onlara ayıracak değiliz. Yelkenlerin yerini, Amerikan yerlilerinin “şeytanın dışkısı” dediği petrolün ve dolayısıyla benzinin keşfine bıraktığı yıllara gelelim.

Türkiye’de tayf, yani hayalet otomobil olarak bir “beyaz Toros” efsaneleşmedi, ancak devletin demir yumruklu katili olarak herkes tarafından tanınıyor. Rusya’da ise, kökeni büyük ihtimalle insan kaçırmalara dayanan bir hayalet otomobil miti mevcut. 60’lı ve 70’li yıllarda Sovyet Rusya’nın çeşitli bölgelerini kasıp kavuran Volga marka bir siyah otomobilden bahsediliyor.

Siyah Volga

Bu siyah camlı Siyah Volga, sürücüsü bilinmeyen ve gecenin zifirini sokaklara akıttığı saatlerde piyasaya çıkan bir araç. Ukrayna, Beyaz Rusya, Polonya ve hatta Moğolistan’da bile anlatılan Siyah Volga’yı bazı hikayelerde papazlar, bazılarında rahibeler ve bazılarındaysa şeytana tapan satanik okült toplulukların liderleri kullanıyor. Bazı modern yorumlarda Siyah Volga’yı organ mafyasının ya da KGB’nin kullandığı da söyleniyor. Siyah Volga, ışıklarını hiç açmıyor ve hızlıca geçtiği sokaklardan insanları kaçırıyor.

Moskova’nın hayalet ambulansı, Londra’nın hayalet otobüsü, Cape Town’un zıplayan Renault’su, New York’un insan kaçıran metro vagonu ya da Stockholm’ün hayalet metro treni Silverpilen; dünyanın çeşitli yerlerinden öne çıkan hayalet araç mitlerinden. Öte yandan hayaletli otomobil hikayeleri de bolca mevcut ki, onlar da kazalarda ölen sahipleri tarafından musallat olunmuş otomobilleri kapsıyor. En ünlüsü herhalde James Dean’in Porsche Spyder’ı olsa gerek.

Otomobil, günümüzde insanoğlunun en çok ilişki kurduğu vasıta. İnsanlar, her gün gemiye ya da uçağa binmiyor, ama muhtemelen her gün en az bir kere otomobil benzeri bir araç kullanıyor. Üstelik bu çağ, insanın otomobili ile çok özel bir ilişki geliştirdiği bir çağ. Post-apokaliptik neşriyatın da gazıyla olası bir teknolojik kıyamette otomobiline güvenen, Mad Max evreni gibi bir evrende, yalnız kovboy olarak yollarda akacağını düşünen, hatta bir zombi kıyametini bile Land of The Dead‘deki (2005) modifiyeli “Dead Reckoning” isimli zombi katili araba gibi bir araçla atlatabileceğine inananlar, pek azımsanacak gibi değiller. Zaten bu nedenle olsa gerek, hayalet otomobil kültü, meş’um teknolojiler arasında sinemada ve popüler kültürde kendine en çok yer bulan külttür.

Katil otomobil ya da hayalet otomobil popüler sinemada adeta bir alt türe dönüşmüş ve defalarca özellikle de 80’ler boyunca ucuz B-filmler olarak izleyiciyle buluşmuştur. Arada Stephen King uyarlaması, John Carpenter imzalı Christine (1983) gibi, kalbur üstü ve stil sahibi işler mevcut olsa da, genel olarak bu tür, istismara en açık teknoloji bağlantılı alt-türdür dersek yanlış olmaz. Ayrıca türün fazlaca testesteron salgılattığı da kayda geçsin lütfen.

The Car

1977 yapımı The Car, tüm külliyat içinde Siyah Volga mitinin Amerikan versiyonu gibi bir yere oturuyor. Tür içindeki en iyi filmlerden olan The Car, karanlık ve gotik yanıyla dikkatleri çeken küçük bir film. Siyah camlı Lincoln, küçük bir kasabada terör estirirken, insanların çaresizce bir otomobile yenilişlerini izlemek, insanların otomobillerini daha çok sevmesine nasıl sebep olur doğrusu bilinmez.

Bu arada Steven Spielberg klasiği Duel‘den (1971) söz edilmezse olmaz. Aslında otomobil takibi filmleri başka bir tür oluştursa da Duel, izleyicide neredeyse bir hayalet araç hissi veren Peterbilt kamyonetin yapabileceklerini gösterirken, olaya hiç de minimal yaklaşmamış.

Wheels of Terror (1990), The Hearse (1980) ve Black Cadillac (2003) türde öne çıkan diğer işlerden. Ayrıca The Ambulance (1990) ve The Midnight Meat Train (2008) da hayalet araç kültüne dahil edilebilecek, kayda değer işlerden. Bu arada tür içinde bana göre özel bir yere oturan Dead End (2003) ve Wind Chill (2007) ise, gerçekten de klasik tür filmi olma özellikleri taşıyan özel işlerden.

Yer üstünde hayalet otomobil mitleri takip üstüne kuruluyken, gökyüzünde hayalet uçaklar ise büyük ölçüde klostrofobi üzerinden hikayelerini anlatırlar. Eastern Airlines’ın 401 sefer sayılı uçağı, 1972’de Florida bataklıklarına çakıldığında, hayatını kaybeden 101 kişi muhtemelen arkalarında bu kadar büyük bir mit bırakacaklarını bilmiyorlardı. Söylendiğine göre Eastern Airlines 401 sayılı uçak, aniden bölgede uçan uçakların önüne çıkıyor. Bazı vakalarda hayalet uçakla karşılaşan uçakların düşmekten son anda kurtulduklarından bahsedilir.

Bermuda şeytan üçgeni civarında uçan kimi yolcu uçakları, II. Dünya Savaşından kalma olduğunu düşündükleri savaş uçaklarıyla bir süre yan yana uçtuklarını, sonra söz konusu uçakların aniden yok olduğunu rapor etmişler. O uçaklar, pekala da Amerikan ordusunun şeytan üçgeninde 1945’te birden bire kaybolan 19 sefer sayılı savaş uçakları olabilir. 19 sayılı uçuşun yıllar sonra 90’larda aniden ortaya çıktığına, hem pilotların, hem de uçakların olduğu gibi kaldığına dair bir mit de anlatılıyor. Bu mite göre, uçaklar ve pilotlar, gizli bir merkezde ordu tarafından hala inceleniyorlar.

Göklerin bir de Flying Dutchman’ı mevcut. Kuzey İtalya’da “Pippo” adında nereden geldiği, hangi model olduğu ve kimin kullandığı bilinmeyen, “tarafsız” bir uçaktan bahsedilir. Söylenene göre bu uçak II. Dünya Savaşı yıllarında Kuzey İtalya üzerinde uçar ve gördüğü herkese ateş edermiş. Bir anda ortaya çıkar ve aniden yok olurmuş.

Hayalet Uçak Filmleri

Konu engin ancak, hayalet uçak filmleri çok eskilere gitmiyor. Daha çok son dönem örnekleri anabiliriz. 407 Dark Flight (2012), Twilight Zone bölümü “Nightmare at 20000 Feet” (1963), Altitude (2010), Passengers (2008), The Horror at 37,000 Feet (1973) ve Flight 7500 (2014) hayalet uçaklara dair ilk akla gelenler. Ayrıca türde çok özel bir yere oturan Night Flier (1997) kesinlikle es geçilmemeli. Çok bilinmeyen, ancak türler arası bir film olan Night Flier, enteresan bir vampir filmi aslında.

Gökyüzünün mitleri faslını da kapatırken; Event Horizon‘u (1997) da anmayı uygun gördüm. Daha türü bile oluşmamışken Event Horizon, seneler önce bize “hayalet uzay gemisi” kavramını armağan etti. Ama bu tür kısır kaldı. Çünkü belli ki insan gidemediği yerlerin gerçek efsanelerini de anlatamıyor.

Neyse ki dünya hala bize çok büyük ve kuşlar uçuyor… Ama bir yandan tüm teknolojimize, gözetleme yeteneğimize ve radarlarımıza rağmen; bugün bile okyanuslarda ve göklerde aniden yok olup giden araçları açıklayamıyoruz. Sokaklarda bilmediğimiz bir otomobil üstümüze gelirse, aklımıza gelen şeytana hizmet ettiği oluyor. Görünüşe göre gezegenin telaşsız dengesine yeniliyoruz, çok açık. İyi ki… Yenilgimize rağmen, gezegenin tarafındayız. Belki gezegen, bir gün kullanacağımız öngörülen temiz enerjili araçları yutmaz ne dersiniz?

Öteki Sinema için yazan: Ezgi Aksoy

blank

Ezgi Aksoy

Sinema yolculuğu 80’li yıllar korku filmleriyle başladı. Ucuz filmlerle büyüdü. Sinema, yazından sonraki en büyük tutkusudur. Şuan LeMan, yeniHarman ve Bayan Yanı’nda araştırma dosyaları ve populer kült yazıları yazmakta ve medeniyet üzerine kafa yormaktadır.

2 Comments Leave a Reply

  1. Yeni harman dergisini sizin yazılarınızı takip etmek için alıyordum. Artık yeni harman da çıkmıyor, yeni ufuk açıcı şeyler öğrenemeyeceğim diye üzülüyordum. bu siteyi bulduğuma çok sevindim. Yazılarınızın devamını diliyorum.

  2. Çok teşekkürler. yeniHarman evet yayın hayatına son verdi. Ama burada, Öteki Sinema’da da yazmaya devam ediyoruz, ayrıca yazılarım Bayan Yanı ve Kara Karga dergilerinde de yayınlanıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Acıklı Bir Yeşilçam Hatırası: Kırık Plaklar

Plak mefhumunun başka medyaların sahip olamadığı duygusal bir tarafı var
blank

Salazar Dönemi Filmleri

Rejimini daha muhafazakar bir tabana oturtan Salazar: “Futbol olmasaydı, bu