İnsanı en çok etkileyen sinema türlerinden bir tanesi hiç şüphesiz ki “korku”dur. Bazı insanların korkularının altında çocukken izlediği filmlerin yattığını söylemek pek de yanlış sayılmaz. Bu durumda akla temel bir soru gelebilir: “İnsan korktuğu halde neden korku filmi izler?” Bu soruya yanıt vermek kolay değildir. Ancak korkunun da tıpkı gülmek, ağlamak gibi insani bir duygu ve ihtiyaç olduğunu göz önünde bulundurursak sorunun çerçevesini daraltabiliriz. Nasıl ki bir insan aşk filmi izlediğinde mutlu oluyor, bir dram filmine tanıklık ettiğinde üzülüyorsa; korku filmlerini izlediğinde de (türün başarılı örneklerini) korku ve kısa süreli panik duygusu yaşar. Bu konunun detaylarına girmek yazının amacı değildir ancak karmaşık denklemde bir sonuca gidebilmek için bir çıkarım yapmak gereklidir. Yapımcı-izleyici arasındaki ilişkiden yola çıkarak yapılacak denklem ise birbirleriyle bağlantılı halkalardan oluşmaktadır:

İnsanın korkularını harekete geçirmek için yapımcı-yönetmen korku filmi yapar. İzleyici (insan) korkularının harekete geçirilmesi (ki bundan haz duyanlar da vardır) için o filmi izler. Tanıklık, bazen insanın (izleyicinin) yaşantısını etkiler. Böylece sanal bir dünya olan beyazperde vasıtasıyla yaratılan korku, gerçek dünyaya aktarılır. Yani gerçek dünya, korku sinemasından etkilenir. Bu durumda korku filmleri, gündelik yaşamın birer parçası olur.

Korku sinemasının bu etkisi ise temel olarak iki yönlüdür. Bir tarafta insan doğasını etkilerken, diğer taraftan da hayatın sürecine dahil olur. Her şeyden önce insanın duygu ve davranışlarını doğrudan ya da dolaylı olarak etkiler. Bu bağlamda korku sinemasının yarattığı klişeler, bir olay karşısında reaksiyon verecek insanın tepkilerini şekillendiren devinimi sağlar. Tepkilerimizi şekillendiren tecrübelerdir ve yaşamadığımız ya da hiçbir zaman yaşayamayacağımız bir tecrübeyi ise sinema filmlerinin senaryolarından öğren(ebil)iriz. Sanal ortamda edindiğimiz bu tecrübe tepkilerimize yön verir. Şöyle ki, gerçek dünyada bir zombi saldırısına maruz kalmak imkânsızdır. Ancak pek çok insan böyle bir durumda nasıl tepki vereceğini bilir. Ya da kimi insanın aklına ışıkları kapattığında hayatını etkileyen bir korku filmi sahnesi gelir. Issız bir yolda arabası bozulan biri, benzer durumla karşılaşan ve sonu ölümle biten film kahramanlarını hatırlar. Bir önsezi duyduğunu ve uçağın düşeceğini söyleyen histerik bir yolcu, diğer yolcuların panik olması için yeterlidir. UFO görmemiş bir insan bile, gece yarısında gördüğü bir ışığı filmlerden tanıdığı uçan cisimlere benzetebilir. Filmin en heyecanlı sahnesinde “hayır, o yöne gitme” denilen karakter ise aslında kendimizden başkası değildir. Çünkü filmde izlediğimiz sahne ile bir gün karşılaşacak olduğumuzda doğru tercihi yapmak için o filmi hatırlayacağımız aşikârdır.

blank

Korku sineması yalnızca tepkilerimizi, davranışlarımızı ya da karar alma sürecimizi etkilemez. Büyük bir endüstri olarak hayatın içine de girmiştir. T-shirtlerden, hediyelik eşyalara; oyuncaklardan, dekoratif aksesuarlara kadar pek çok üretim alanına az ya da çok dahil olmayı başarabilmişlerdir. Öyle ki, 2009 yılında Sevgililer Günü’nde, “My Bloody Valentine” (Sevgililer Günü Katliamı, 2009) filminin üç boyutlu yeni versiyonu (remake) gösterime girmiş ve aşkın hatırlandığı bir günde korku yerini almış, hatta ülkemizde 100.000’in üzerinde gişe yapmıştır. Eğlence mekânlarından biri olan lunaparklarda ise “Korku Tüneli” en çok rağbet gören yerlerdendir. Bunlar genel örneklerdir ve somut örnekler ile (2000-2012 arası) ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır:

* Amerika Birleşik Devletleri’nde Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (Centers for Disease Control and Prevention), zombi istilasına karşı yapılması gerekenleri yayımlar,

* Yine Amerika Birleşik Devletleri’nde Baltimore Üniversitesi’nde (University of Baltimore) yaşayan ölüler üzerine bir ders açılır,

* Michael Jackson’un 1983 yılında “Thriller” adlı şarkısına çektiği 14 dakikalık klip tüm dünyada bir ekol haline gelir ve 2006 yılından itibaren dünyanın pek çok ülkesinde aynı anda gerçekleştirilen bir etkinliğe dönüşür, dans gösterilerine on binlerce amatör ve profesyonel dansçı katılır,

* Fransa’da Georges Cesux adlı girişimci, Michael Douglas’ın oynadığı “The Game” (Oyun, 1997) adlı filmden esinlenerek “Son Gerçek” (Ultime Réalité) adlı bir şirket kurar ve müşterilerine para karşılığında rehin alınma, işkenceye maruz kalma, hatta diri diri gömülme hizmetlerini sunar,

* Özellikle 2000’li yıllardan sonra çekilen korku kategorisi altında değerlendirilen (?) işkence filmlerinin artmasından mıdır bilinmez ancak, Uluslar Arası Af Örgütü, Avrupa Birliği (AB) üyelerini, yasaklanan işkence aletlerinin ihracatını yapmakla suçlar[1],

* Fransa’da televizyonun yönlendirme gücünü amaçlayan deneysel bir belgesel olan “Ölüm Oyunu”nda yarışmacılar, rakiplerinin yanlış verdiği cevaplar karşısında, seyircilerin de baskısı ile rakiplerini cezalandırır (elektrik şoku yiyen yarışmacılar aslında oyuncudur ancak seyirci ve diğer yarışmacılar bundan habersizdir),

* Medya, korku karakterlerine haberlerinde yer verir ve İngiltere’deki bir kreşte dehşet saçan iki yaşındaki kız “Chucky” lakabıyla halka duyurulurken, Tayland’da trafik kazasında ölen nişanlısıyla evlenen bir adamın haberi Tim Burton’un “Ölü Gelin” (Corpse Bride) filmiyle manşet edilir,

* Hayatın bir yansıması olan sanat da korku filmlerinden ve onun yarattığı korku kültüründen etkilenir, 2009 yılında Milano Moda Haftası’nda, Valeria Marini adlı modacının “Kanlı Kreasyonu” ilgi çeker,

* Brezilya’da tartışma konusu olan Gil Vicente’in, dünya liderlerini öldürme konulu eskizleri Sao Paolo Sanat Bienali (Sao Paulo Art Biennial)’nde sergilenir,

* Jenni Tapanila adlı aykırı fotoğrafçı şiddet, cinsellik, fetişizm ve ölüm üzerine fotoğraflar çeker,

* New York Times’ın magazin sayfasında Alex Prager’ın yönettiği “Touch of Evil” (Şeytanın Dokunuşu) adı verilen video çekimlerinde, aralarında Brad Pitt, George Clooney, Glenn Close gibi isimlerin de bulunduğu 13 ünlü yıldız, sinemanın kötü karakterlerine bürünür,

* Ülkemizde Mehmet Turgut, “46” dergisi için uzun bir süredir ünlülerin yer aldığı korku konulu fotoğraflar çeker,

* Korku, korkuyla paralel bilimkurgu ve fantastik filmler de yaşamımızın, sanatın, hatta mizahın bir parçası olur. Çin’deki bir modern sanat sergisinde Şu Yong’un yaptığı “The Terminator” (1984) filminin oyuncusu Arnold Schwarzenegger yorumu, Taylandlı heykeltıraş Roongrojna Sangwongprisarn’ın Alien-Predator sentezi olan motosiklet tasarımı ya da fotoğraf üzerinde değişiklik yaparak farklı bir sanat icra etmeyi amaçlayan “Worth1000” adlı sitenin en çok ilgi gören yarışmalarından biri olan Yıldız Savaşları (Star Wars) karakterlerinin önemli sanat eserleriyle sentezi, bunlar arasında gösterilebilir (Konu bilimkurgu olunca pek çok klasik edebiyat ve sinema uyarlamalarında öngörülen teknolojik gelişmeler günümüz ve geleceğin ürünlerine ilham vermektedir).

blank

Örnekleri arttırmak mümkündür ve sayfalar süren bir dizin yapılabilir. Ancak anlatılmak istenen korku filmlerinin hayatımıza girmiş olduğudur. Yalnızca korku değil, korkuyla paralel diğer spekülatif türler de birer parçamız olmuştur. Yarattığı kahramanlar ya da anti kahramanlar bizden biri haline gelmiştir (Bu yalnızca korku için değil, sinemanın, televizyon dünyasının tüm karakterleri için de geçerlidir). Sinema karakterlerini anımsatan maskelerden oyuncaklara; kıyafetlerden aksesuarlarına kadar pek çok endüstriyel ürün gerek sanal ortamda gerekse alışveriş mağazalarında satışa sunulmuştur. Bu ürünler bazen hayat kurtarırken (2009 yılında Tayland’da üçüncü katın pervazına çıkan ve inmeyi reddeden otistik bir çocuk, hayranı olduğu ‘Örümcek Adam’ kılığındaki bir itfaiyeci tarafından kurtarılır) bazen de kötü amaçlar için kullanılır (2010 yılında New York’ta ‘Kedi Kadın’ kostümü giyen bir kadın soyguncu ayakkabı mağazasını, ‘Darth Vader’ kıyafeti giyen bir soyguncu ise bir bankayı soymuştur). Her ne amaçla olursa olsun, çocukluğumuzda ya da sonrasında bilinçaltımıza film karakterleri bir şekilde dahil olmuştur. Bu durumda Amerika Birleşik Devletleri’nin Wisconsin Üniversitesi’nde (University of Wisconsin) yapılan bir araştırmanın dediği gibi “korku filmi izlemek insanda kalıcı korkular yaratır” tezine mi itimat etmek, yoksa “sanatın bağımsızlığı” ilkesine mi itimat etmek gerekir? Bu tartışma uzun yıllar süregelecek bir tartışmadır ve yeni bir soruyu/soruları da beraberinde getirir: “Bir sanatı yasaklamak çözüm müdür?”

Eğer korku kültürü hayatımıza bu denli dahil olabilmişse bu, kesinlikle dayatma ile değildir. Bazı sebeplerden dolayı insanoğlu bu kültürü kabul etmiştir. Yapılan araştırmalar, gerek sinema ile gerekse de diğer sanat dallarıyla işlenen “korku” öğesinin olumsuz yönlerini ortaya çıkarıyor olsa da uzmanların görüşleri (ki onlar özgür-bağımsız iradeye sahip birer insandır), kimi yasaklamaları meşru kılar mı? Bu türe ilgi duyanların (ki onlar da özgür-bağımsız iradeye sahip birer insandır), toplumsal normlar ve toplumsal kurallar mazeret gösterilerek düşüncelerini ifade etmesine ya da sunulan eserleri izlemelerine engel teşkil eder mi? Eğer yanıt evetse korku filmlerinden farksız bir hayatta yaşıyoruz demektir…

KAYNAKÇA:


[1] 18 Mart 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yayımlanan habere göre, parmak ya da cinsel organdan 50 bin volt elektrik şoku veren cihazlar İtalya ve İspanya; elektroşok, kimyasal sprey ve kelepçeler Çek Cumhuriyeti (ki işkence filmlerine 2000 yıllardan sonra ivme kazandıran “Hostel” (Otel, 2005) filmi Çek Cumhuriyeti’nde geçmektedir), ayak prangası ve kimyasal spreyler ise Almanya tarafından ihraç edilmektedir.

Bu yazı, Modern Zamanlar Dergisi’nin 26. sayısında yayımlanmıştır.

blank

Fatih Danacı

Uçak mühendisliği alanında eğitim alıp mezun olduktan sonra sinema ve edebiyat merakı aktif bir uğraşa dönüştü. 2006 yılından itibaren çeşitli dergi, e-dergi, internet siteleri gibi platformlarda öyküleri, sinema yazıları yayımlandı. Sinema tarihi ve araştırma-inceleme türünde kitaplar yazdı, bunlardan başka Dolunay Öyküleri adlı öykü kitabı yayımlandı, çok sayıda kolektif kitap çalışmasında yer aldı. Oğlu olduktan sonra çocuklar için üretmeye başladı ve çocuk kitapları ve kutu oyunları hazırladı, çizgi film projelerine destek verdi.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

1954 Yılı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarı Vak’ası

Frank Sinatra, 1954 yılında kazandığı "en iyi yardımcı erkek oyuncu"
blank

Distopya Gibi Diyar Olmaz!

Distopya nedir, ne değildir? Distopya edebiyatı ve filmleri üzerinden mini