Kral Arthur’la Akraba Çıkıyor: Hellboy (2019)

19 Nisan 2019

blankDog Soldiers ile sükse yapan ama (bana göre) peşini getiremeyen Neil Marshall’ın çektiği Hellboy reboot’u karşımızda. Evet, biliyorum The Descent iyiydi ama o kadar. Bütçesi yok o yüzden böyle oluyor diye diye Doomsday gibi hatalı işlerini bile bağrıma bastım ama artık yeter.

Açıkçası film gösterime girdiği hiçbir yerde övgüyle karşılanmadı. Benim duygularım daha da karışık. Filmde, Guillermo del Toro’nun stüdyo baskısıyla olsa gerek başaramadığı birkaç yenilik olsa da onun Hellboy’u sevdiren donanımına, her şeyden önemlisi kendini izletecek sıkı bir hikayeye sahip değil. Buna yol açan başlıca sebep, filmin hikayesinin dayandığı üç çizgi roman macerasından en önemlisi olan Hellboy: The Wild Hunt’taki Kral Arthur temasının tahrif edilerek giriş-sonuç kısmına yayılmış olması. Evet, sevaplarını, günahlarını ve nihayetinde kendi fikrimi yazmak istiyorum. Başlıyoruz.

blank

Öncelikle Hellboy, şimdiye kadar izlediğimiz en kanlı çizgi roman uyarlamalarından biri olabilir. Bu Marvel – DC üretimi PG13 mamalarından sıkılan seyirciye ilaç gibi gelecektir ancak bu kanlı dokunuşun sadece görsel tasarımla kaldığını görmek sıkıntı verici. Bir süper kahraman filminde Silent Hill ya da Evil Dead referansları görmek çok keyif verici. Hellboy, bu kısımda günümüz konsol oyunlarının sinematiklerinde rastladığımız türden fantastik bir dünya yaratmayı başarıyor ve sonra bunu yapan adamlar gidip Marvel sululuklarından medet umacak halde espriler döşüyorlar filme… Bunu anlamak pek mümkün değil!

Evet, del Toro’nun Hellboy’u da kendini ciddiye alan bir kahraman değildir ve Ron Pearlman yorumu müthişti ancak David Harbour aksiyon sahnelerinde afilli bir Hellboy olmayı başarırken, iş mizah üretmeye gelince yeteneksiz bir bar komedyenine dönüşüyor. Onun da günahı bir yere kadar. Hellboy karakterine ne düzgün bir aşk hikayesi ne de ciddiye alınacak bir aksiyon mazereti yaratmışlar. 50 milyon dolar bütçeli filmde ne yazık ki çalışan bir aşk hikayesi olmadığı gibi önceki filmlerde karşımıza çıkan o harika kanat adamları da yok. İçinizden Abe Sapien dediğinizi duyar gibiyim. Evet, aynen öyle! Üzgünüm ancak Alice ya da Daimio, ikisi de faydasız ve sıkıcı tipler ve Zagor’un Çiko’su kadar bile işlevsel değiller.

blank

Alice’in medyumluk sekanslarındaki ektoplazma ve Daimio’nun dönüşüm sekansındaki CGI’lar da ucuza halledilmiş gibi duruyor. Aslına bakarsanız filmde görsel anlamda da bir uyumsuzluk söz konusu. Hellboy maceraları Avengers misali %100 CGI’dan ibaret değildir. Daha önceki filmlerde pratik efekt ve makyaj sanatçılarının yoğun ve başarılı uygulamaları mevcuttu. Bu mirasa sahip çıkılmadığını söylemek güç, Hellboy başta olmak üzere karakter makyajlarını beğendim. Özellikle Baba Yaga sekansına bayıldım ancak iş CGI’dan görsellik yaratmaya gelince para yetmemiş gibi duruyor ki gerçekten de 50 milyon dolar sıkı bir CGI macerası için düşük bir bütçe.

CGI efektler için paranız yok, elinizde üç adet Hellboy macerasından, İngilizleştirmek adına saçma dokunuşlarla devşirdiğiniz ki en affedilemezi de iyice yağmalanmış Kral Arthur efsanesini ve Excalibur’u hikayeye karıştırmak… Düşünsenize Hellboy, Arthur’la akraba çıkıyor! Yok daha neler…

blank

Film bir de akıllara zarar bir cast zafiyeti içeriyor. Resident Evil filmlerinin yüzü ve başka bir maceranın Alice’i olarak tanıdığımız Milla Jovovich’in filmdeki varlığı beni rahatsız etti. Bütçesini ne kadar eleştirsem de Hellboy başka bir proje tasarımı. Kan Kraliçesi Nimue’yi izlerken hikayenin görmemizi istediği karakteri değil yine her filme koşan B kraliçesi Milla’yı izliyor gibiydim. Bu kez Ian McShane’in yorumladığı, evlatlığına mesafeli ve aşırı devletçi Profesör Broom karakteri de seyirciyi soğutan başka bir şey. Hepimiz majestelerinin emrindeyiz!

Uzun lafın kısası Hellboy, süresine yetmeyen hikayesi ve parasının yettiği kadar yapılan CGI efektleri yüzünden başarısız bir reboot olarak karşımızda duruyor. Bu senaryonun nasıl ve niye onaylandığını anlayabilmiş değilim. Hikayenin yine bu gereksiz İngilizlik yüzünden sıkıcı bir ajan filmi izler gibi bizi dolaştırıp durmasından sıkılmazsanız bazı anlarından keyif alabilirsiniz. Aslında tek başına Baba Yaga sekansı bile filmi izlemem için bir sebep ancak alıştığımız, sevdiğimiz Hellboy bu değil. Prodüksiyon tasarımının tamamen farklı bir amaçla yola çıkıp en sonunda Marvel numaralarından medet umar hale gelmesi de kafaların karışık olduğunun göstergesi. Ron Pearlman, del Toro’suz bir Hellboy’da olmam derken ne kadar haklıymış, onu görmüş olduk. İyi seyirler…

murattolga@gmail.com

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Young Frankenstein (1974)

Young Frankenstein kaliteli ve yıllara meydan okuyan mizahın en iyisi
blank

Dead in Tombstone (2013)

Dead in Tombstone; bu menüde keşfedilecek yeni bir şeyler yok,