İnsanoğlunun teknolojiyle olan ilişkisi, her daim sanatın ve bilhassa sinemanın en çok beslendiği konulardan biri oldu. Bilim kurgu filmlerine bolca serpiştirilmiş, demirin ve metalin ağırlıklı olduğu görüntüleri ve cihazları, çoğunlukla karamsar ama sonu genelde “kurtuluş”la biten hikâyelerin içerisinde izledik.
Teknoloji bağımlılığımızı, insanlığın kaderinin tayini üzerinden anlatma şekli, asla tükenmeyeceğini bildiğimiz bir kaynak olarak sömürüledursun; konuyu duygusal açıdan ele almak çok nadir başvurulan yollardan biri oldu. İşte bu sırada, insan-teknoloji ilişkisini tamamen duygular üzerinden ele alan müthiş bir film çıkageldi: Her.
Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak
Baştan söylemeliyim; 14 Şubat’ta gösterime giriyor olmasına, adının Aşk olmasına ve sosyal medyada dolaşan bazı afişlerinin filmle hiç ilgisi olmayan romantik görüntüler barındırıyor olmasına rağmen Her bir aşk filmi değil. İçinde aşk var ama alışageldiğimiz bir aşk teması içermiyor. Bu sebeple, isminin Aşk olmasına kanıp filme giderseniz, fena halde hayal kırıklığına uğrayacağınızın garantisini verebilirim…
Peki, Her aşk filmi değilse ne? Aslında bu sorunun cevabı tek bir cümleyle bile verilebilir: Her, günümüz insanının hayatından iki saatlik bir kare…
Her ne kadar yakın gelecekte, yapay zekâlar ve işletim sistemleriyle bezeli bir dünyada geçse de, Her sizin aslında yaşadığınız hayatın bir özeti. İnsanlığın gelişim ve modernleşme süreciyle birlikte, yaşamımıza eklemlenen buluşların zamanla bizi ve dahi duygularımızı nasıl kontrol altına aldığının ürkütücü bir kanıtı. Çünkü haberleşme gibi en temel ihtiyacımızı karşılamak adına sahip olduğumuz cihazlar, artık hayatımızın kendisi haline geldi. Farkında olmadan, her anımıza virüs gibi yayılan bu “merak” yüzünden, evde, işyerinde, arkadaşlarımızla görüştüğümüzde, diğer sosyal faaliyetler içerisinde hatta sevgilimizle, eşimizle geçirdiğimiz anlarımızda bile sosyal medyada ve diğer ağlarda dolaşmaktan vazgeçemez hale geldik. Sürekli olarak dünyada neler olup bittiğini öğrenmeye, nerede olduğumuzu bildirmeye, fotoğrafımızı/fotoğrafını çekmeye, düşüncelerimizi tweet atmaya, devam ediyoruz. Sevgilimizle ya da eşimizle bize özel kalması gereken anlarımızı ya da nişan, düğün, doğum gibi hayatımıza dair önemli gelişmeleri “albümler” dolusu sosyal ağlarda paylaşarak boy gösteriyoruz. Arkadaş buluşmaları bile artık ellerinde telefonlarıyla ilgilenen insanların bir araya toplanmasından ibaret hale geldi. Hatta durum o kadar garip bir noktaya geldi ki, cinsellik gibi iki bedenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkabilecek bir durum, internet üzerinden yürütülen insani bir ihtiyaca dönüştü. Kısacası sosyalleşmeye çalışırken, asosyalleşmeye; sosyal ağlarda popüler olmaya çalışırken yalnızlaşmaya başladık. Ve sonuç: Teknoloji bağımlısı, yalnız bireyler…
Her, tam da bu noktada müthiş bir düzen eleştirisiyle arz-ı endam ediyor. Az önce bahsettiğim, sanal dünyada yaşanan cinselliğin boyutlarını ve yapaylığını göstermesinin yanında duygusal ilişkilerin ne denli gerçekten uzaklaşabileceğini kanıtlıyor. Zaten filmin başkarakteri Theodore Twombly’nin (Joaquin Phoenix), insanların birbirlerine göndermek istedikleri mektupları, onların yerine yazan bir sitede çalışmasının altında bu sebep yatıyor. Başkaları için harika aşk mektupları yazan Theodore’un kendi hayatı ise, tahmin edeceğiniz üzere tam bir karmaşa içerisinde. Aşık olduğu karısından boşanmak üzere olan Theodore, yalnızlığı ve mutsuzluğu sebebiyle ruhsal bir çöküntü yaşıyor. Ve böyle bir dönemde hayatını düzene sokması için aldığı işletim sistemi Theodore’un yaşamını hiç tahmin etmediği bir noktaya getiriyor. Çünkü Theodore yapay zekâyla üretilen işletim sistemi Samantha’ya âşık oluyor!
Filmde bize, giderek asosyalleşen, yalnızlaşan, elindeki cihazlarla yaşayan ve zamanla manevi ihtiyaçlarını bile teknolojik araçlar yoluyla karşılamaya başlayan bireylerin var olduğu bir dünya resmediliyor. Tıpkı bizler gibi, elindeki küçük cihazla yaşayan Theodore da, içinde bulunduğu boşluğu Samantha’yla sohbet ederek doldurmaya çalışıyor. Ancak, kendi istediği özelliklere sahip bu yapay zekâya bir süre sonra farkında olmadan duygusal bir yakınlık geliştiren karakter, işletim sistemiyle ilişki yaşamaya başlıyor. Sanırım Her’ün en sarsıcı kısmı da buydu: İzlediğimiz yaşam tarzına aslında çok da uzak olmayışımız…
Film boyunca Samantha, Theodore’a sesiyle eşlik etse de bir karakter olarak ön plana çıkmıyor. Bu arada, Samantha’yı seslendiren Scarlett Johansson’ın filme inanılmaz bir katkı yaptığını da belirtmek gerek. Hatta Johansson, bu seslendirmesiyle Roma Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazanmış. Ne kadar hak ettiği tartışılır ama çok Johansson’ın çok yerinde bir tercih olduğu da aşikâr.
Benzer bir biçimde Samantha gibi Theodore’un eşi Catherine (Rooney Mara) ya da diğer arkadaşları da Her’de çok kısa sürelerde boy gösteriyorlar. Çünkü genel hatlarıyla Her, tek bir karakter üzerine inşa edilmiş bir film ve bu noktada Joaquin Phoenix’e büyük iş düşüyor. Geçen yıl The Master’daki performansıyla üçüncü kez Oscar adaylığı kazanan Phoenix, Her’de hafızalara kazınacak bir işe imza atıyor. Her’ün bu kadar başarılı bir film olmasının altında yönetmen Spike Jonze’un ince işçiliği varsa, aslan payının da Phoenix’e ait olduğunun altına çizmek gerek.
Her’de ilginç olan taraf ise bilim kurgu filmlerinin doğasına tezat bir sanat yönetiminin olması. Mekânlara baktığımızda neredeyse günümüzde geçtiğine, kostümlerde ise 70’ler-80’ler havasına (aslında şimdilerde bile yüksel bel pantolonlar vs. giyiliyor) şahit oluyoruz. Yönetmenin bu tercihi, gelecekte bir dönemden bahsetmesine rağmen, şimdiye, günümüze vurgu yapması ve aslında teknolojinin hayatımızdaki yerini sorgulamasından kaynaklanıyor. Böylece gelecekte yaşanabilecek bir durumu, bugünün dünyasında anlatarak, içinde bulunduğumuz koşullara bir eleştiri getiriyor.
Yalnızlık, karamsarlık, terk edilmişlik gibi temaların izleyici tarafından yoğun bir biçimde hissedilmesini sağlayan etkenlerden bir diğeri de müzik seçimi. Her’ün naifliğiyle paralel müziklerinin, bazen meditasyon bazen de karamsarlık aşılaması, karakterin ruhuna daha kolay girmemizi sağlıyor ki zaten sinemanın büyüsünün altında, birkaç saatliğine de olsa izlediğimiz karakteri bize yaşatması yatmaz mı?
Özetle Her, işçiliği temiz, gösterişten uzak ama bir kadar da etkileyici bir film. Kısa metrajlara ve belgesellere gömülen Spike Jonze’un, arada bir kafasını kaldırıp bizlere armağan ettiği nadir filmlerinden biri. 14 Şubat mantığıyla hareket edip bir aşk filmi aramıyorsanız, gidip görün derim…
Her (2013) Trailer