Seyircinin ve bir kısım eleştirmenin sandığının aksine sinemacılarımız sadece cinli-büyülü korku-gerilim filmleri çekmiyorlar. Her yıl artan sayıda farklı işlere rastlıyoruz. Geçtiğimiz yıl izlediğim Baskın, Naciye ve Ceset gibi… Bu yılın vizyonunda da yine sırtını cine dayamamış işler var. Mert Dikmen’in aynı adlı kısa filminden uyarlayarak çektiği ilk uzun metraj filmi olan Cereyan da bunlardan biri ve oldukça meraklı bir seyirlik.
Günümüz insanını White Star Line şirketinin medar-ı iftiharı Titanic gemisine çok benzetiyorum. Hani şu batmaz denilen ve ilk seferinde bir buzdağına çarparak okyanusun buz gibi sularına gömülen ünlü gemi… Bizler de Titanic gibi kendi özgüvenli ortamlarımızı yaratıyor ve inşa ettiğimiz duvarların yıkılmaz ve yüksek olduğunu sanıyoruz ancak incitilmeye o kadar açığız ki peynirsiz” bir kapanın başında bekleşen fareler gibiyiz.
Filmin ilk dakikalarında henüz üniversite 2. sınıf öğrencisi olan ama online terapistlik yaparak başkalarının hayatına giren ve yön veren, şahit olduğumuz ilk seansından anladığımız kadarıyla “tanrıcılık” oynamayı seven Aylin’le tanışıyoruz. Telefonda annesinin yaptığı uyarıyı umursamıyor ve bu onun başına geleceklere ne kadar açık, dikkatsiz bir kurban olduğunun işareti olarak sunuluyor seyirciye…
Karşısına kimin çıkacağını bilmeden ekranın ardındaki dokunulmazlığına güvenerek psikolojik telkinler veren Aylin de çok geçmeden kendi buzdağını buluyor ve ona çarpmak için hiç tereddüt etmiyor. Cavit, ailesini kaybetmiş travmatik biri, manyaklık seviyesine gelmiş ve oradan sesleniyor halka ama Aylin onun vakasını bir tür meydan okuma olarak görüp kesildiği gibi kalması gereken bir online seansın ardından adamın peşine düşüyor, evini buluyor, ısrarlarına dayanamayarak onun evinde bir gece geçiriyor ve sonrasında olaylar, olaylar…
Cereyan, çok kaba bir eleştiriyle “2 kişiyle film çekmişler” dedikleri türden bir film ama cast ve mekandaki daralma, konusuna odaklanmasına ve daha yoğunlaştırılmış bir reji çabasına yol açıyor. Sıkıcı mı, asla! Mert Dikmen 81 dakikalık film malzemesini gayet yerinde kullanmış, finali de sündürmeden hikayeye noktayı koymuş. Günümüz sinemacılarının sevmediğim bir özelliği, dijital imkanlar yüzünden ellerinde saatlerce malzeme olması ve kurguda bunlara veda etmeyi başaramamaları. Mert Dikmen bu hataya düşmüyor.
Cereyan, gösterişsiz ama hikayeyi özümsemiş oyunculuklara sahip. Pınar Bibin’in oyunculuğu dengeli, Murat Yatman da iyi fakat rolü gereği oldukça değişken bir karaktere hayat veriyor. Her seferinde aynı kıvamı tutturamamış ama bu kötü oynuyor demek değil, gayet iyi. Görüntü yönetmenliğini ise oldukça beğendim ancak filmin beni en tavlayan tarafı atmosfer oluşturma kabiliyeti oldu. İlk sekanstan finale kadar bu çaba devam ediyor. Hoşuma gitmeyen bir tarafı yok mu, elbette var! Film müziği başarılı bir çalışma olmasına rağmen bazen görüntünün önüne geçiyor. Sessizliğin çok yakışacağı ve tedirginliği besleyeceği kimi sekanslarda gereksiz bir tema kullanımı var.
Gecikmiş yazı için okurdan özür dilerim ancak film hakkında ne kadar kalem oynatılacağını merak ettiğim için bekledim. Tahmin ettiğim gibi, laf sırası gelince mangalda kül bırakmama ama farklı bir işle karşılaşınca ilgi göstermeme halimiz devam ediyor. Yani; batı cephesinde değişen bir şey yok!
Cereyan, ilk filmiyle umut veren bir sinemacıyı müjdeliyor. Mert Dikmen, geniş bütçe imkanlarıyla karşımıza çıktığında çok daha iyi ve farklı işlere imza atacak gibi görünüyor. Recep İvedik’in 1500’den fazla sinema salonunu işgal ettiği şu zamanda gişe sinemasında gerçek bir alternatif yaratan Cereyan’ı izlemenizi tavsiye ederim.
Kısa bir süre önce filmin yaratıcısıyla yaptığım röportajda; “Cereyan’ın, birbirinin kopyası işlerin arasında izlenmesi gerek ki, bu tarz örneklerin önü açılsın. Hem benim gibi yönetmenlerin, hem de yenilikçi yapımcıların cesaretlenmesi, sinemamızda çeşitlilik oluşturmak açısından bu çok önemli” diyordu Mert Dikmen. Bu hepimizin arzusu değil mi? Eğer öyleyse, iyi seyirler…
İlk yayın: http://www.beyazperde.com/filmler/film-250588/elestiriler-beyazperde/