Hiciv & Sınır: Jane Austen’ın Ekranı
Öteki Sinema için yazan: Burak Bayülgen
Jane Austen’ın kendi eserlerinin ekran maceralarında romansı bozmayan beklenti için yeni bir kapı açılmaya çalışılmış, Austen’ın hem kısa hem de genel geçer kabul edilen bilgi düzeyinde sade yaşantısı da bir romansa çevrilmeye çalışılmıştır. Syrie James tarafından kaleme alınmış The Lost Memoirs of Jane Austen adlı romanda Jane Austen’ın hayatına giren bir beyefendiyle yaşadığı ilişki Austen meraklıları için yeni bir düşünce biçimi geliştirmiş olabilir, ancak bu düşünce biçimi de Austen’ın kendi eserlerinde gündelik hayat üzerine kurulan romanslar kadar sadedir. Dönemin roman anlayışı kadar bir kadın romancıdan beklenti yahut beklentisizlik ekran maceralarında da diziler, kostüm dramalar olarak bir yansımayı sade bir dönem ikonografisiyle bütünleştirmiş, Austen’ın hicivciliği kadar bir Austen evreni içinde tutarlılaşmıştır. Film dilinde bir Austen beklentisi yaratmak için belirli kalıpların dışına çıkılmaya ancak Austen’ın yaşam öyküsü söz konusu olduğunda bir takım eklentilerle gerek duyulmuş, ötesinde Austen’ın sade dili kadar ekrana yansıyan bir şaşaaya gerek duyulmamıştır. Gündelik hayata olan hicivciliğiyle bir dönem İngiltere’si yerine bir gündelik hayat İngiltere’si görmek için Austen’ın mekanlarının bir kent karmaşası içine sürüklenmesine de gerek yoktur.
-*-
Ekranın Austen evreni için tasarladığı bir alternatif dünyayı edebiyattaki alternatif dünyalar kadar bulabilmek oldukça zordur; Austen dünyasının her ne kadar tutarlılığını ve de romansını bozmasa da edebiyatta bu dünyaya korku ikonografileri katmak oldukça ilgi gören bir akımı başlatmış, bu dünyanın koridor görevi üstlenen mecralarında zombilerle, deniz canavarlarıyla ve de mumyalarla savaşmak ve dövüşmek dystopik bir tehdit bile oluşturamamıştı. Bu sade, şatafattan uzak dünyanın tutarlılığında bu ek ikonografilere kuşkusuz bir yer yoktu ve kendilerini asla bu tutarlı dünyaya ait hissedemeyeceklerdi. Romanlarının film uyarlamalarında bu tutarlılığın korunması için hiçbir ekstra metnin kolaycılığına ihtiyaç duymayan Austen’ın hicivciliği yeni bir alternatif esprinin yaratılmaması için yeterliydi. Ancak edebiyatta baş gösteren klasiğin üzerine korku ikonografilerini yerleştirmek fikrinin ekrana taşınabilirliliği konusunda Austen evreninin bu denli tutarlı olmasına gerek kalmayacak, bu ikonografiler saldırı konusunda kendilerine bu tutarlı dünyanın zaman ve mekansallığını değil, Austen’ın gündelik hayata yönelik hicivlerini baz alacaklardır.
Bu hicvin gotik romans Northanger Abbey (Jon Jones, 2007) ile ekrana yansımasında mekan sınırları kendi içinde daralmış, daha geniş sınırlara meraklı bakışla ulaşmak isteyen bir kadın ile filmin mekanı da paralellik göstermiştir; ya genişlemiştir ya da daralmıştır. Tutarlılığın Austen hicivciliğini karakterden mekana taşıdığına, mekanın yine karakterin sınırları üzerinden kendi içinde daraldığına tanık olunmuş, hiciv karakter ve mekanın asıl genişleticisi ve daraltıcısı olarak görevini yerine getirmiştir.
Mekana eşdeğer olarak ekrana yansıyan Austen karakterlerinin de etik sınırları mekanın kendi içinde eyleme geçmesiyle, mekanın dışında harekete geçmesi arasında bir tutarlılık sağlamış –Pride & Prejudice‘teki gibi (Joe Wright, 2005)-, etik de aşkın içinde kendi sınırlarını Austen’a özgü bir sadelikle ekrana taşımıştır. Bu etik genişleme kendini Mansfield Park (Iain B. MacDonald, 2007) ile de sadelikle tekrarlamış, tıpkı zombilerin popüler akımdaki etik değeri yontamadığı gibi, ekstra bir metin tarafından yontulmaya ihtiyacı kalmamıştır. Karakterlere çok fazla sıfat yakıştırılamayacağı eserlerin ekrana yansımalarında da sınırların genişlemesi nispeten ikircikli bir yapıdaki geri dönüşümle (Sense and Sensibility’deki John Willoughby karakteri gibi…) bir taraf için sınırlarını genişletir, karşı taraf içinse sınırları daraltır; ama hep basite, sıradana doğru çözümlenmek ister. (Sense and Sensibility’deki Willoughby skandalı bile sınırları daraltmış, basit, sade olan ile çözümlenmiştir.)
-*-
Jane Austen ekranına tesir eden hicve de bağlı dil, neyin şatafatlı olarak algılanacağını bildiğinden genişlerken de daralırken de sınırların nerede başlayacağının ve biteceğinin farkındadır; tutarlıdır. Ekstra metnin tek tesir edeceği mecra Austen’ın yaşam öyküsüne bağlı kalıp gündelik hayatın sıradan meşkalelerine odaklanmış ama bir romansın metnin içine girmesine engel olmayan dar bir alandır. Bu alan kendini en iyi yaşam öyküsünden yola çıkan bir roman olan The Lost Memoirs of Jane Austen’daki sınırlarıyla ifade etmiştir. Her ne kadar otobiyografik olarak türleştirilmeseler de Austen’ın yaşam öyküsüne dahil olan romansın yansıması gibi ele alınabilecek diğer metinler de ekrana uyarlandıkları vakit (film ya da dizi film olarak) bu yaşam öyküsü kıvamında bir sınır ve tutarlılık içinde ilerlemişlerdir. Ancak Austen dünyasında sınırların genişlemesinden ziyade sınırların daraltılmasıyla çözüme erişilmek tercih edilmiştir. Çözümden sonra ekstra bir metin üretmek için zombiler gibi kendi içinde dar bir evreni genişletmeye hiçbir gerekçe yoktur. Sadelikle tamamlanan cümleler en fazla bir yaşam öyküsünün gün yüzüne çıkmamış sade detaylarıyla devam ettirilmeye müsaittirler.