Bu hafta içimde parlayan müthiş sinema tutkusunu önce 1989 yapımı The Punisher’a, ardından da RoboCop 3’e yönlendirmiştim. Ne yalan söyleyeyim RoboCop 3’ten çok rahatsız olmadım, gene de bu iki filme yaraşır bir üçüncü seçip kötü filmlerle olan maceramı bir üçlemeye dönüştürme ve belirsiz bir süreliğine defteri kapama niyetim vardı. Haliyle sarsılan ruh halimi önemsemeyip gözlerimi kuyunun en derin kısmına diktim ve Higlander 2: The Quickening şehvet dolu sesiyle ismimi çağırdı. Evet, üç günlük zorlu bir periyodun ardından ölümsüzlerin destansı savaşının ilk devam filmini seyrettim ve yaşıyorum. Bir serinin sloganı bu kadar net bir şekilde durumu özetleyebilirdi: There can be only one. Zorlasanız da olmuyor be azizim. Ne yapmışsınız siz?
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Şimdi ilk Highlander’ı unutun çünkü The Quickening’te Christopher Lambert ile Sean Connery dışında ilk filmden çok da dişe dokunur bir öğe bulunmamakta. Açıkçası ilk filmi seyreden birinin kafası The Quickening’i hayatında ilk kez duymuş bir seyirciye kıyasla çok daha fazla karışacaktır. Filmimiz 2024’te geçer. İlk filmde olan olmuş, MacLeod ödülü kazanmıştır. Bu sırada ozon tabakası delinmiş ve insanlık güneşin yaydığı radyasyondan kendini korumak için çok supersonik bir güç kalkanı tasarlamıştır. İlginç olan bu kalkanın tasarımında da bizim MacLeod esas oğlan rolünü üstlenmiştir (Ne ara kimya fizik öğrendi, doktorasını doçentlik sınavını verdi de yaptı bunu demeyin İskoçyalı adam merttir, kafasına koyduğunu yapar). Kalkan yüzünden gökyüzü kızıllaşmış, akabinde dünya çok da çözemediğim bazı çevresel etkilerden post apokaliptik oluvermiştir. Buraya kadar her şey tamam diyelim. Filmin bir de çok uzak bir gezegene, Zeist’e bağlanma çabası bulunmakta. Şimdi The Quickening’in bize açıkladığına göre bu “ödül” peşinde koşan ölümsüzlerin hepsi aslında uzaylıdır ve sürgün edilmişlerdir. Zeist’te ölümlü dünyada ölümsüzdür bu uzaylılar (hafif Superman’in meselesi gibi ama tam değil). Bu facia önbilginin yanında Zeist’te çok gaddar bir komutan olan Katana hüküm sürmekte ve kendisine hiçbir tehlike oluşturmayan (ve zaten yakında ölecek olan) MacLeod’u öldürmeyi planlamaktadır. Bunun için hiç gerek yokken iki suikastçisini dünyaya gönderir ve onların dünyaya gelmesi meşhur The Gathering’i yeniden başlatır. MacLeod gençleşir, güçlenir hiç yoktan yere yenilmez oluverir. Bunlar da yetmezmiş gibi MacLeod bir şekilde beş yüz yıl önce ölmüş olan Ramirez’i İskoçya’da diriltiverir. Katana ortalığı yok yere batırdığını kabul etmez ve “ben de gideyim mekana, belki Melis’ler de gelir takılırız” dercesine kendini dünyaya ışınlar. Film böyle yuvarlanıp gider.
Benim Highlander ile olan ahbaplığım pek karışık olmuştu. Doksanların sonunda ilk olarak üçüncü filmi seyretmiş, sonra merakla ikinciyi seyredip hayatımdaki ilk mavi ekranı vermiştim. “Üçüncü film günümüzde geçiyor ama bu gelecekte? Niye kimse üçte bundan bahsetmedi bana” gibi sorular o masum aklımı sarıp sarmalamıştı film bittiğinde. O vakitler internet denilen şey olmadığından The Quickening’in serinin lanetli filmi sayıldığını, hatta hayranlar arasında The Apology olarak anıldığını ise çok sonra öğrenecektim.
Açıkçası bu hafta The Quickening’i yeniden seyrederken iki şey kafamı çok karıştırdı. Birincisi film hatırladığım kadar kötü değildi. Aman yanlış anlamayın, The Quickening çok ama çok kötü bir film ama ben görsel efektleri daha bayat hatırlıyordum. İkincisi de yukarıda bahsettiğim Zeist gezegeni muhabbetine nedense filmde rastgelmedim. Sonradan bu gizem çözüldü. Benim seyrettiğim versiyon, 1995’te elden geldiğince düzeltilen the Renegade Version’muş (Oh yeah!). Bu versiyonda hem efektlerin üzerinden geçilmiş hem de Zeist ve uzaylı saçmalığı tamamen silinmiş, onun yerine MacLeod ve Ramirez geçmişten ışınlanan ve bu sebeple ölümsüz olan savaşçılar sayılmışlar. Gene pek mantıklı değil ama en azından hikayenin ilk şekli kadar rezaletlere koşmuyoruz.
Bunun dışında ben tahmin edileceği üzere filmin ilk yarısındaki post apokaliptik imajı pek sevdim. Bu Highlander’dan bağımsız bir durum, artık eminim ki 90’ların ilk yarısından bir film bu işe soyundu mu ben mest oluyorum. Gene de filmin ilk yarısında MacLeod’un iki manyak suikastçi ile dövüştüğü kısımlar pek eğlendirdi beni. Uçan ayakkabılar, nereye çarpsa alev saçan kılıçlar, Neon lambalar… Güzel şeyler bunlar. Film bu atmosferinden ötürü zamanında Blade Runner’dan arak yapmakla suçlanmış ama bence hikayenin plotuna da bakarsak arak kaynağı (dikkat edin hiç esin falan demiyorum) tamamen Total Recall. Dünyayı saran kalkanın gökyüzünü kıpkızıl yapması akla başka şey getirmiyor, üzgünüm. Bir de filmin esas kötüsü Katana’yı oynayan Michael Ironside’ın Total Recall’da da Arnie’nin esas düşmanlarından olması tesadüf olmasa gerek. Ha şunu söyleyeyim Ironside bu filmde gerçekten iyi performansa sahip tek oyuncu. Sean Connery de var tabii ama onu o kadar beceriksiz bir şekilde hikayeye ekleyip çıkarmışlar ki ne yapsa kurtarmıyor Antik Yunan Tiyatrosu’nda hikaye bağlanamayınca ortama bir Deus Ex Machina atıp herşeyi çözme modası vardır ya, işte Sean Connery’nin gelişi de gidişi de öyle kotarılmış. İnsan üzülmeden edemiyor (Gene de Connery için ayıp The Quickening değil, 1998 yapımı The Avengers ve kendisine giydirilen ayı kostümüdür. Gene kurtardın the Quickening yoksa yatacak yerin yoktu).
Bu arada bir incelemede okuduğum fikre tamamen katılıyorum. The Quickening sanki aksiyon sahneleri için kotası varmış da hemen doldurması gerekiyormuş gibi bir mantıksızlık içinde. Olur olmaz anlara patlama ve çatışma sahnesi serpiştirilmiş, “hadi burada kurşun yağmuru yapalım, hadi burada Ramirez’i döner bıçak altına sokalım” denmiş. Hele filmin ilk aksiyondan sonra MacLeod ve yeni tanıştığı (yeniden kastım “beş dakika önce”) Louise ile arka sokaklarda bir tutkuyla sevişme sahnesi var ki Lambert ve Louise rolündeki Virginia Madsen o sahnenin çekimleri sırasında ne düşünüyorlardı, kafalarında nereye yerleştirmişlerdi bu sevişme anını pek merak ediyorum. Herhangi bir porno filmde bile sekse giden yol on kat daha inandırıcıdır.
The Quickening için son kararım en kötülerden sayılmasa da kötü bir film olduğu yönünde. Seyredecekseniz 109 dakikalık versiyonlarını (Renegade ve sonraki versiyonlar) seyredin. İlk Highlander’ın hastası iseniz en azından daha derli toplu bir hikaye için direkt üçüncü filme atlayın. Lakin Christopher Lambert’in yıllardır çözemediğim kötü oyunculuğunu seyredip gülmek istiyorsanız o zaman The Quickening size istediğinizi verecektir. Highlander için yapılan tek çizgi dizinin diğer filmleri değil de bu filmi örnek alması pek yazık.
Kapanış notu: Biz Highlander’ı direkt “İskoçyalı” olarak çevirmeyi seviyoruz ama kazın ayağı pek tabii öyle değil. Highlander adı İskoçya’nın The Scottish Highlands olarak bilinen bölgesinde doğduğu için karaktere verilen bir lakap. Minör bir olay ama gene de dile getirmiş olayım, belki gün olur arkadaş muhabbetinde işinize yarar.