Hikayeleri Değişmeyen Göçmen Bedenler: Korku Ruhu Kemirir ve Duvara Karşı

4 Eylül 2023

Psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi alanlarda önemli bir referans aracı olan beden, iktidarın nesnesi ve hedefi olarak, aynı zamanda iktidar ilişkilerinin de bir göstereni durumundadır. Manipüle edilen, biçimlendirilen, terbiye edilen, kullanılabilen ve geliştirilebilen bir bedeni itaatkar beden olarak tanımlayan Foucault’ya göre; “insan bedeni, onun derinliklerine inen, eklemlerini bozan ve onu yeniden oluşturan bir iktidar mekanizmasının içine girmektedir.” Beden üzerinde farklı söylemler ve disiplinler aracılığı ile kurulan bu bilgi-iktidar biçimi ise sıklıkla keyfi yolla inşa edilir.

İktidarın beden üzerindeki tahakkümü “öteki” olarak inşa edilen cinsel, sınıfsal, dinsel, etnik kimlikler üzerinden karşımıza çıkarken, göçmen kimliği öteki olmanın her halini içeren bir çıkmazlık, bir varoluşsuzluk haline dönüşür, tıpkı Ali ve Sibel’in hikayelerinde olduğu gibi.

Almanya’ya misafir işçi olarak gelen Faslı Ali’nin kendisinden 20 yaş büyük olan Emmi’yle evlenmelerinin ardından, toplumun bu ilişkiye bakışını anlatan Rainer Werner Fassbinder’in 1974 yapımı Fear Eats the Soul / Korku Ruhu Kemirir isimli filmi, göçmen olmaya dair açmazları, göçmenin egemen olanla ilişkisi çerçevesinde anlatırken, beden üzerinde sürdürülen politikaları da anlatısına ekliyor.

Göçmen olduğu için normal mesai saatlerinden çok daha fazla çalışmak zorunda kalan Ali, bir yandan da yalnızlık, yabancılaşma gibi sorunlarla boğuşurken aynı zamanda etnik, dinsel, dilsel anlamlarda da ötekileştirilir. Yaşadığı duygusal boşluk sonucunda bir anda Emmi’ye aşık olan Ali, onunla evlenmeye karar verir.

blank

Semboller sistemi olarak tanımlayabileceğimiz beden, kimliğin en önemli göstergelerinden biridir. Bakıldığı anda bedensel kodları ile bir Alman olmadığı anlaşılan Kuzey Afrikalı Ali’nin özel yaşamı toplumun problemi haline gelir. Bu evlilik her ikisinin de toplumdan dışlanmasına neden olur. Egemen olanın dayattığı beden politikaları ve tahakküm, Ali’nin sağlıklı ve adil bir yaşam sürmesinin önünde engel olurken, Ali’nin bedeninin bir göçmen olarak işgal ettiği alan da soruna dönüşür. Ailesi ve arkadaşları, Emmi ile ilişkilerini keserlerken, yaşadıkları mahalledeki esnaf onlara gıda vermez. Emmi, komşuları tarafından çeşitli bahanelerle önce ev sahibine sonra da polise şikayet edilir. Göçmenlerin genelde şehrin varoşlarında yaşadığı bir şehirde, bir göçmenin bu sınırı ihlal etmesi ve Almanların olduğu bir apartmanda yaşaması tehlikeli olarak görülür.

Bir süre sonra çıkar ilişkileri çerçevesinde tekrar inşa edilen Ali ve Emmi’ye bakış, toplumun “insafına” kalmış olarak şekillenir. Sözde iyi niyet göstergesi ile Ali ile evliliği kabul edilen Emmi, Ali’yi çevreye her anlamda “faydalı” olarak gösterme yolunu seçer: İşçi olarak sömürülen Ali’nin bedeni, banyo yaparken çırılçıplak gösterilerek, Emmi’nin bakışında nesneleştirilirken, sonrada komşularının eşyalarını taşımak üzere kas gücüne dönüştürülür.

blank

Emmi sık sık Ali’nin ne kadar temiz olduğu ve her gün banyo yaptığına dair cümleler kurarken, arkadaşları ile Ali’nin yanında sanki Ali yanlarında değilmiş gibi onun kaslı bedeni üzerine sohbet eder. Böylece toplumsal hiyerarşinin en alt basamağında olan Ali’nin bedeni onlar için bir arzu nesnesine dönüşür.

Toplumsal ilişkiler ve pratikler ağı içerisinde izi sürülebilecek iktidar, her toplumsal ilişkide yeniden üretilirken Ali bu duruma daha fazla dayanamaz. Emmi ile dans ettiği sahnede Ali düşer ve inlemeye başlar. Doktora gittiklerinde, Ali’nin hastalığının Almanya’daki tüm göçmen işçilerdeki çok çalışma ve strese dayalı oluşan bir mide sorunu olduğu anlaşılır. Bedeni sömürgeleştirilen Ali’nin ruhu yaşadıklarını kaldırmazken, aslında ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkilerin tam da ortasında olan Ali, sistem içerisinde bir özne olarak kabul görmez. Özne olmak için ise iktidara karşı direnemez.

blank

İktidara karşı oluşturulacak direniş politikaları önemlidir ancak her direniş eylemi kalıcı zaferle sonuçlanmaz, tıpkı Fatih Akın’ın Sibel’inin geçici zaferleri gibi…

Kendini sürekli yeniden üreten ve varlığını dayatan ataerkil sistemin içinde, bu sisteme yabancılaşmış olarak yaşayan Sibel, Almanya’da yaşayan göçmen bir ailenin kızıdır. Türk geleneksel değerleri içerisinde yaşayan Sibel’in ailesinin ona dayattığı yaşam ile Almanya’daki modern yaşam birbirlerinden farklıdır. Bu iki farklı değerler sistemi arasında bocalayan genç kadın, özgür olmak ve istediği gibi yaşamak ister. Duvara Karşı, Sibel’in bu isteğini merkeze alan ve göçmen bedeninin maruz kaldığı acımasızlıkları hikayeleştiren bir filmdir.

Film iki ana karakteri Sibel ve Cahit’in intihar girişimi ile başlar…

Beden dolayısıyla yaşam ve ölüm üzerinde edinilen hak, egemen iktidarın en temel özelliğidir. Yani ölümle korkutan geleneksel iktidarın da, yaşatarak sisteme hizmet ettiren ve yaşamı kullanabilme yetkisine sahip modern iktidarın da varlık alanı bedendir. Bu yüzden iktidara karşı direniş, tam da bu iktidarın merkezinde olan beden üzerinden yapılabilir. Ölüm üzerinde hak iddia etmek, yaşam üzerinde kurulacak iktidar anlamına gelmektedir ki bu bağlamda öznenin kendi yaşamı ve elbette ölümü üzerinde karar verme yetisi onun en temel haklarından biri olarak görülebilir. Sibel’in, ataerkil toplumun kurallarına karşı kendi lisanı ile bir anlamda savaş açması intihar etmeyi denemesi ile başlar. Kendi kararlarını kendi verebilmek, kendi deyişi ile “yaşayabilmek için” ölmeyi deneyen Sibel’in intiharı, bu yüzden iktidara karşı bir direniş olarak okunabilir. Sibel: “Beni rahat bırakırlar sanmıştım” der annesine, intihar teşebbüsünün gerekçesini açıklarken.

blank

Bir tür yaşam çığlığı olduğu anlaşılan intihar girişimi ile amacına ulaşamayan Sibel, sistemin çatlaklarından sızarak, ailesinin uygun bulacağı biri ile anlaşmalı evlilik yaparak, özgür olmaya karar verir. Rehabilite merkezinde gördüğü ve evlenmeyi kafasına koyduğu Cahit ile ilk bulaşmasında, bir erkekle el ele tutuştuğu için kırılan burnunu gösterir ve ekler: “Yaşamak, dans etmek, canımın istediğini yapmak istiyorum.” Yaşamı ile tehdit eden ailesine karşı intihar girişimi bir meydan okuma gibidir.

Cahit’i evliliğe ikna eden Sibel, nikahlarının ardından, özgürlüğünü deneyimlemek ister ve barda tanıştığı bir garson ile düğün gününde sevişir. Ardından bedenine piercing yaptırır, istediği gibi giyinir, içer, dans eder ve sevişir. Ancak bir süre sonra işler düşündüğü gibi gitmez; tıpkı ailesi gibi kadının bedeni üzerinde iktidar kurmaya çalışan bir gecelik birlikte olduğu Niko, “eşi” Cahit tarafından öldürülür. Sibel’in özgürlük arayışı bir erkeğin ölümüne, diğerinin de hapishaneye girmesinin nedeni olur.

blank

Cahit’in hapishaneye girişi ile Sibel’in “namusu” tekrar kardeşine emanet edilir. Kendisini öldürmek isteyen ailesinden kurtulmak için Türkiye’ye kaçan Sibel, burada da uyumsuz olmanın bedelini yine bedeni ile öder. Sibel bir barda tecavüze uğrar, yüzü tanınmayacak hale gelene kadar dövülür ve bıçaklanır. Film boyunca, özgürleşmek isteyen Sibel’in bedeni her seferinde farklı şekillerde baskı ve kontrol altına alınır. Filmin sonunda evli ve çocuklu Sibel’in yaşamı üzerinde ahlaki tanımlar ile tahakküm kurulmuş olduğu görülür.

Her iki filmde de, göçmen üzerinde kurulan keyfi iktidar ilişkilerinin bedende ve psikolojide yarattığı fiziksel ve ruhsal tahribatlar gösterilirken, göçmen olmanın yarattığı varoluşsal boşluklarla hikayeleri bir türlü tamamlanamayan aksanlı iki bireyin yaşamlarına tanık olunur. Göçmenlerin sinema filmlerindeki hikayeleri de tıpkı kendi varoluşsal problemleri gibi içinden çıkılması imkansız bir girdap gibidir ve maalesef biz bu girdap üzerine daha çok yazacak ve konuşacak görülüyoruz.

Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit

blank

Zehra Yiğit

Zehra Yiğit, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı bölümünde devam etti. Oxford Üniversitesi ve Novisad Üniversitesi'ne Visiting Researcher olarak giden Yiğit, İtalya, Portekiz, Sırbistan, Gürcistan, İngiltere gibi pek çok ülkede ders ve seminer verdi, proje ortaklığı yaptı. Yiğit, şu an Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölüm Başkanı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

30. Altın Koza’nın Ardından Kadın Olmaya Dair…

Bu yıl 18-24 Eylül tarihleri arasında düzenlenen 30. Adana Altın
blank

Geleceğin Sineması Nasıl Olacak?

Sinemanın kuralları, hayatımıza girdiği ilk gün atılmıştı aslında… Lumière Kardeşler,