Hiç Bitmeyen Aşk Hikâyesi: Hollywood ve Remake

23 Haziran 2018

Remake, reboot, sequel, prequel derken zaten kafası karışık seyircinin aklını iyice bulandıran Hollywood, özellikle 2000’li yıllarda “acaba yaratıcı fikir bulmakta zorlanıyor mu” sorusunun hedefi oldu. Aslında yanıt çok basit; hayır, Hollywood yaratıcı fikir sıkıntısı falan çekmiyor. Sinema tarihine kabaca bir göz attığımızda bile, yeniden çevrimin, majör şirketlerin ilk yıllarından itibaren başvurduğu ticari hamlelerden sadece biri olduğunu rahatça görebiliriz. (Benzer bir tartışma Avatar (2009) sonrasında 3 boyutlu filmler üzerine de dönmüştü; sanki 3 boyutlu film modern bir buluşmuş gibi, sanki tescilli ilk 3 boyutlu film gösterimi 1922’de yapılmamış gibi, sanki Hollywood 50’li yıllarla birlikte belli dönemlerde 3 boyutlu filmleri vitrine koymamış gibi.)

blank

Önce şu terimler nedir, ne değildir, ona bir bakalım. Artık hemen herkesin diline pelesenk olmuş ‘remake’, yeniden çevrim olarak Türkçemize de girdi ve artık ilgili yazılarda sıkça kullanılıyor. Yeniden çevrim, daha önce çevrilmiş bir film temel alınarak, kimi zaman birebir, kimi zaman da bazı değişiklikler yapılarak tekrar çevrilen filmleri tarif eder. ‘Reboot’ kelimesi ise aslında bilgisayarı yeniden başlatmak için kullanılan bir terim. Sinemada ise daha önce çevrilmiş bir filmin ya da bir serinin, sil baştan değişiklikler yapılarak tekrar çevrilmesine karşılık gelir. ‘Sequel’ ise devam filmleri için kullanılan bir terim; daha önce çevrilmiş bir filmin bittiği yerden başlayan filmleri tarif eder. ‘Prequel’ de çekim yılı olarak bakıldığında aslında devam filmidir ama takip ettiği filmin öncesinde yaşananları anlatır.

Peki, sinema tarihinin ilk yeniden çevrimi hangisidir? İlk yeniden çevrim için sanılandan çok daha eskiye, 1900’lü yılların başına dönmemiz gerekir. Edwin S. Porter tarafından yazılıp yönetilen, 11 dakikalık The Great Train Robbery (1903), sessiz sinema döneminin sabit tek planlık anlatı geleneğini yıkan daha dinamik öykü anlatma blanktekniği, çapraz kurgu ve hareketli kamera kullanımı gibi yenilikleriyle belki de sinema tarihinin en devrimci filmlerinden biridir. Seyirci tarafından da çok beğenilen filmin yeniden çevrimi ise çok geçmeden, hemen bir sene sonra yapılır. Orijinal filmin başarısından nemalanmak isteyen Siegmund Lubin, 1904 yılında filmin adını bile değiştirmeden yeni bir The Great Train Robbery çeker. İşin ilginci filminde hemen hiçbir değişiklik yapmayan Lubin, belki de şimdiye kadar yapılmış en tatsız tuzsuz yeniden çevrimlerden birine imza atar. Yeniden çevrimin sinema tarihindeki ilk örneğinden de görüldüğü üzere Lubin’in bütün motivasyonu kârdır; orijinal bir film çekerek yatırımını riske etmek yerine, daha önce başarı kazanmış bir filmi yeniden çekerek kazancını garanti altına almak istemiş, nitekim amacına da ulaşmıştır.

Sinema tarihinin ilk devam filminin (sequel), D.W. Griffith’in tartışmalı filmi The Birth of a Nation’ın (1915) kaldığı yerden devam eden, Thomas Dixon Jr.’ın yönettiği The Fall of a Nation (1916) olduğu kabul edilir. Dixon’ın yazdığı The Clansman: An Historical Romance of the Ku Klux Klan isimli roman ve tiyatro oyunundan blankuyarlanan ilk filmin anlatısı, 1861-1865 yılları arasında gerçekleşen Amerikan İç Savaşı ve sonrasındaki Yeniden Yapılanma Dönemi (1865-1877) boyunca iki ailenin yaşadıkları üzerine kuruludur. Siyahileri olumsuz bir bakış açısıyla tasvir etmesi ve Ku Klux Klan yapılanmasını övmesi ile sinema tarihinin en tartışmalı filmlerinden biri olan The Birth of a Nation, hem seyirciler, hem de eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanır. 1939 yılında gösterime giren Gone with the Wind’e kadar en çok gişe hasılatı yapan filmler listesinde senelerce bir numarada kalır. Thomas Dixon Jr., yine kendi romanından uyarlanan devam filminin senaristliğini ve yönetmenliğini de üstlenir. Ancak ilk filmin gişe başarısının yanına dahi yaklaşamayan The Fall of a Nation, istediğini elde edemez. Günümüze kadar bir kopyası ulaşamadığı için kayıp filmler arasında yer alan ilk devam filminin motivasyonu da görüldüğü üzere yüksek kâr beklentisidir.

‘Reboot’ bütün bu terimler arasında en kafa karıştırıcı olanıdır. Var olan bir serinin temel unsurlarını alıp bazen yeni bir hedef kitlesine sunmak, bazen değişen zamana uygun olduğu düşünülen değişiklikler yapmak, bazen de sadece öyküyü yeni baştan başlatıp yeni hayran kitlelerinin ilgisini çekmek maksadıyla hedefe yararlı olduğu düşünülen dönüşümlerin uygulandığı filmleri tarif etmek için kullanılır. ‘Reboot’u bir devam filminden ayıran en önemli özellik, serinin önceki filmlerinde olan biteni yok sayması, bu nedenle herhangi bir devamlılık kaygısı taşımaması ve tekrar serinin köklerine dönerek yeni hedefi doğrultusunda kendi yolunu yeni baştan yaratmasıdır. Ayrıca birçok ‘reboot’ orijinalinden seneler sonra çekilir ki bu da yeni bir oyuncu kadrosunun, yeni çekim tekniklerinin ve daha gelişmiş özel efektlerin devreye girmesi demektir. İlk ‘reboot’ hangisi sorusunun cevabı için başımızı Amerika’dan kaldırıp diğer tarafa doğru bakmamız gerekiyor.

blankSinema tarihinin en uzun soluklu serilerinden biri Japonya yapımı Godzilla serisidir. 1945 yılında ABD tarafından Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombalarının etkisinin izlerini sürdüğümüz 1954 tarihli ilk Godzilla filmini, bugüne kadar birçok devam filmi, yeniden çevrim ve ‘reboot’ takip etmiştir. 1954-1975 yılları arasında seriye ait yirmiye yakın film çevrilmiştir. Godzillasız geçen dokuz sene sonrasında 1984 yılında gösterime giren The Return of Godzilla (Godzilla 1985 olarak da bilinir), sinema tarihinin ilk ‘reboot’u kabul edilir. The Return of Godzilla’yı serinin kendisinden önceki filmlerinden ayıran en keskin farklılık, bariz bir biçimde eski Godzilla filmlerini yok sayması ve bunun yerine öykünün köklerine geri dönmesidir ki bu özellikler onu ilk ‘reboot’ olarak tanımlamamıza yol açar. Filmin çekimlerinin onaylanmasından önceki sürece göz atarsak, The Return of Godzilla’nın ilk ‘reboot’ olduğunu destekleyen daha fazla kanıta rastlayabiliriz. Toho yapım şirketi, 1980’li yıllarda yeni bir Godzilla filmine yatırım yapmak için isteksizdi. 1983 yılında biraz da nabız yoklamak için daha önce çevrilmiş bütün Godzilla filmlerinin yer aldığı bir film festivali düzenledi ve beklemediği kadar büyük bir ilgiyle karşılaştı. Tam anlamıyla bir Godzilla çılgınlığına yol açan festival sonrasında Godzilla ve seri boyunca rakip olduğu canavarların maketleri, oyuncakları yok satmaya başladı. Potansiyel bir yeni nesil hayran kitlesinin varlığını geç de olsa kabul eden Toho, yeni filmi onayladı ve böylece The Return of Godzilla çekildi.

Yeniden çevrimlere ve devam filmlerine göre çok daha yeni bir terim olan ‘reboot’, Hollywood’da özellikle 2000’li yıllardan sonra bir hayli popüler oldu. Sadece çizgi roman uyarlamalarına baktığımızda bile Batman, Superman, Spider-Man ve Fantastic Four gibi serilerin bugüne kadar birden fazla kez ‘reboot’ edildiğini görürüz.

Bazı tür sineması yaklaşımlarında olduğu gibi, temaların kopyalandığı ve formüllerin sonsuza dek tekrar edildiği ticari film yapımının maddi şartlarının hüküm sürdüğü bir ortamda, yeniden çevrimlere de endüstriyel ürün gözüyle bakılabilir. Yapımcılar, yeniden çevrimleri finansal kazanç garantili işler olarak görür. Yeniden çevrimler, ticari bağlamda seyirciye önceden satılmış gibidir çünkü potansiyel seyircinin orijinal film ile eskiye dayanan bir tecrübesi olduğu varsayılır. Orijinal anlatıya olan aşinalığının, yeniden çevrimi daha çabuk kabullenmesini sağlayacağı düşünülür. King Kong, Godzilla ve Planet of the Apes gibi kült filmlerin yeniden çevrimleri, devasa bütçeler, güçlü reklam kampanyaları ve satışa çıkarılan yan ürünler ile birlikte hayata geçirilmiştir. Yani ticari anlamda başarısız olma şansı pek yok gibidir. Vanilla Sky, The Ring, The Grudge ve Insomnia gibi Avrupa ve Uzakdoğu filmlerinin, yerel detayları ve politik içerikleri temizlenerek çekilen Hollywood yeniden çevrimleri ise adı geçen filmlerin yeni pazarlara açılma şansını yok eder. Hollywood, bu tip yeniden çevrimler ile hem orijinal filmleri tabiri caizse emperyalist bir tavırla sömürür, hem de iç pazardaki pastadan pay kapma potansiyeli bulunan filmlere karşı önlem almış olur.

blank

Yönetmen unsurunun devreye girdiği yeniden çevrimlerde, orijinal filmin yeri bakidir ama yönetmenin özgün fikirleri ve kişisel bakış açısı gibi süzgeçlerden geçerek bir dönüşüm yaşadığı görülür. Yaratıcı yönetmen, orijinal metni alıp olduğu gibi çekmez, kendine ait belirgin imzaları ekleyerek yeni baştan yazar. Böylece metni önceki işleriyle organik bağlar kuran referanslarla yeniden şekillendirmiş olur. Örneğin John Carpenter imzalı yeniden çevrim The Thing’e (1982) bakalım. The Thing from Another World (1951) isimli orijinal filmin metnini alan Carpenter, kendi imzasını taşıyan unsurları o denli belirgin biçimde metne ekler ki orijinal metin gölgede kalır. Birçok seyirci The Thing’in yeniden çevrim olduğunu bile hatırlamaz. Aynı şey David Cronenberg yeniden çevrimi The Fly (1986) için de geçerlidir. Cronenberg’in kariyerindeki ‘body horror’ macerasının önemli bir ayağı olan The Fly, artık 1958 tarihli orijinal filmden koparak tamamen bir Cronenberg filmi olmuştur. Her ikisinin de en iyi yeniden çevrimler listelerinin değişmez iki filmi olmasının en büyük nedeni budur. Ancak bu tip yeniden çevrimler istisnaidir. Geçtiğimiz yıllara baktığımızda örneğin Martin Scorsese imzalı The Departed (2006), sadece eleştirmenler tarafından göklere çıkartılmakla kalmadı, 4 tane de Oscar ödülü kazandı. (Orijinal filmler, Wai-Keung Lau ve Alan Mak’ın birlikte yönettikleri, 2002-2003 yılları arasında çevrilmiş üç filmlik Infernal Affairs serisi.) Aynı şekilde Coen Kardeşlerin yönettiği True Grit (2010) de benzer bir ilgiyle karşılandı ve tam 10 dalda Oscar’a aday oldu. (Orijinal film Henry Hathaway’ın yönettiği, 1969 tarihli True Grit.)

Bir başka yaklaşım ise yeniden çevrimlerin, her dönemin yenilikçi anlatılarına uyarlanabilen, zamansız metinlere bağlı olduğunu iddia eder. Telifsiz Shakespeare metinlerinin farklı dönemlerde, farklı bakış açılarıyla birçok kez sinemaya uyarlanmış olması ve uyarlanmaya devam ediyor olması buna bir örnektir. Yeniden çevrime soyunan yapımcı, orijinal filmin sahiplerine bir ödeme yapmadan filmin uyarlandığı metnin sinemaya uyarlama haklarını çok daha uygun bir fiyata satın alır ya da bu haklar zaten kendi şirketindedir ya da artık metin telifsiz (public domain) olmuştur. Böylece daha önce iş yapmış bir metin ile yola çıktığı için belli bir kazanç garantisi vardır.

İstisnai örnekleri bir kenara bırakırsak, bu tip filmlerin ana motivasyonunun ne olduğu ortadadır; Hollywood her şeyden önce ticari bir oluşumdur ve kâr etmek esas hedeftir. İşin ticari yanına baktığımızda yeniden çevrimlerin, devam filmlerinin ve ‘reboot’ların hep çok kazandıran yatırımlar olduğu görülür. Örneğin tüm zamanların en çok gişe hasılatı elde eden filmler listesinin ilk on sırasına bakalım:

Sıra No

Film Adı

Hasılat
(milyon dolar)

Sene

1 Avatar 2.788,0 2009
2 Titanic 2.187,5 1997
3 Star Wars: The Force Awakens 2.068,2 2015
4 Jurassic World 1.671,7 2015
5 Marvel’s The Avengers 1.518,8 2012
6 Furious 7 1.516,0 2015
7 Avengers: Age of Ultron 1.405,4 2015
8 Harry Potter and the Deathly Hallows Part 2 1.341,5 2011
9 Frozen 1.276,5 2013
10 Iron Man 3 1.214,8 2013

Listeden de görüldüğü üzere ilk on sıradaki filmlerden yedi tanesi devam filmidir ve yapımcılarına milyarlarca dolar para kazandırmıştır. İkinci dikkat çeken nokta ise yedi filmin tamamı 2010 yılından sonra çevrilmiştir. Bu detaydan da anlaşılacağı üzere önümüzdeki yıllarda da bol bol Hollywood etiketli devam filmi, yeniden çevrim ve ‘reboot’ izleyeceğiz. Çünkü ne kadar şikâyet edersek edelim, rakamlar gösteriyor ki en çok bu filmlere bilet alıyoruz. Artık klasikleşmiş karakterlerin yeniden yorumlanmasına, bildiğimiz öykülerin tekrar anlatılmasına ve çok sevdiğimiz filmlerin yeni öykülerle uzayıp devam etmesine, ne kadar laf edersek edelim kayıtsız kalamıyoruz. Biz seyirciler olarak bu filmlere bilet almaya devam ettikçe, Hollywood da onları yapmaya devam edecek.

Murat Kızılca, Ekim 2016

Not 1: İlk olarak Film Arası dergisi Kasım 2016 sayısında yayınlanmıştır.

Not 2: Tablodaki sıralama yazının hazırlandığı zamana aittir. Güncel tabloda 4 numaraya Avengers: Infinity War ve 9 numaraya Black Panther filmlerinin yerleştiğini görürüz. Güncel haliyle de tablodan çıkartılan sonuçta hiçbir değişiklik olmaz.

[box type=”note” align=”” class=”” width=””]

Kaynaklar

  • Constantine Verevis, Film Remakes, İngiltere: Edinburgh University Press, 2006.
  • Rick Altman, Film/Genre, İngiltere: British Film Institute, 1999.

[/box]

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Türk Sinemasında Cinsellik ve Seks Furyası Filmleri

Beyazperdede cinsellik iması Türk sinemasının başlangıcından beri bulunmakta ama asıl
blank

AIP ve Cannon Films: Hollywood’un Yaramaz Çocukları!

1950'ler ve 1980'ler arasında, Amerikan sinema endüstrisi, düşük bütçeli film